T24 - Necmettin Erbakan'ın kızı Saadet Partisi Kadın Kolları Genel Başkanı Zeynep Erbakan, Erbakan'ın gecesini ve gündüzünü, ev halini, nasıl ibadet ettiğini, 28 Şubat gecesi ne yaptığını, sevdiği şeyleri, alışkanlıklarını ve kendisinin 12 Eylül'de yaşadığı acıyı anlattı.
Ebubekir Gülüm'ün Millî Gazete'de "En önemli nasihati, sabah namazı!" başlığıyla yayımlanan (25 Şubat 2012) Zeynep Erbakan söyleşisi şöyle:
Saadet Partisi Kadın kolları genel başkanı oldunuz. Ne düşünüyorsunuz?
Bugüne kadar İstanbul il sorumlusu, GİK üyesi olarak hizmet ettik. Genel Başkanımız Ayşenur Tekdal'ın 4 sene kadar danışmanlığı yaptık. Şimdi de bu görev tevdi edildi. Tabi büyük mesuliyet. Zor bir görev. İnşallah Cenabı Allah yüzümüzü kara çıkarmaz. Babamın nasıl çalıştığını gördüğüm için, aynen onun gibi çalışmam gerekir diye düşünüyorum.
Geçen süre içinde neler yaptınız?
Biz göreve gelir gelmez, ilk önce il hanım teşkilatlarımızı tamamlamayı amaçladık. İl gezilerine başladık. Şu ana kadar 10'a yakın şehirde toplantı yaptık. Her gittiğimiz yerde, büyük bir teveccühle karşılaşıyoruz. Derneklerle, sivil toplum kuruluşlarıyla, bir araya geliyoruz. Her gruptan insanlarla tanışıyoruz.
Milli Görüş teşkilatlarından büyük destek var size. Başka çevrelerden de ilgi var mı?
Babamın vefatından kısa süre sonra bu göreve getirildik. Dolayısıyla insanların babama olan sevgisinden dolayı bize karşı çok büyük bir teveccüh var. Toplantılara gittiğimiz zaman, insanlar 'Seni görünce hocamızı görmüş gibi oluyoruz' diye kucaklıyor. Bizi merak eden, bizim ağzımızdan babamızı dinlemek için gelen çok kişi oluyor. Bizden ayrılan veya farklı partiden olan kimseler bunlar. O kadar sıcak bir kaynaşma oluyor ki, ilk toplantının çıkışında biz de görev almak istiyoruz diyorlar.
Projeleriniz ve hedefleriniz nelerdir?
Partimizin Kadın kolları, çok önemli bir görev ifa ediyor. Biz öncelikle ülkemizde yaşayan insanların sonra tüm Müslümanların ve bütün insanlığın huzur ve saadetini istiyoruz. İlk önce çocuk eğitimi ve annelik vazifesinin hakkıyla yerine getirilmesini önemsiyoruz. Çünkü toplumun temeli ailedir. Cennet annenin ayakları altındadır düsturuna inanan bir topluluğuz. Milli Görüş'ün sloganı, her zaman 'Önce ahlak ve maneviyat' olmuştur. Ama bugün, annelerini hunharca katleden, babalarını acımasızca doğrayan bir nesil meydana getirildi. Alkol, uyuşturucu kullanımı kat kat arttı. Bunun için çalışmaya önce çocuklardan ve gençlerden başlamamız gerektiğini düşünüyoruz.
1969'da bir kişi ile yola çıkan Milli Görüş'ün bugünlere gelmesini nasıl değerlendiriyorsunuz?
Çok zor şartlarda başladı bu dava. Yalnız bir hareket olarak yola çıktı. Buna rağmen; Babam Konya'da 3 milletvekili çıkaracak kadar oy alıp seçildi. Onun ideali, her zaman insanlığın kurtuluşuydu. Dolayısıyla partileri kapatıldığı zamanlarda bile en ufak bir yeise düşmedi. Hemen ertesi gün yeniden nasıl yapabiliriz diye plan yapmaya başlardı. Hiçbir zaman ümitsiz olmadı.
Türkiye'de Milli Görüş, dünyada Milli Görüş deyince size neyi çağrıştırır?
Türkiye'de Milli Görüş denince, Yaşanabilir Türkiye ve Yeniden Büyük Türkiye'dir. Dünyada ise, Öncü ve lider Türkiye'dir. Bunun için Yeni Bir Dünya kurmak ana hedeftir. Bütün yeryüzünde, adil bir düzen kurmaktır.
Başörtüsü yasağı konusunda ne düşünüyorsunuz?
Herkes istediği gibi özgür bir şekilde eğitim alsın. Başörtüsü yasağı olmasın. Kızlarımız kılık kıyafetine bakılmaksınız, derslere girebilsin. Başı açıklarla yan yana okuyabilsin.
Kadın perspektifinden Türkiye'nin en önemli sorunu nedir?
Küçük yaşlardan başlarsak çocuklarımızın belli yaşa kadar Kur'an eğitimi alamamaları. Gençlerimizin okullarda okurken başörtüsü yasağı ile karşılaşmaları. İleri yaşlarda eşler ve aileleri tarafından şiddet olgusu ile karşı karşıya bırakılmaları. Yaşlı hanımlarımızın huzurevlerinde yaşadığı sıkıntılar. İşsizlik, gençlerin eğitimi. Bunların çözümüne yönelik, teklifleri hazırladık. Önümüzdeki günlerde açıklayacağız inşallah.
Yabancı dil konusunda batı dilleri zorunluluğu olmamalıdır. Arapça, Osmanlıca tercihli dersler arasına konulmalıdır.
Babanızla ilgili sorulara geçmek istiyorum. Onun gibi çalışmak istiyorum dediniz. O nasıl çalışıyordu?
Teşkilat çalışmaları, her şeyden önce gelirdi. Öyle ki, ailesinin çok özel günlerindeki toplantılarına bile gecikmesine neden olurdu. İki hatırası ile nasıl çalıştığını anlatayım.
Mesela benim nikahıma, 1.5 saat geç geldi. 20.00'de kıyılacak nikaha saat 21.30'da geldi ve geldiğinde gömleği terden sırılsıklamdı. Daha da ilginci Fatih'in, söz gecesine 3 saat gecikmeyle gittik. Annem 15 gün öncesinden kendisine söylemesine ve özel kalem müdürünü de uyarmasına rağmen. O gün gelince hep birlikte İstanbul'a gittik. Söz kesme için saat 20.00'de randevulaşılmış. Akşama kadar dışarıda, toplantılara katıldı. Saat 17.00'de eve geldi. Tabii Annem çok sevinmişti. Kız evine vaktinde gidebileceğiz diye.. Ancak biz kız evine gideceğimizi düşünürken, babam kıyafetlerini değiştirip 'İl başkanıyla bir şey görüşmemiz gerekiyor" diyerek çıktı. Gece de, saat 23.00'de eve geldi. 3 saat gecikmeyle gidebildik. Kalabalık bir grup bizi saatlerce beklemiş. Oraya gidince de, 2 saat yine siyasi faaliyetler hakkında konuşmuş, kızevindeki misafirlere Milli Görüş'ü anlatmıştı. Sonuçta saat 20'00 de isteyeceğimiz kızı, gece yarısı 01.00'dan sonra istedik.
Babanızın, bir gecesi nasıl geçerdi?
Genellikle, gece 01.00'den önce eve gelmezdi. İlk önce namazını kılar, sonra yemeğini yer ve uykuya çekilirdi. Saat 03.30 civarında kalkar, teheccüd namazını kılardı. Saat 04.15'e kadar Kur'an-ı Kerim okur daha sonra uyurdu.
Saat 05.30 gibi yeniden kalkar, sabah namazını kılar ve saat 07.40 gibi güneş doğana kadar Kur'an-ı Kerim okurdu. Daha saat 11.00'e kadar uyurdu. Kahvaltıyı yaptıktan sonra 6 rekâtlık bir nafile namazı eda eder, sonra da evden ayrılırdı.
Babam hep 'Namaz dinin direği, cihat ise zirvesidir' derdi.
Onunla çok vakit geçirebiliyor muydunuz?
Bizim, 365 gün içinde birlikte olabildiğimiz gün sayısı, 4 veya 5 gündür. Onlar da bayramlarda. Büyüklerle geçirelim diye babaannem sağken İstanbul'a giderdik. İlk gün amcamlarla kahvaltı ettikten sonra büyüklerin kabir ziyareti için ayrılırdı. Sonra ya il başkanı ile görüşmeye ya da il divan toplantısına katılmak için yine bizden ayrılırdı.
Necmettin Erbakan deyince aklınıza ilk önce ne gelir?
Yeryüzüne yüzyılda gelecek bir insan. Bir dünya lideri, siyaset ve dava adamı gelir. İdealleri çok yüksekti. Gözü hep zirvedeydi. Her zaman neden bu da olmasın derdi. Azimliydi. Doktora için üç; doçentlik için iki tezi aynı anda yazdı. 28 yaşında Türkiye'nin en genç doçenti oldu.
Nasıl bir babaydı?
Müşfik, anlayışlı ve sevecen bir babaydı. Çocuklarla ilgilenmeyi çok severdi. 1-2 yaşındaki torunları, hangi hareketi yaparsa onları aynen tekrarlamayı severdi. Belki bize çocukken çok fazla vakit ayıramadı. Ama çocuklarımda bunu daha iyi hissettik. Onlar ne isterse, yapmak isterdi. Hiçbir zaman kırmak istemez, ikaz etmek istediğinde ise 'Sizin iyiliğiniz için bunu istiyorum' derdi.
Kahvaltıda en çok neyi isterdi?
Sevdiği bir ekmek çeşidinden kesilen bir dilim üzerine; bir dilim domates koyulmuş sonra fırında kızartıldıktan sonra peynirleri erimiş şekilde yemekten çok hoşlanırdı.
Yemek konusundaki alışkanlıkları nasıldı?
Kendisi aşırı yemezdi. Çok fazla çeşit istemezdi. Çorba arkasından bir şey o kadar. Tatlı yerse onu da 2-3 saat sonra.
En çok sevdiği yemek neydi?
Babaannemler, Kayserili olması nedeniyle en çok mantı yaparlarmış. Mantıyı çok severdi. Hatta hamurun yumuşak veya sert, unun az veya çok olmasına göre değerlendirirdi. Beğendiğinde, "Hah bak bu çok güzel olmuş" derdi.
Tatlıyı çok sever miydi?
Çikolatalı şeyleri, tatlıları çok severdi. Dondurma en çok sevdiği şeydi. Evde mutlaka dondurma olurdu. İçinde 6-7 tane buz olan sodayı içmeye bayılırdı. Suyu çok soğuk içerdi.
Ramazanlarda güllaçı severdi. Domates çorbası, favorisiydi.
Çocukluğunuzda size verdiği en güzel hediye neydi?
İlkokul 5'inci sınıftaydım. O dönemde İsviçre'ye gitmişti. Gelirken, kalp şeklinde bir kolye getirmişti. O kolyeyi unutamam ve hala saklarım.
Nasıl bir ilişkiniz vardı?
Çok duygusal bir ilişkimiz vardı. Elbette her çocuk babasını çok sever. Ama Büyüklerimiz evlilik için nasıl birisini istiyorsunuz diye sorduklarında ben 'Babam gibi birini' diye cevap verirdim. Evde fazla konuşmazdı. Siyasetin getirdiği bir şey galiba. Ama gözlerimizle bakışarak anlaşırdık. Mesela annem 'Falanca zaman müsait misin. Altınoluk'a gidelim mi?' diye sorduğunda ilk önce dönüp bana bakardı. Hani ben istiyor muyum diye. 'Oldu, yaşasın' falan dersem, 'Şu toplantımızı ayarlayalım, gidelim' derdi.
Hiç sinirlenir miydi?
Babam hiçbir şeye tepki göstermezdi. Evde, siyasi hadiselerde veya annemle karşı karşıya geldiklerinde, sinirlendi mi 'Bismillahirrrahmanirrahim' der, ayağa kalkar abdest alır, namazını kılar, tekrar gelirdi. Ondan sonra karşıdakinin sinirleri geçmiş olurdu. Evde çok konuşmaz, herhangi bir konuda yorumunu sorarsanız ancak fikrini öyle söylerdi.
Öğrenciliğinizde derslerde size yardım eder miydi?
Fen bilimleri ve matematiği çok iyiydi. Ama ona sormaktansa özel ders almayı tercih ederdim. Çünkü anlatmaya en başından başlardı. Bir örnek vereyim. Üniversitede kimya mühendisliği 3. sınıfta okurken, Isı Transferi dersini alıyoruz. Aynı dersi, makine mühendisleri de alır. Kendisi üç dönem boyunca almış. Çok iyi biliyor. Benim de ertesi gün sınavım var. Çalışıyorum. Bir yere takıldım. Onu gidip, 'Baba şurada (-), burada ( ) var. Bunu neye göre değiştiriyoruz?" diye sordum. Bana, "Dur. Onu anlamak için ilk önce maddenin oluşumundan başlamamız lazım" dedi. "Baba bir başlarsak yetişmez. Sınav yarın. Çalışacağım sayfalar dolusu yer var. Saat gece 21.00 olmuş." Yok baştan başlarsak hepsini anlayacaksın deyip anlatmaya başladı. Bir yere geldik. Evet teheccüd zamanı geldi dedi ve gidip kıldı. Ben köşede bekliyorum. Tekrar geldi çalışmaya başladık. Sonra sabah namazı vakti gelince konuyu hemen özetleyeyim diyerek nihayet (-) ve ( )'nın sebebini söyledi. Tabi diğer konulara hiç çalışamadığım için de sınavda birçok soruya cevap veremedim.
İlk torunları sizin çocuklarınızdı. Onlarla ilişkisi nasıldı?
İlk torunları, benim çocuklarım olduğu için aşırı bir düşkünlüğü vardı. Onları çok severdi. Mücahit Talha'ya hep Mücahit derdi. Doğduğu zaman ona aşeri mübeşşereden olan "Talha koyalım" demiştim. Kendisi "Çok ağır gelebilir. Gerçekten cihat eri olması için önüne Mücahit koyalım" dedi.
İkinci oğlumun ismini Peygamberimiz Enes Bin Malik'i çok sever diyerek Enes'i kendisi koydu. Kulaklarına isimlerini hep kendisi okumuştur. Sünnet ettirirken başlarında durmuştur.
12 yaşındaki kızım dedesini çok sever. Hala fotoğrafıyla yatar. Babamlarda kalıyoruz. Ben annemin yerinde, o babamın yerinde yatıyor. Ve hala, dedemin kokusunu alıyorum diyor.
Babanızın size, hayata ilişkin nasihatleri oluyor muydu?
Üzerinde durduğu en önemli şeylerden birisi, sabah namazına kalkmayı bırakmamamızdı. Mutlaka ona kalkmamızı tavsiye ederdi. Çünkü 'O saatte beyinde bazı hücreler çalışmaya başlıyor' derdi. Hatta bazen ben gece ders çalışırken şimdi yat, sabah 5.00'te kalkıp çalışırsın derdi. Özellikle her şeyden önce kul hakkına riayet edilmesini isterdi. Kul hakkı sadece, yere düşmüş 25 kuruşu alıp almamak gibi madden görünen şeylerle olmaz. Eğer Allah rızası için çalışıp Milli Görüş'ü iktidara getirebileceğin halde bunu yapmazsan, üniversite kapısında başını örtemeyen kızımızın da kul hakkı vardır sende derdi. Yediği bir şeyi paylaşmaktan çok hoşlanırdı. İl ve ilçelerden gelen yiyecekleri, az bir şey bırakıp gerisini yanındaki çalışanlara paylaştırırdı.
28 Şubat ve 12 Eylül sürecini karşılaştırsanız hangisi daha zordu? Neler yaşadınız?
12 Eylül'de, 12 yaşlarımda olduğu için beni daha çok etkiledi. Babam o gün, sabahleyin kalktı. Haberi duyunca hep yaptığı gibi, abdest alıp namazını kıldı. Ondan sonra annemi çağırdı. Bize gelmeyin dedi. Sonra annemin bize anlattığına göre, tavsiyelerde bulunmuş ve şöyle demiş: "Bir takım şeyler olabilir. Hiçbir zaman Cenabı Allah'a teslimiyetinizi kaybetmeyin. Çocuklara söyle üzülmesinler".
Sizin o dönemde rahatsızlandığınız söyleniyor?
Evet. Askeri araç gelip de götürüldüğünü görünce, 12 yaşının etkisiyle kendimden geçiyorum. Fenalaşıyorum. Beni hastaneye kaldırıyorlar. Tansiyon, 15-23 olmuş. Hastaneye gelişimde, anneme yüzde 75 felç demişler. Vücudumun sol tarafında kısmi felç olmuş. Annem çok üzülüyor. Ama hamdolsun, sıkıntı olmadan atlatmışız. Ertesi gün, cezaevinde görüş imkânı tanınıyor. Belli yaştan küçükleri kabul etmiyorlar. Ancak ilk ziyaret olduğu için kim kimi isterse getirsin deniliyor. Benim de hastaneden 3 günden önce çıkışıma izin vermiyorlar. Hastane başhekimine "Ben de gideceğim. Çıkartmazsanız kaçarım" dedim. Doktor kesinlikle olmaz diyerek karşı çıktı ama bu sırada, anneme baktı. O da 'Yapar' deyince çaresiz izin verdi. Böylece görüşmeye bende gittim.
Görüşmede neler oldu?
Merkez kumandanlığında yaptığım en güzel şey, ona gizli bir şey sokmaktı. Çoğu yiyeceği almıyorlar. Patates götürseniz dahi tek tek içine bakıyorlar. Evden yemek götürmek için rahatsızlığı var diye özel rapor aldık. Çikolata getirmek yasak. Ancak babam da çok sever. Alırdım cebime koyardım. Önümüzdeki grup girerken, diğer grup çıkarken 50 kişilik bir kargaşa oluyordu. Ben o grupla girerdim. O sırada çikolata veya vereceğim gizli bir mektup, emanet, para ne varsa önceden verirdim? Sonra annemler gelince, sessizce yeni gelmiş gibi yapardım.
Babanız, 28 Şubat'ta eve geldiğinde nasıldı?
Gece yarısı eve geldi. Üzerini çıkardı. Pijamasını giydi. O kadar rahat ki. Sanki yurtdışından misafir gelmiş gibi. Mutfağa oturdu. 'Hadi bakalım bir soda verin' dedi. Annem bir taraftan Kur'an okuyor bir taraftan ağlıyordu. İyi şeyler olsun diye dua ediyordu. Bir yandan gelen telefonlara cevap vermeye çalışıyordu. Annem bir telaş ve merakla 'Ne oldu, kim ne dedi, hadi anlat!' diye soru yağdırmaya başladı. Babam ise, "Sen sakin ol. Otur şuraya. Olacak bir şey yok" dedi. Sodasını içti. Sonra "Şimdi geç saat oldu. Gece de kalkacağız. Şimdi gidip yatalım. Sabahleyin inşallah görüşürüz" dedi. Önemli hadiselerde hep böyle cevap verirdi. Sonra fotoğraflarda görürsünüz, hafif yan duran bir takkesi var. Onu giydi. Zaten takkesiyle yatar, kalkar. O şekilde gidip yattı, her zamanki gibi gece teheccüde kalktı sabahleyin de namaza. Annem sabaha kadar hiç uyumadı. Ama tabi sabaha kadar da annem sakinleşmiş oldu.
Zor süreçlerde size göre en önemli olay neydi?
12 Eylül'deki davalardan birisi de eroin kaçakçılığı iddialarına ilişkindi. Annem o dava açılınca, beni önüne çekti ve otur şuraya dedi. "Artık benim gücüm kalmadı. Baban idam edilecek. Kendini öyle hazırla. Edilmezse, sevin" diye konuştu. Artık dayanacak gücü kalmamıştı herhalde.
Siz o zaman ne düşündünüz?
O an, ne olur diye düşündüm. Herhalde, 'Babasız kalırım' dedim. Ardından 'Kaza sonucu da ölebilirdi' diye düşündüm. Sonra, annem bize biraz daha fazla kızar diye geldi aklıma. Çünkü annemin bize kızmasına babam da kızardı.
Ahrete hicretinin üzerinden 1 yıl geçti. Yokluğunda neler hissettiniz?
Herşeyi ona sorarak yapmaya alışık olduğumuz için, kendimi biraz boşlukta hissediyorum. Hala almam gereken kararlarda ona danışabiliyor olmayı çok isterdim.
Size vasiyeti oldu mu?
Hiçbir zaman, şuraya oturun benim vasiyetlerim şunlar falan demedi. Ama nasihatleri olurdu. Biz bu yolda Allah rızası için çalışıyoruz. Takatimizin sonuna kadar nasıl olursa olsun çalışacağız derdi.
Size göre onun Türkiye'ye ve dünyaya bıraktığı en önemli hizmet nedir?
Bugün hem ülkemizde hem İslam ülkelerinde, mücadelenin neden ve nasıl yapılacağını bizzat göstermesidir. Bu işin, inanç ve azim ile başarılabileceğini ortaya koydu. Gelecekte, ne büyük hizmetler yaptığı daha iyi anlaşılacak diye düşünüyorum.. Mekânı cennet olsun. İnşallah Rabbim bizi de orada buluşturur.