"Zübeyde Hanım'a iftiralarla dolu sahte belgedeki emsalsiz hatâlar..."

"Zübeyde Hanım'a iftiralarla dolu sahte belgedeki emsalsiz hatâlar..."

Habertürk yazarı Murat Bardakçı, Nur cemaatinin "Okuyucular" kolunda hoca olduğu ifade edilen Hasan Akar'ın Mustafa Kemal Atatürk'ün annesi Zübeyde Hanım ile ilgili olarak ileri sürdüğü "Genelevde çalışıyordu" iddiasının, 1988'de uydurulmuş sahte bir belgeye dayandığını belirtti. 

"Ey alternatif tarih heveslileri, müzmin muhalifler, ideolojik sahtekârlar, iftira üstadları ve mâzî pazarlamacıları! Allah’tan korkmuyor ve artık hayatta olmayan mütedeyyin hanımlara zina isnadından çekinmiyorsunuz diyelim" diyen Bardakçı, "Ama aranızda doğru dürüst okuma-yazma bilen ve sahte belge hazırlarken daha az hatâ yapacak tek bir kişi bile kalmadı mı?" ifadesini kullandı. 

Murat Bardakçı'nın "Zübeyde Hanım'a iftiralarla dolu sahte belgedeki emsalsiz hatâlar" başlığıyla yayımlanan (14 Mayıs 2017) yazısı şöyle:

Zübeyde Hanım hakkında ortaya atılan iftiraların kaynağı Rıza Nur’un palavraları doğrultusunda 1988’de uydurulmuş sahte bir belgeye dayanır. İşte bu düzmece belgedeki hatâlar silsilesi ve gözlerden kaçan önemli bir ayrıntı: Hasan Akar’ın Atatürk’e ardarda hakaretler yağdırdığı sırada arkasındaki duvarda bulunan panoda ne yazdığına dikkat ettiniz mi? “Esmâ-i Hüsnâ”, yani Allah’ın 99 güzel ismi! Adam, esmâ-i hüsnânın önüne geçip iftiralar yağdırmaktan çekinmiyordu!

 Şimdilerde pek bir moda olan ve milletin tepkisini nihayet çeken “alternatif tarih” denen iş “yalan”, “palavra” ve “desteksiz atma” demektir; yeri geldiğinde de küfür ile hakaretten beslenir!

Eleştirilerini belge ve bilgi ile yapamayanlar “alternatif tarihçi” havalarına bürünüp işi hakarete ve iftiraya götürürler. Son günlerde Atatürk, Zübeyde Hanım ve Afet İnan ile ilgili gevelemeler de işte bu kişilerin ve bu zihniyetin ürünüdür.

Ve, gözlerden kaçan önemli bir nokta: Hasan Akar, Atatürk hakkında o mâlûm edepsiz lâfları ettiği sırada arkasındaki duvarda asılı duran pano bilmem dikkatinizi çekti mi?

Panoda “Esmâ-i Hüsnâ”, yani “Allah’ın 99 güzel ismi” yazılı idi! Ama ortada akıl almaz bir umursamazlık vardı; adam Allah’ın isimlerinin önünde Mustafa Kemal’e hakaretler yağdırıyor, böylelikle annesine zina isnadında bulunmaktan, yani İslâmiyet’in büyük suç kabul ettiği bir cürmü işlemekten hiç korkmuyordu!

Böyleleri falancanın yazdıklarını okuyup durmaları bir tarafa, levh-i mahfuzu bile hıfzetseler boşunadır!

Zübeyde Hanım’a iftiralarla ve hem imlâ, hem de şekil bakımından baştan aşağı yanlışlarla dolu olan sahte belge.

Yazmaya utanırsınız

Atatürk’e ve Zübeyde Hanım’a karşı yapılan bütün bu hakaretlerin kaynağının Dr. Rıza Nur isimli çatlağın hatıralarına dayandığını geçen gün yazmıştım..

Ama iş Rıza Nur’un edepsizlikleri ile kalmadı, onun yazdıkları temel alınarak son derece acemice hazırlanmış sahte bir mahkeme kararı uyduruldu: Selânik Asliye Hukuk Mahkemesi’nin kararı olduğu iddia edilen ama imlâsı baştan aşağı bozuk ve sadece dil değil, resmî üslûp bakımından bile Osmanlı dönemi mahkeme kararları ile alâkası bulunmayan ve yeni imal edildiği daha ilk bakışta anlaşılan, eski harflerle sözümona bir belge... Düzmece belgede Atatürk’ün annesi Zübeyde Hanım ile Abduş adındaki hayalî bir kişinin ilişkisinden bahsediliyor ve ayrıntılarını yazmaya edebin ve terbiyenin elvermeyeceği başka iddialarda da bulunuluyordu.

Hasan Akar iftiralarını ve hakaretlerini “Esmâ-i Hüsnâ”nın, yani “Allah’ın 99 güzel ismi”nin yazılı olduğu bu levhanın önünde etmekten hiç çekinmedi!

Sayıklamaların kaynağı

Sözkonusu sahte belge, 1980’lerin ortasında elden ele dolaşmaya başladı. Belge, 1988’de “Ümmet” isimli bir derginin yayınladığı “M.Kemal’in Babası Kim?” isimli küçük bir kitapta da yeraldı ve “alternatif tarihçi” oldukları iddiasındaki dedikodu kumkumaları ile onlara hayran cühelânın sermayesi oldu.

Derken aradan altı sene geçti ve uydurma belgenin fotokopisi, güya yeni harflere çevrilmiş şekli ile beraber 1994’te bir gece Meclis’te milletvekillerinin odalarının kapısının altından atıldı. Kıyametler koptu, ardarda soruşturmalar açıldı ama bu haysiyetsizliği kimin yaptığı ortaya çıkartılamadı.

Dr. Rıza Nur’un hatıralarının Paris’te, Fransız Millî Kütüphanesi’nde bulunan elyazısı ile olan nüshasında Mustafa Kemal’den bahsettiği sayfalarından biri... Hakaretlerin bazılarını metne mavi mürekkepli bir kalemle sonradan ilâve etmiş...

İşte, Hasan Akar’ın, fesli ve eli sopalı üstad bozuntularının, onların hayranlarının ve alternatif tarih meraklılarının sermayeleri Rıza Nur’un sayıklamalarına ve bu düzmece belgeye dayanır! Belge ama ne belge!..

İşte hatalar silsilesi

Şekil, ifade ve imlâ bakımından baştan aşağı yanlıştı, 19. yüzyıl Osmanlıcası ile değil, “yeni Türkçe düşünüp eski Türkçe yazmaya heveslenmiş” acemiler tarafından yakın zamanlarda uydurulduğu ilk bakışta anlaşılıyordu ve neresinden tutsanız elinizde kalıyordu!

Meselâ, 19. asır Türkiyesi’nde vârolmayan bir “Asliye Hukuk Mahkemesi” ismi uydurulmuştu. Belgenin üslûp bakımından Osmanlı döneminin resmî yazı kuralları ve mahkeme kararları ile de hiçbir alâkası yoktu. O devrin resmî yazılarında geçmeyen kelimeler kullanılmıştı, hattâ acemilikten en alta tarih koyarken bile kurtulamamışlar, mahkeme kararlarında şart olan Hicrî tarih akıllarına gelmemiş, sadece Rumî tarih kullanmışlardı, hattâ “kânun-ı evvel” ayının imlâsı bile yanlıştı.

Ama asıl rezalet, ortada imlâ diye birşeyin bulunmaması, dünya kadar kelimenin yanlış yazılması idi!

Sözkonusu sahte belgedeki imlâ hatalarından bazılarını aşağıda maddeler hâlinde sıralıyorum. Eski harfleri bilenlerin kolayca anlayabilecekleri bu izahatım gerçi biraz teknik olacak ve Eski Türkçe’yi bilmeyenlere pek bir şey ifade etmeyecek ama elde bulunmasında yine de fayda vardır, zira günün birinde işinize yarayabilir!

İşte, okuma-yazma özürlü biri veya birileri tarafından devrilen çamlar:

Aded: Cehalet silsilesi, düzmece belgenin girişinden başlıyor! Bu kelimenin imlâsı belgeyi uyduran cahilin yazdığı dibi “ayın-dal-te” değil, “ayın-dal-dal” biçimindedir ve “aded”i o devirlerde değil hâkimler, mahkemenin kahvecileri bile “te” ile, yani “adet” diye yazmamışlardır.

Vermiş: “Vav-rı-mim-şın” değil, “vav-ye-rı-mim-şın” yazılır; yani “ver” kelimesinin aslı “vir” olduğu için “vav”dan sonra mutlaka “ye” konur.

Olduğun: “Eliv-vav-lamdal-ye-kef-nun” ile değil, “elif-vav-lam-dal-ye-gayın-nun” diye yazılır. Ancak “olduğun” kelimesinin o devirde böyle bir cümlede “olduğunu” şeklinde kullanılması gerektiği için, sondaki “nun”dan sonra da “ye” konur.

İddia: Çüş ki, ne çüşşşş! Bırakın o devrin hâkimlerini, bugün belediyelerin açtığı eski Türkçe kurslarına gitmeye daha yeni başlamış bir hevesli bile, “iddia”nın bu belgeyi uyduran cahilin karaladığı şekilde yani “elif-ye-te-dal-ye-ayın-elif” diye değil, “elif-dal-ayın-elif” biçiminde yazıldığını, yani kelimenin “itdiae” değil, “iddia” olduğunu bilir! Aynı şekilde, “iddianâme”nin başındaki “iddia”nın imlâsı da böyledir!

Dr. Rıza Nur, Lozan dönüşünde, henüz tam olarak delirmediği günlerde.

Miras: “Mim-rı-elif-sin” değil, “mim-ye-rı-elif-se” yazılır ve mahkeme belgesi uydurarak hâkimlik oynamaya çalışan cahil her kim ise, hukukun en yaygın kelimelerinden olan “miras”ın yazılışından bile habersizdir!

Vermiş: Doğru yazılışı “vav-rı-mim-şın” değil, “vav-ye-rı- mim-şın”dır!

Veled: “Vavlam-tı” yani “velt” yahut “vült” okutturacak biçimde değil “vav-lamdal” yazılır ve “veled” okunur.

Keyfiyetin: Bu ifade, tarihte tek bir defa bile olsa mâlûm belgeyi uyduranların cehalet çukurlarında debelendikleri şekilde, yani “kef-ye-feye-he-dal-yenun” diye yazılmamıştır; doğrusu “kefye-fe-ye-te-kef” iledir.

Tezkire veya tezkere: Hukukun yine en fazla kullanılan ifadelerinden olan “tezkire”, meçhul sahtekârların ücra dağların tepesindeki mekânlarında yazdıkları gibi “dal” ile ve “dezkereeee” diye telâffuz edilmektedir ama kelime asırlar boyunca “te-zel-kefrı-he” şeklinde yazılmıştır, bugün de böyle yazılır ve “tezkirenin” derken de sondaki “nin” eki için “nun-ye-kef” değil, sadece “nun-kef” ilâve edilir!

Kânun-ı evvel: “Aralık ayı” mânasına gelen bu kelimede ikinci “nun”dan sonra “ye” gelmez; üstelik bu ifade resmî belgelerde böyle acemice ve iki ayrı kelime hâlinde değil, birleşik ve genellikle harfler içiçe geçmiş şekilde yazılır ve bir adlî kâtibin ay isminde bile hatâ etmesine imkân yoktur!

Abduş: Herifler ortaya attıkları hayalî ismi, yani “Abduş”u bile doğru yazmaktan âciz! İsmin aslı olan ve “kul” mânâsına gelen “Abd” sözü “elifbe-dal” değil, “ayın-be dal” iledir ve adamlar Kur’an’da defalarca geçen “abd” sözünü yazmayı bile becerememektedirler!

Dinine bağlılığı sebebi ile “Zübeyde Molla” diye bilinen Zübeyde Hanım, 1921’de her sene hatim indirilmesi için Darüşşafaka’ya 20 bin kuruş bağışlamıştı.

Bileniniz kalmadı mı?

İşte, düzmece belgedeki imlâ hatalarından, daha doğrusu belgeyi uyduranların cehaletlerinden birkaç örnek... Bu fâhiş hatalardan bazılarını seneler önce de yazmıştım ama karşımdakiler yüzsüz, utanmaz ve arlanmaz oldukları için “Osmanlı zamanında bazı hâkimlerin okuma-yazma bilmedikleri” gibisinden tuhaf savunmalara kalkışmışlardı. Geçmişin hasretini çekiyor ama cehaletlerini örtbas etmek maksadı ile kalkıştıkları zavallı iddialarının eskinin okur-yazarlarına hakaret olduğunu anlayamıyorlardı!

Ey alternatif tarih heveslileri, müzmin muhalifler, ideolojik sahtekârlar, iftira üstadları ve mâzî pazarlamacıları! Allah’tan korkmuyor ve artık hayatta olmayan mütedeyyin hanımlara zina isnadından çekinmiyorsunuz diyelim... Ama aranızda doğru dürüst okuma-yazma bilen ve sahte belge hazırlarken daha az hatâ yapacak tek bir kişi bile kalmadı mı?