Cumhuriyet yazarı Erol Manisalı, ABD'de 20 ayı aşkın süre önce tutuklanan ve yargılandığı davada tanık statüsüne geçen İran ve Türkiye vatandaşı iş adamı Reza Zarrab hakkında, "Yaşanan olayların sebebi değil, sonucudur" dedi. "Onların hem kahramanı oldu hem de azılı düşmanı haline dönüştü" diyen Manisalı, "Ondan herkes yararlandı: kapitalizmin keskin sirkesi küpüne zarar verdi" ifadesini kullandı.
Manisalı'nın "Sarraf sebep değil, bir ‘sonuçtur’..." başlığıyla (5 Aralık 2017) yayımlanan yazısı şöyle:
Avrupalılık, Avrupacılık (Batıcılık), Avrasyacılık ve ümmetçilik (siyasal İslam) çarkları arasında sıkışan Türkiye bugünkü noktaya ite kaka getirildi. Avrupa’nın ayakları ise biraz farklı: kendisi zaten Avrupa (Avrupalılık): diğer ayakları ise sol, Hıristiyan ve aşırı sağ Bizde Atatürk devrimleri ve Cumhuriyet Türkiye’si bir uyum sağlamıştı: ümmetçilik ve siyasal İslam yerine laiklik getirilmiş, bu coğrafyada bir ilk başarılmıştı. Avrupalılık ve Avrasyacılık ayaklarından da destek almıştı. “Batıcılık” yerine “Avrupalılığı” koyduk. “Batıcılara” karşı, içeride savaşırken Lenin’den bile destek aldık. 1930’u izleyen yıllarda Hitler Avrupası’ndan kaçan bilim insanları bile Atatürk Türkiyesi’ne sığındılar. Ülkemiz faşizmin panzehiri olarak algılandı, hem de çoğunluğu Müslüman bir ülke olarak, çünkü laiklik vardı. Batılılık, Batıcılık, Avrasyacılık ve ümmetçilik (siyasal İslam) dörtgeninde Türkiye’de yaşanan ayrışma ve fikir çatışmalarının hem üniversite içinde, hem de dışında tanığı oldum ve içinde yaşadım. Sabri Ülgener’den Attilâ İlhan’a, Kemal Tahir’den Halit Refiğ ve İdrisKüçükömer’e, Ahmet Kılıçbay’dan Sencer Divitçioğlu’na yaşanan zikzakların ve ayrışmaların tanığıyım. Sabri Ülgener gibi Batılı (Alman) kafalı bir bilim insanının “Avrupalılık ve İslamcılık arasında” nasıl zorlandığını 1962-1983 arasında yaşadım. Çok teknik, nesnel, siyaset dışı bir akademisyen olan Prof. Ahmet Kılıçbay’ın “kim itti beni dercesine” nasıl Kenan Evren’in danışmanlığına sürüklendiğini kendi sözlerinden dinledim. İdris Küçükömer’in Batı kapitalizmi ile sosyalizm arasındaki “diyalektiğin” sonuçta, Türkiye’de Batıcılığa ve siyasal İslama yol açan bir noktaya geldiğini hep birlikte gördük. Bütün bu zıtlaşma ve çelişkiler aslında, Türkiye Cumhuriyeti’nin ve Atatürk Türkiyesi’nin, “Doğu ve Batı arasındaki iktisadi, siyasi, askeri ve kültüreletkileşimlerin”in sonucudur. Bu etkileşimler Atatürk’ten sonra, “negatif dışsallıklar” yarattı. Bazen “dincileri” kimi zaman da “Batıcıları” besledi.
Sarraf işin özünde, bütün bu çelişki ve çatışmaların ürettiği bir çocuktur. Daha 29 yaşındayken siyasal İslamın ve vahşi kapitalizmin yıldızı oluverdi: dün İslamcılar, bugün vahşi kapitalizm onu “yıldız” olarak tanımladılar. Yukarıda andığım yakın tarihimizin çelişkileri ve çatışmaları Hollywood misali bir yıldız üretmiştir. Sarraf yaşanan olayların sebebi değil, sonucudur. Onların hem kahramanı oldu hem de azılı düşmanı haline dönüştü. Ondan herkes yararlandı: kapitalizmin keskin sirkesi küpüne zarar verdi.