Cumhuriyet yazarı Orhan Bursalı, ABD'nin İran'a yönelik ambargosunu deldiği iddiasıyla tutuklanan Türk-İran asıllı iş adamı Reza Zarrab'ın tanıklık ettiği davayla Türkiye'nin "kötü ve yanlış yönetiminin bu kez İran ile alışverişte gösterildiğinin bir kanıtının daha sunulmuş" olacağını söyledi.
"İran'a döviz aktarmanın on milyar dolarlar mertebesindeki 'faturası'nın Türkiye'yi ilgilendireceğini" söyleyen Bursalı, "Neden sizin iktidarınızın beceriksizliğinin faturasını sineye çekelim? Bu faturanın 'Türkiye’yi ekonomik çökertme girişimi' olduğu propagandasını kabul edelim?" diyerek tepki gösterdi.
Orhan Bursalı'nın, "Mesele, seçmeni olmayana inandırmak kampanyası" başlığıyla (4 Aralık 2017) yayımlanan yazısı şöyle:
Sanki seçime kadar sürecek bir kampanya dönemine girdik. Bunu Cumhurbaşkanı’nın sahada aktif olarak aldığı pozisyona bakarak söylüyorum. Bazıları bunu “erken seçim isteği”ne bağlıyor olabilir.. Ama Cumhurbaşkanı’nın seçim varmış gibi meydan okuma kampanyasına soyunmasını gerektiren çok ciddi durumların varlığını görmeliyiz.
İlki Sarraf olayı..
İkincisi Man Adası olayı..
Üçüncüsü büyüyen ekonomik zorluklar..
Dördüncüsü seçmen kaybı..
Beşincisi dünya ile, AB ve ABD ile bozulan ilişkiler...
Cumhurbaşkanı, tüm bunları göğüslemek, öncelikle parti örgütünü ve parti tabanını bir arada tutmak ve seçmen üzerindeki etkisini geri püskürtmek zorunda.
Evet zorunda diyorum, çünkü toplum nezdinde iktidarın ana direği Cumhurbaşkanı. Ayrıca, milletvekilleri ve parti yönetimi ile yaptığı toplantılarda, tüm bunların geri püskürtüleceğini, hele hele Kılıçdaroğlu’nu rahatça saf dışı bırakacağını söyleyerek güven veriyor.
Sarraf konusunda ana silahı “milliyetçilik”. Yerli ve milli laflarından geçilmiyor, bu, tüm muhalefeti de suçlama silahı. Suçlama, zamanla hukuki silaha bile dönüşebilir, çünkü AKP’nin tutumunu kabullenmeyen ve benimsemeyen herkes “vatan haini”...
İktidarın Sarraf yargılanmasındaki tüm söylemi iç kamuoyuna yönelik. İktidarını, seçmenini korumaya yönelik. Bu söylemin ülkenin üzerine düşmesi muhtemel yoğun kar yığınını engelleyecek sıfır etkisi var.
İran ile ticaretini yap, sürdür. Ama ABD’nin küresel mali denetimini atlatamazsan, başın belaya girer. Mesela İran’a para transferi için kurulan dolambaçlı ağların içine, aynı şekilde İran ile ticaret yapan Hindistan ve Çin’i de çekmek girişimine, bu ülke bankalarının “hayır, teşekkür ederiz” diye geri durduklarını görüyoruz. ABD’nin “suç olarak göreceği” ve “cezasını keseceği”ilişkiler içine girmiyorlar. Emperyalist olmanın raconunu uyguluyor ABD.
Bunu kabul etmeyebilirsin. Ama sonuçta İran’a döviz aktarmanın on milyar dolarlar mertebesindeki “faturası” neyse, yarın ödeyecek misin, ödemeyecek misin? Türkiye’yi bu ilgilendirecek.
Burada vayy emperyalist dayatma, kasıtlı ceza, Türkiye’yi çökertmeye yönelikhamle vb. diyebilirsiniz.
Ama faturayı ödememeyi göze alamayacaksınız, ödeyeceksiniz, çünkü küresel ekonomik ve mali ilişkiler ağının dışına atılırsınız, hemen ve derhal. Mal varlıklarınıza da el konur.
Bu adil mi, hayır; bildiğiniz emperyalist ilişkiler ve dayatmalar. Oyunu kurallarına göre oynamayarak kazançlı çıkabilirseniz ne âlâ. O zaman millete, bizlere bunu nasıl yapacağınızı açıklamanız gerekir.
Yok, kesilecek faturayı ödeyecekseniz, o zaman bu haltı neden yediniz, neden millet olarak bunun ceremesini çekelim itirazı devreye girer. Ve ülkenin kötü ve yanlış yönetiminin bu kez İran ile alışverişte de gösterildiğinin bir kanıtını daha sunmuş olacaksınız. Unutmayın, ABD, BNP Paribas bankasına 9 milyarlık cezayı kesmiş bir ülke.
Neden sizin iktidarınızın beceriksizliğinin faturasını sineye çekelim? Bu faturanın “Türkiye’yi ekonomik çökertme girişimi” olduğu propagandasını kabul edelim? Ne yazık ki sonuçta, “milli ve yerli” milliyetçiliği, bu faturayı ülkeye ödetmenin örtbası olarak işlev görecek...
İlk başta saydığımız zorlukların geri kalanı yarınki yazıda ele alınacak. Şimdilik birkaç önemli not düşeceğim...
Not 1:
Ahmet Davutoğlu, eski Başbakan, Sarraf’ın rüşvet olayının üzerine gitti ve sorumluların yargı önüne çıkartılması gerektiğini söyledi. Haklı. Davutoğlu, başbakan iken görevlerinden o zamanlar zorunlu olarak alınan 4 bakanın Meclis’te siyasi olarak aklanmasına karşı çıkmış ve bir aklanma olacaksa bunun Yüce Divan önüne çıkmakla olacağını söylemişti. O zaman, Cumhurbaşkanı, partisini Meclis’te siyasi aklanmaya yönlendirmişti. Bu ve “saydamlık yasası” gibi benzeri girişimleri Davutoğlu’na, postlarından atılmasıyla sonuçlanmıştı.
Not 2:
Sabahattin Ali’nin Kürk Mantolu Madonna romanı, olağandışı güzel. FüsunAkatlı’nın, “romancılığımızda bir mücevher” tanımı ne kadar doğru.
Not 3:
Gülse Birsel’in komedisi Aile Arasında filmi seyre değer. Bu kız gerçekten çok komik...