T24 - Odatv davasında savunma yapan haber müdürü Barış Terkoğlu, iki savcı arasındaki 'soru' tartışmasını anlattı ve ekledi: Ne söylediğimizin anlamı yoktu, tutuklanacaktık.
Çağlayan'daki İstanbul 16. Ağır Ceza Mahkemesinde görülen duruşmada, Odatv adlı internet sitesinin haber müdürü Barış Terkoğlu savunma yaptı. Terkoğlu, savcılıktaki sorgusu sırasında yaşadığını belirttiği bir olayı anlattı: ''Olay günü ifademi nöbetçi savcı sayın Süleyman Pehlivan aldı. İfade alma işlemi henüz başlayacaktı ki, odaya Zekeriya Öz girdi. Elinde polisin hazırladığı sorular vardı. Zekeriya Öz, savcı Pehlivan'dan o soruları sormasını istedi. Savcı Pehlivan bu talebi reddetti. Kendi sorularını soracağını söyledi. Aralarında hepimizin önünde yaşanan tartışmanın ardından Savcı Öz odayı terk etti. Süleyman Pehlivan, ifademi savcı Öz'e gönderdi. Savcı Öz, tutuklama talebiyle mahkemeye sevk etti. Maalesef savcılık savunmamızda ne söylediğimizin bir anlamı yok. Zaten tutuklanacağımız, vereceğimiz yanıtlardan bağımsız olarak belirlenmiş durumda.'' "Odatv'de yayınlanan tüm haberleri sahipleniyorum. Bir kısmını ben kaleme aldığım gibi, bir kısmını da haber müdürü olarak yayına hazırlayan kişiyim." diyen Terkoğlu, yazdığı haberlerde ''devrim'', ''savaş'', ''Ergenekon'' kelimelerinin arandığını ve söz konusu kelimelerin geçtiği haberlerin suç sayıldığını öne sürerek, ''İçinde 'devrim' kelimesi geçen her şeyi yasaklayacak mıyız? Anayasa'da da var. Onu da mı yasaklayacağız?'' dedi. İftar yemeği haberi Eylül 2008'de İstanbul Emniyet İstihbarat Dairesinin, ''Ergenekon'' soruşturmasında görev alan İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi hakim ve savcılarına iftar yemeği verdiğini, kendilerinin de bunu haber yaptığını belirten Terkoğlu, ''Dünyanın neresinde haber değeri olan bir yemeği haber yapan gazeteci, bizzat yemeğin katılımcıları tarafından sürekli sorgulanıyor, yargılanıyor. Bunun adına da hukuk deniyor. O hukukun itibarlı olduğundan ve bizim itibarını azalttığımızdan söz ediliyor'' ifadelerini kullandı. ''Eğer mafya üyelerinin yediği yemeği haber yapsaydım belki vurulacaktım'' diyen Terkoğlu, şöyle devam etti: ''Buna 'mafya hukuku' diyecektik. Sokak kabadayılarının haberini yapsaydım darp edilecektim, 'kabadayı hukuku' diyecektik. İnanın bugün yüz yüze kaldığımız hukuka hangi ismi vereceğimizi suç işlememek için söylemek istemiyorum. Şu an o hukukun esiri olduğumuz ortada. Ancak emin olun ben yaptığımızın gazetecilik olduğuna inanıyorum. Bizim haberimizin doğru olmasına ve doğruluğu herkes tarafından kabul edilmesine rağmen ısrarla yargılanmamızı hukuksuz buluyorum.'' 'Kim terorist' İlk kez ''Ergenekon'' davasına bakan dönemin mahkeme başkanının bir telefon konuşmasının bu davanın iddianamesine girdiğini söyleyen Terkoğlu, savunmasını şöyle sürdürdü: ''Konuşmanın içeriği maalesef iddia makamını değil, benim söylediklerimi teyit ediyor. Mahkeme başkanı Köksal Şengün ile konuşan kişi, Şengün'e söz konusu fotoğrafların bizzat bir hakim tarafından Türkiye'nin en çok satan gazetesine sızdırıldığını söylüyor. Hem de benim haberimden tam 5 ay önce. Sayın Başkan, düşünebiliyor musunuz? 'Ergenekon' davasına bakan mahkeme başkanının telefonu dinleniyor. Sonra nasıl oluyorsa gizli olan bir soruşturma dosyasından bir gazeteye sızıyor. Köksal Şengün'ün telefonunu bir suçluymuş gibi dinleyenler mi teröriste benziyor yoksa ben mi? Köksal Şengün'ün özel hayatının cemaat gazetesine servis edilmesini ben Odatv'de eleştirdim. Şimdi mahkemeyi yıpratmakla suçlanıyorum. Şengün'ün telefon konuşmalarını cemaat gazetelerine servis edenler mi örgüt, yoksa biz mi?'' 'Hangi örgüte üyeyim' Terkoğlu, iddianamede, ''Devrimci Karargah'' davasının sanıklarından Ulaş Bayraktar'ın cep telefonu numarasının kendi rehberinde olduğunun yer aldığını belirterek, ''Savcılar artık karar versin, ben hangi örgütün üyesiyim. Ergenekon mu, PKK mı, Devrimci Karargah mı? Ulaş Bayraktar benim sınıf arkadaşımdır. Savcılık sorgusunda bu sorulsaydı söylerdim, ama sorulmadı. Ben Ulaş Bayraktar'ın böyle bir örgüte üye olmadığına eminim. Nitekim mahkeme de serbest bıraktı'' şeklinde konuştu. "İddianameyi yazanlar, haberin ne demek olduğunu bilmiyor. Savcılar, sadece haberlerin başlıklarına bakarak iddianameye komuş. İddianamede bana isnat edilen suçlarda 'Şu davayı nasıl haber yaparsın' diye soruluyor. İddia makamı benim gazeteciliğimle ilgili kanaat bildirmiş. Gazetelerde günlerdir, gazeteci Ahmet Hakan Coşkun'un bu dava kapsamında tutuklanacağı şeklinde yazılar yazılıyor. Günlerdir bir gazetecinin televizyonlarda linç edilmesine, savcı ve hakimlerin töhmet altında bırakılmalarına rağmen, savcılık makamından bu konuda en ufak bir açıklama yapılmamıştır. Terkoğlu hakkındaki bütün suçlamaların, avukatlarla yaptığı görüşmeler olduğunu belirterek, oradaki konuşmaların hepsine sahip çıktığını kaydetti. Burada yargılananların bir araya gelerek, hükümetten memnun olmadıklarını ve yaza yaza onu bitireceklerini söylemeleri de suç değildir. Biz, hikayesi olmayanların hikayesi, medyası olmayanların medyası olmaya çalıştık. Bu bir hastalıktır, ama suç değildir. Buna suçtur diyemezsiniz. ''Bu tür zayıf iddianameler, sanıkları her zaman yüceltir. Ben bu iddianameden daha uzun ömürlü olacağımı düşünüyorum, o nedenle sevinçliyim. Akademisyen olan eşime evlenmeden önce bir hocası referans mektubu verdi o mektup bu iddianamede yer alıyor. O hoca, Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneğinde yöneticiymiş. Bu kişi çoktan ölmüş. Sonuçta bu mektup benim değil. Eğer bir savcı bu delillere tenezzül etmişse, çok çaresiz kalmış demektir. Bu belge, iddianameyi yazan savcıların nasıl bir ruh hali içinde olduğunu gösteriyor."