T24 - Gülşah Balbay, eşinin tutukluluğunun bininci gününde suskunluğunu bozdu. Ergenekon Davası'ndan tutuklu CHP İzmir Milletvekili Mustafa Balbay'ın bugün cezaevindeki 1000. günü. Yıllardır basının önüne çıkmayan Gülşah Balbay, eşinin tutukluluğunun bininci gününde suskunluğunu bozdu. Gülşah Balbay, ayda sadece bir kez 45 dakikalığına eşibe dokunabildiğini belirterek, ' Mutluluk nedir derseniz, ayda 1 gün 45 dakika derim' yanıtını veriyor.Gülşah Balbay, Cumhuriyet Gazetesi'nden Türey Köse'nin sorularını yanıtladı, Mustafa Balbay'sız geçen 1000 günü anlattı.
- Bininci günde neler hissediyorsun, neler düşünüyorsun? İnsan doğasının bir gün bile kaldıramayacağı, katlanamayacağı bir yerde eşim bininci gününü tamamladı. Savunmasını yaptı, savcının tüm tezleri çürütüldü, buna rağmen karar verilmedi ve 1000 gündür tutuklu. Silivri toplama kampında tek kişilik hücrede. Buna katlanmak, dayanabilmek mümkün değil. Eşim sekiz adıma bir adım hücrede. Tuvaleti, banyosu içinde, koşulları çok ağır. Havalandırmada da tek başına. Tecritte 275 gün deniyor, ama bu tecrit rakamı eksik. İlk gözaltına alındığında da 1.5 ay tek başına kaldı. Cezaevinde ayrıca ceza verdiler ona. Bir anne, eş olarak, ülkesini seven bir yurttaş olarak bu zulmün sona erdirilmesini istiyorum. Hukukun üstünlüğüne olan inancımı her şeye rağmen yitirmedim. İzmirli seçmenlerin seçtiği birinin 1000 gündür tutuklu kalmasına Meclis’in de seyirci kalmaması gerekir. Meclis’e görev düşüyor. İlgili yasa maddesindeki bir cümlelik değişiklik için neden hâlâ bekleniyor? Siyasilere sesleniyorum: Şikeyle ilgili yasa değişikliği 1 günde tamamlandı, 3 yıldır eşimin tutukluluğuyla ilgili bir adım atılmadı. Bu zulmün en kısa zamanda sona erdirilmesi Türkiye’nin yaşamış olduğu gergin havanın sona ermesi bakımından da çok olumlu olacaktır. İleri demokrasinin gerçekleşmesi için de büyük bir adım olacaktır.
- Başbakan Yardımcısı Arınç’ın açıklamalarını nasıl karşılıyorsun? Samimi bulmuyorum. Meclis’in çoğunluğu onlardayken hâlâ bir adım atmamış olmaları inandırıcılıklarını kaybettiriyor.
- Çocuklarla birlikte gittiğiniz bir görüş gününü anlatır mısın? Açık görüşlere üç kapıdan aranarak giriyoruz. Çocuklar da aranıyor ayakkabılarına kadar, ayakkabılarının içi aranıyor. Sonunda masalar, üzerinde saten örtüler, ortada plastik çiçekler olan bir salona giriyoruz. Bu salonda başımızda en az bir gardiyan bulunuyor. Oğlum bir oyuncak dahi sokamıyor. Beraber bir oyuncakla oyun imkânı yok. Araba sokmak falan yasak. Kızım kendi defterlerini götürmek, okulda yaşadıklarını, öğrendiklerini göstermek istiyor, yasak. Hiçbir şey paylaşamıyoruz. Bol bol birbirimize sarılıyoruz. Ayrı kaldığımız günlerin acısını gidermeye çalışıyoruz. Sevgi depoluyoruz. Bazen hiç konuşmadan birbirimize sarıldığımız zamanlar oluyor. Çocukların biri bir kolundan, diğeri bir omuzdun sarılıyor, babayı bırakmak istemiyorlar.
- En zoru ayrılış anı değil mi? En kötüsü ayrılırken, eşimi orada bırakırken oluyor. “Görüş bitti” diye gardiyan sesleniyor, oğlum Deniz “Zil çaldı, gitmelisin baba” diyor. Bazen de görüş sırasında ağlıyor. Babasının iki kolundan tutup, “kalk, hadi” deyip bizi çıkış kapısına götürüyor, çıkış kapısına kadar gidiyoruz. Mustafa, “Oğlum ben gelemeyeceğim, annen seni gezdirsin, gene getirsin” diyor. Oğlum donuk oluyor, kızım ağlıyor. Dönüş yolunda da çocukların ağzını bıçak açmıyor. En acısı ayrılırken, orada bir kere daha eşimi bırakmış olmanın verdiği yara...
- Balbay milletvekili seçildikten sonra tahliye edilmeyince ne hissettiniz? Seçimlerden sonra eşimin çıkacağını ümit ediyorduk. O gelecek diye hazırlıklar yaptık evde, yemekler hazırlandı. Seçim gecesi bekledik, ikinci, üçüncü gün bekledik, bir haftayı geçince uzayacağını kabullendik. Çok büyük yıkım oldu. Özellikle kızım çok büyük hayal kırıklığına uğradı, çok etkilendi. Kızım, artık “Babam ne zaman dönecek” diye sormuyor. Bana inanmıyor, “bir hafta, iki hafta sonra, bayramda, yılbaşında...” diyorduk ve bugüne kadar çıkmadı. Yağmur artık inanmıyor. Bu beni çok yaralıyor.
- Bu süreçte iki çocukla çalışamadın da... Kendini hiç yalnız hissettin mi? Daha önce hiç tanımadığım insanlardan inanılmaz sıcaklıklar gördüm, yalnızlığımı onlarla aştım. Sayın Kılıçdaroğlu kol kanat gerdi, CHP’liler hep yanımızda oldu. Cumhuriyet gazetesi yanımızda oldu. Ergenekon mağduru olarak iş bulmam çok zordu, çalışamadım. Çocuklarıma sarıldım. Çocuklarımla dimdik ayakta durmaya çalıştım. Onlara hem anne, hem baba olmaya çalıştım. Bu dönemi hasarsız atlatmaları için çaba gösterdim. Eninde sonunda babamız dönecek, sizleri sağlam, sağlıklı, iyi bulmalı, dedim.
- Mahpusta yatacak olanların eşlerine neler öğütlersin? Başları dik olsun, en şerefli günlerini yaşıyorlar. Çocuklarına şerefli bir soyad bırakıyor babaları. Tam bir cumhuriyet kadını olarak dik başlı olmalılar.
- “Dışarıda” 999 gün nasıl geçti? İlk gözaltına alındığı gün 1 Temmuz 2008. Yeni doğum yapmıştım, Deniz 30 günlüktü. Evde bizi eşimle konuşturmadılar. Korkunç bir gündü. O gün hiç yataktan kalkamadım. Günlerce çekmecelere dokunamadım. Bütün eve, her yere yabancı eller değdi. Yağmur uyandırıldı, yatağının altına, bazasındaki oyuncaklara kadar bakıldı. Bilgisayarı alınınca ağlamaya başladı, bir polis hanım, “tamire götürüyoruz, diyelim” dedi. Mustafa da, “Bilgisayarında virüs var, tamire gidecek” dedi. Fotoğraf makinesi, kamera, iki bilgisayar alındı. Deniz’in doğum fotoğrafları yok artık elimizde. O günden bu yana sadece eşim tutuklu değil, aile olarak hepimiz tutukluyuz. Hepimiz “zulümhane”yi yaşıyoruz, eşim Silivri’de yaşıyor, ben Ankara’da evde yaşıyorum. 3 yıldır çocuklarım babasız. Gittiğinde oğlum 8 aylıktı, şimdi 4 yaşında. Kızım ilkokul ikideydi, şu an 5. sınıfta. Hiçbir karne sevincini babasıyla yaşayamadı. Ayda bir kere babalarını görüyorlar. Ayda bir kere sadece 45 dakika eşime dokunabiliyoruz, elini tutabiliyoruz, hasret giderebiliyoruz. “Mutluluk nedir” derseniz, “ayda 1 gün 45 dakika” derim...
- 3 yıldır sürekli tahliye beklemek ve hayal kırıklığına uğramak çok yıpratıcı olmalı. Umudunu kaybettiğin oldu mu? Hiçbir zaman umudum tükenmedi. Herkes ümidini kessin, ben senden ümidimi kesmeyeceğim, dedim eşime de. Bu sürecin bir yerde noktalanacağını düşünüyorum, bu zulmün çok fazla devam edeceğine inanmıyorum. Biz belki hayatımızın sonbaharını yaşıyoruz. Herkese hüzün, acı gibi gelir sonbahar, ama ben ağaçlar dinlenmeye çekilmişlerdir diye düşünürüm, ilkbaharda yeşermek üzere, daha da büyümek üzere tomurcuklanırlar. Biz de öyle bir dönemi yaşıyoruz. Bu uzun sonbaharın biteceğine, hayatımıza ilkbaharın geleceğine inanıyorum. Çoğu gitti, azı kaldı.
- “Görülmüştür” damgalı mektuplar almak nasıl bir duygu? Mustafa kızıma ayrı, bana ayrı mektup gönderiyor. Kızımla beraber olamadıkları anları satırlarla yaşamaya çalışıyorlar. Yağmur okulu, arkadaşlarını anlatıyor. Mustafa da ona baba nasihatları veriyor. Eşim mektuplarında her hafta bir konu seçiyor. Bir gün, “başarılı olmak”, bir gün “üretmek” konularını seçiyor örneğin, her hafta bir teması olan mektuplar yazıyor, onun ufkunu açmaya çalışıyor. Yanında olamadığı için mektuplar göndererek yanındaymış gibi hissettirmeye çalışıyor. Mektupla babalık yapmaya çalışıyor. Yağmur başta babasının yazısının üzerine damga vurulmasına kızıyordu. Bazen de, arkaya damga basılınca seviniyor “hayret, yazıların üstüne basmamışlar” diye. Kızım erken olgunlaştı, erken büyüdü, erken politikleşti, Mustafa Balbay’ın kızı oldu... Hiçbir özelimiz kalmadı. Birbirimize yazdığımız sevgi sözcüklerinin 4-5 kişinin elinden geçmesi bizi etkilemiyor artık. Sosyal bilgilerden 100 aldım babacığım Mustafa Balbay, cezaevine girdiğinde 8 aylık olan oğlu Deniz şimdi 4 yaşında, kızı Yağmur 11 yaşına geldi. 11 yıllık evliliklerinin 3 yılında eşinden uzak kalan Gülşah Balbay’ın hayatı Ankara-Silivri yollarında geçiyor. Hayatının bu zor döneminde annesi Melek Gül ve babası Bahri Gül hep yanında. Yağmur Balbay, babasına “Babacığım, sosyal bilgiler sınavımdan 100 aldım. Seni çok özledim. Döneceğin günü dört gözle bekliyorum” diye sesleniyor.