Zaman'dan: BDP'li vekilleri taciz eden Öcalan'ın coşkun lafları psikiyatrik analize tabi tutulsun

Zaman'dan: BDP'li vekilleri taciz eden Öcalan'ın coşkun lafları psikiyatrik analize tabi tutulsun

 

Zaman Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Ekrem Dumanlı, Milliyet'te yayımlanan "İmralı zabıtları"ndan yola çıkarak "(Abdullah Öcalan'la) görüşecekler görüşsün, konuşacaklar konuşsun; ancak 4 saat boyunca BDP'li vekilleri taciz eden adamın coşkun (!) lafları psikiyatrik bir analize tabi tutulsun" dedi. "Her şeyden önce adam küstah. Narsist" diyen Dumanlı, “'İktidarı AKP'ye altın tepsi içinde ben verdim!' diyen adama parti yönetimi (bir hikmete binaen) bir şey demese bile milyonlarca oy veren 'Haydi oradan!' demez mi?" ifadesini kullandı. Öcalan için "su katılmamış bir emperyalist kuklası" diyen Dumanlı, "Fethullah Gülen gibi hayatı boyunca bu ülkeye ve insanlığa hizmet için çırpınan ve şu fani dünyadan hiçbir şey beklemeyen bir düşünce adamına bir ırkçı soytarının söylediklerini duymazdan gelenlerin dünyada da ahirette de mahcup olmasından korkarım" dedi ve hükümeti "Sözün özü şu: Kürt sorununun çözümü için kan kusup kızılcık şerbeti içmeye ve çözüm yollarını zorlamaya, evet. Ancak kiminle karşı karşıya olduğumuzu unutmadan" sözleriyle uyardı. Dumanlı, devletin Kürt meselesini çözümde başka yollar bulabileceğini belirterek "(Öcalan'la görüşmeyi) tek çare gibi görmek ve Öcalan'a mahkûmuz havası uyarmak korkunç bir hata olur" dedi. 
Ekrem Dumanlı'nın Zaman'da "Barış dili dediğiniz bu muydu!" başlığıyla yayımlanan (4 Mart 2013) yazısının tamamı şöyle: 
‘İmralı zabıtları' diye piyasaya sürülen ve sızdırılması ile psikolojik harp planına dönüşen bilgilerin çok katmanlı analizlere ihtiyacı var. Bütün analizin, o katmanlardan sadece birine, ‘MİT tarafından yürütülen çözüm süreci'ne inhisar edilmesi hata olur. Sızdırılmasındaki sabotaj maksadını iyi görmek gerekiyor en başta. Sonra da sızdırılmış belgelerde yer alan bir kısım ayrıntıların mercek altına alınması gerekiyor.
Gazetede neşredilen ‘İmralı zabıtları'na BDP'nin yaklaşımı çok önemli mesela. Sızdırma konusunda kıvrak cümleler kuruyorlar. Muhtevası konusundaki gevşek ve sırıtkan tavırları daha vahim. ‘Bizdeki notlara çok yakın' derken ağızları kulaklarına varıyor. Demek ki muhtevanın arkasında duruyorlar. Hal böyle olunca bize, “Bu muydu sizin barış dili dediğiniz çirkin söylem?” demek kalıyor. Bu söylemi masaya yatırmak gerekiyor ki gerçek bir barış dili örgülenebilsin; yoksa bu tavır eninde sonunda feci bir kazaya neden olur. Ancak nedendir bilemiyorum; bazıları Öcalan'ın gevelediği lafları ısrarla göz ardı ediyor. Halbuki o laflar yenilecek yutulacak cinsten değil. Çözüm süreci tabii ki önemli. Gerçekten çözüm sağlanacaksa Apo'nun bazı hezeyanlarına da katlanılabilir. Ancak meselenin dar bir alana mahpus bir şekle getirilip hatta eleştirilemez bir kutsama zırhına büründürülmesi yanlış sonuçlara taşır Türkiye'yi.
Öcalan'ın örgüt üyelerine yönelik üst perdeden konuşması anlayışla karşılanabilir. Zaten o konuşmalar sızdıktan sonra BDP'lilerin ve PKK'lıların mutluluğu yüzlerine yansıyor. Liderin esaret ve çaresizlik içinde davayı sattığını düşünmekten uzaklaşmış gibi görünüyorlar. Belki de esaret havasını dağıtmak için sızdırıldı bu konuşmalar.
Deniyor ki, “Öcalan'ın BDP'lilerle ne konuştuğu, nasıl hava attığı bizi ilgilendirmez; önemli olan, örgüte gönderdiği mektup.” Mantıklı. Ancak bu durum, görüşme yapılan kişinin mantığını, inancını, felsefesini görmezden gelmeyi gerektirmiyor. Uzun bir zamandan beri Öcalan'a önemli bir sivil toplum bilgesi gibi bir muamele yapılıyor. Sanırsınız barışçı bir adam var karşımızda. Sanırsınız akıl ve hikmet sahibi bir kişiden bahsediliyor. Yok böyle bir şey!
Görüşecekler görüşsün, konuşacaklar konuşsun; ancak 4 saat boyunca BDP'li vekilleri taciz eden adamın coşkun (!) lafları psikiyatrik bir analize tabi tutulsun. Eğer bu adamın örgüte gönderdiği mektuplara yansıyan ‘uzlaşmacı' portresi ile örgütü temsilen kendisini dinlemeye gelen BDP’liler karşısında takındığı pervasız ‘çehresi' bir arada düşünülmezse, kanaatimce süreçten AK Parti de, MİT de, devlet de, ülke de zarar görür. Her şeyden önce adam küstah. Narsist. Bu zihniyetle bir ‘barış dili' inşa edilemez. “İktidarı AKP'ye altın tepsi içinde ben verdim!” diyen adama parti yönetimi (bir hikmete binaen) bir şey demese bile milyonlarca oy veren “Haydi oradan!” demez mi? Adam kendini dünyayı boynuzunda taşıyan varlık sanıyor. Ve bu psikolojiyle başkanlık sisteminin gelmesine, Tayyip Erdoğan'ın başkan seçilmesine müsaade ettiğini (!) iddia ediyor. Üstelik bu konularda asla taviz vermeyeceğini yüzlerce kez tekrar etmiş Başbakan Erdoğan'ı zan altında bırakacak ifadeler kullanıyor. Bir insanın egosu bu kadar mı şişik olur!
Tehdit ediyor. ‘Özgürleşme planı' tutmadığında 50 bin adamla savaş başlatacağını söylüyor. Ve aydınlarımızın önemli bir kısmı, “Bakmayın öyle dediğine, çok barışçı bir adamdır kendileri...” şeklinde özetleyebileceğim iyimser yaklaşıma devam ediyor. Bazılarını yadırgamıyorum; çünkü öteden beri sol ayağı üzerine fazlaca aksayan bazı yazar çizer takımının PKK'ya sempati beslediğini; hatta bölünmeye taraftar olduğunu biliyorum. Soldaki şiddet ve terör özentisi hiçbir dönem azalmadı ki! Marazi bir hal...
Esas anlamakta güçlük çektiğim nokta şu: Bu ülkenin bölünüp parçalanma ihtimali karşısında yüreği tir tir titreyen duyarlı kitlelerin bir Stalin özentisine bu kadar bel bağlaması... Tamam; onlarca yıldır çözülemeyen ve kangren haline gelen ‘Kürt sorunu'nu çözmek için bazı istiskal ve istihfafları sineye çekelim; ancak madalyonun sadece bir yüzünü göstererek tarihi bir yanılgıya sürüklenmeyelim.
Apo'nun nutkuna şaşırmadım aslında. O hep buydu. Kendine tapınan bir megaloman. Kendisi ‘tescilli ajan' ama tertemiz insanları ajanlıkla suçluyor. Su katılmamış bir emperyalist kuklası; ama Allah'tan başka hiçbir güce zerre kadar boyun eğmemiş insanları kendisi gibi takdim edebiliyor. Ve bütün bunlar ortaya çıkarken ne yazık ki bazı müminler bu vahim söylemden hiç mi hiç rahatsız olmuyor. Yazık, hem de çok yazık!
Hayatı boyunca ırkçılığa karşı mücadele etmiş Bediüzzaman gibi bir müceddid-i azama karşı tersten bir ırkçılık yaparak onun ruhunu muazzep edecek bir söylev karşısında nasıl sükut edilebilir? Allah korusun. Adam bir çeşit ırkçılık yaparak kendi kafasına göre fitne atıyor... Ya da Fethullah Gülen gibi hayatı boyunca bu ülkeye ve insanlığa hizmet için çırpınan ve şu fani dünyadan hiçbir şey beklemeyen bir düşünce adamına bir ırkçı soytarının söylediklerini duymazdan gelenlerin dünyada da ahirette de mahcup olmasından korkarım... Sözün özü şu: Kürt sorununun çözümü için kan kusup kızılcık şerbeti içmeye ve çözüm yollarını zorlamaya, evet. Ancak kiminle karşı karşıya olduğumuzu unutmadan!
 

Çözüm Öcalan’sız da olur mu?

 
Meseleye hep şu şekilde bakıyoruz son günlerde: Devlet Öcalan'sız bu sorunu çözemez. Doğru mu? Tartışılır. Karşımızda kibri Himalaya dağlarını aşan ama çapı kendi eksenciği ile sınırlı bir adam var. Yine de zorlanabilir bu kapı. Zira bu kişi etrafında bir mit oluşturulmuş. Bakalım örgüt mensuplarınca oluşturulan ‘mit' ile devlet kurumu olan MİT (Milli İstihbarat Teşkilatı) baş edebilecek mi?
Meseleyi doğru okuyabilmek için bir de Öcalan açısından bakmak gerekiyor aslında. Onu bekleyen alternatifler ne? Eğer muhatap alınmazsa 14 yıldır yaşadığı hapishanede son nefesini verecek. Sadece bu mu? Hayır tabii ki. Öcalan, kendini bekleyen büyük tehlikeyi biliyor. Şayet devlet ‘bebek katili' söylemine devam eder ve onu muhatap almazsa gelişen süreç Öcalan'ın tasfiyesine yol açacak.
Örgüt içinde dengeler değişiyor. Zaten hem ‘ak saçlılar'dan oluşan PKK Merkez Komitesi içinde bir güç kavgası var; hem de genç kadrolar her biri arkeolojik görüntü haline gelmeye namzet ve pek çoğu hasta olan bu kadrolara karşı içten içe isyan duygusuyla bezenmiş durumda. Yani? Devlet mi Öcalan ile görüşmeye muhtaç; yoksa Öcalan mı devletten medet umar durumda; bunu iyi teşhis etmek gerekiyor. Öcalan ile görüşerek bir çözüm bulma çabası tek seçenek değil. Ama şimdilerde bu deneniyor. Denenmeli de. Ancak bunu tek çare gibi görmek ve Öcalan'a mahkûmuz havası uyarmak korkunç bir hata olur.
PKK tipi örgütlerin çözülüş ve çökertiliş seyri dünyadaki tecrübelerle sabittir. Devlet Öcalan'a sırtını döndüğü an, süreç bir şekilde kendine yeni mecralar bulur; ancak Öcalan çifte tasfiye (devlet-örgüt) sonrasında gireceği depresyondan bir daha düzlüğe çıkamaz. Bu gerçeği görmeden yapılan görüşmeler 1-0 mağlubiyetle başlayan maçlar gibidir. Psikolojik üstünlük sonuca tesir eder çünkü...