Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan'ın geçtiğimiz hafta Harp Akademileri’ndeki konuşmasında sarf ettiği "Ergenekon ve Balyoz'da aldatıldık" sözlerini değerlendiren KCK Yürütme Konseyi Üyesi Zübeyir Aydar, "Bana öyle geliyor ki, bunun öncesi var ve askerle oturup konuştu. Partisine de çok fazla güvenmiyor. Cemaat’in ve diğer kesimlerin kendisine muhalefeti belki kendisini korkutuyor, orduyu da yanına alacak bir ittifak arayışında. Ordu Tayyip Erdoğan’ın çizgisine gelmedi, Tayyip Erdoğan ordunun çizgisine geldi" dedi. Aydar, "Kürtler bu ülkede ne olamıyor ki, şeklindeki sözler tamamıyla 90’lı yıllardaki eski söyleme dönüştür" diye konuştu.
Hürriyet'ten Cansu Çamlıbel'in sorularını yanıtlayan (30 Mart 2015) Zübeyir Aydar'ın açıklamalarından bazı bölümler şöyle:
- Eskiden ben burada, Brüksel’de gazetecilik yaparken Türkiye sizinle ilgili olarak Avrupa kurumlarına çok baskı yapardı. Barış süreciyle birlikte durum değişti mi?
Türkiye devletinin yaklaşımı açısından henüz resmi bir değişiklik yok. Henüz yeni bir politika oluşturulmamış, Dışişleri Bakanlığı’na yeni bir perspektif verilmemiş. ‘Bunların hepsi terör örgütünün yöneticileridir’ şeklinde diplomasinin temelini oluşturan o argümanlar daha değişmemiş, sonra değişir. Ama kişilerde değişiyor. Bazı kimseler herhalde bu perspektifin eskimiş olduğunu görüyorlar. Son gelişmelerden beri Avrupalılarda değişim var. Eskisi gibi öyle muhatap almama, kapıyı kapatma veya Türkiye’nin her söylediğini uygulama durumu yok. Dışişleri mensupları da görüyorlardır diye düşünüyorum. Eski argümanlarla hareket ettikleri zaman etkili olamadıkları, hatta gülünç duruma düştükleri kanaatindeyim. Hayat değişiyor, görüşmeler var, bir süreç ilerliyor. Ortadoğu’daki gelişmeler, Irak’ta Suriye’de son 2 yılda yaşanan gelişmeler bakış açılarını değiştirdi. Kobani yepyeni bir durum. Bütün bunların karşısında siz hala 90’lı yılların argümanıyla hareket ederseniz sıkıntı yaşarsınız.
- Avrupalılar cephesinde size yaklaşımdaki değişimi biraz açar mısınız? Türkiye’nin sizlerle ilgili talepleri neden eskisi kadar güçlü kabul görmüyor?
Eskiden Türkiye’nin dedikleri olduğu gibi kabul görüyordu. Türkiye ile Avrupa Konseyi ve AB’deki ortaklıklar esas alınırdı. Son yıllarda bizim çalışmalarımız kadar Türkiye’den kaynaklanan bir durum var. 2011’den beri Türkiye hükümeti Batı ile epey ters düşmüş durumda. Ortadoğu’da çapından daha büyük işlere kalkışma, İsrail’le karşı karşıya gelme, Sünni
eksenli bir politika izleme, daha çok Müslüman Kardeşler’i esas alan bir ideolojik yaklaşım, Batı’nın kötü olduğuna yönelik devamlı bir propaganda, en son da IŞİD olayı. Tüm bunlar üst üste gelince Avrupalılarda bize bakış açısında ciddi bir değişim oldu. Henüz resmi politikalara tam dönüşmemiş olsa bile fiili olarak düne kadar bize kapalı olan birçok kapı şu an çok daha rahat açılıyor.
- Rahat açılan kapılardan bir-iki örnek verir misiniz? AB kurumları var mı bunların arasında?
Eskiden AB Komisyonu düzeyinde KNK adına pek kimse görüşemezdi. Ama şu anda görüşülebiliyor. Yardım programları, Irak, Suriye ve pek çok konuda tartışma yürütülüyor. Türkiye’yi izleme prosedürü çerçevesinde hem Avrupa Parlamentosu’nda hem Komisyon’da temaslar oluyor. Bir de tabii ki bu son İmralı süreciyle birlikte onlar da Kürt tarafını dinleme gereği hissediyorlar. Önceki yıllar gibi değil, pozitif algı daha fazla. Ama terör listesi falan değişmedi.
- KNK herhangi bir terör listesinde mi?
Yok.
-Siz 2010 yılında Belçika polisi tarafından neden tutuklanmıştınız?
2010’da bir operasyon oldu, biz 3 hafta kadar tutuklu kaldık.
- Onun siyasi değil uyuşturucu kaçakçılığıyla ilgili olduğu da söylendi.
Alakası yok, siyasiydi tabii. Terör örgütü yöneticiliği dediler.
-Neden 3 hafta sonra bıraktılar o halde?
Aslında bir nevi sipariş bir operasyondu. Birileri ‘yapın, edin’ gibisinden...
-Türkiye’nin baskısıyla mı tutukladılar?
Belki Türkiye, belki farklı çevreler. Artık bir takım hesaplar vardı. Aradan 5 yıl geçmesine rağmen o soruşturma devam ediyor.
-Tutuksuz mu yargılanıyorsunuz?
Henüz mahkemeye çıkmış değiliz. Bir oda dolusu klasör var, artık ne oluşturmuşlarsa. Ama buradan bir şey çıkmaz. Bir siyasi davadır.
- PKK’nın AB terör listesinden çıkarılması kolay gündeme gelebilecek bir konu mu sizce?
AB, yenilediği terör listesinde hâlâ eski argümanlarla listede tutuyor. Altı ayda bir yeniliyor. PKK eski argümanlarla yine listede. Avukatlar itiraz ettiler yine. İtiraz süresi 6 Mart’a kadardı. Hükümetler Türkiye ile ilişkilerinden dolayı direk listeden çıkarma konumuna gelmediler. Ama ilişki kurmama durumu giderek aşılıyor. Resmen terör listesinde ama gayriresmi temaslar var. Düne kadar Rojava’yla, PYD ile hiç ilişki kurulmuyordu, şimdi Elysee Sarayı’na davet edip resmi görüşme yapıyorlar. Türkiye bu konularda rahatsız.
- Türklerde şöyle bir kaygı var; bugün bağımsız birleşik Kürdistan’dan vazgeçilmiş gibi görünseler de 10-20 sene sonra diğer iki ülkedeki parçalarla birleşip ‘şimdi kurduk’ mu derler diye...
Tabii ki kimse kimsenin geleceği üzerine ipotek koyamaz. Fakat Türkiye’deki milliyetçi, ulusalcı çevreler, Türkiye’yi sevdiğini söyleyen bütün çevreler şunu görmeli; biz hesabı toprak üzerinden yapmıyoruz. ‘Şu köy benim, şu dere benim, orası senin’ gibi sınırlar koymuyoruz. Biz meseleleri milliyetçilikten uzak çözmek istiyoruz. Milliyetçilik hangi tarafta olursa olsun çözümlere zarar veren bir yaklaşımdır.
-İyi de PKK en başta milliyetçilik temelinde kurulan bir örgüt değil miydi?
En başta da dönemin sosyalist, Marksist-Leninist geleneğine uygun bir kuruluştu. Kuruluş felsefesinde bu vardır, tabii ki ulusal kurtuluş savaşı verdi. Geçen yüzyılın genel olarak dünyada şekillenen ulusal kurtuluş savaşlarını örnek alıyordu. Fakat bunun çözüm olmadığını, halklar arasına sınırlar koyarak bir çözüm geliştirmenin daha büyük sorun ve yıkımlara yol açtığını gördü.
- PKK milliyetçilikten vazgeçti diyebiliyor musunuz?
Baştan da milliyetçi değildi, ama genel ulusal kurtuluş çizgisi doğrultusunda ister istemez milliyetçiliğe kayması gibi durumlar da bazen oluştu. Türkiye büyük bir ülke. Biz Türkiye’de Anadolu’da yaşayan her kesimle birlikte yaşamak istiyoruz. Ama kimse yerinden yurdundan olmadan, kimse bir yerden bir yere zorlanmadan, kimsenin arasına sınırlar koymadan, herkesin kimliği kültürü inancı temelinde özgür ve demokratik bir ortamda birlikte yaşamasından yanayız. Ankara, Türkiye’yi kaldıramıyor. Bir yere bir okul bile yapılacaksa, bir öğretmen atanacaksa hepsi Ankara’dan yapılıyor. Bu sistemi hantal hale getiriyor, hele de Tayyip Erdoğan gibi birisi geliyorsa ta Kars’taki heykele de karışır duruma geliyor.
Türkiye yerelden yönetilmeli. Bu sadece Kürtler için değil, İzmir için de İstanbul için de Trakya için de Karadeniz için de böyledir. İzmir’deki insanlar nereye proje yapacaklarına kendileri karar vermeli, hangi inşaatı yapacaklarına Ankara’daki insan karar vermemeli. Merkezin ve yerelin yetkileri anayasa ve kanunlar çerçevesinde paylaşılsın. Bu sadece Kürtler için değil, İzmir için de İstanbul için de Trakya için de Karadeniz için de böyledir. Kürtler de bunun parçası. Kürtlerin bunun içinde farklı istediği, yani Türklerde olan ve Kürtlerde olmayan ne olabilir? Dilini, kültürünü istediği biçimde yaşayabilmedir. Kendi okulunu, eğitimini yapsın, anadilde eğitim yapsın. Kürtçe de Türkçenin yanında kamu dili haline gelsin. Bu Trakya’daki insana zarar veren bir şey değil.
-Trakya’daki adam da haklı olarak şunu soruyor; bunun için mi 30 yıldır bu kadar insanı öldürdüler?
28 Şubat’taki 10 maddeye herkes farklı anlam yükleyebilir ama bizim yüklediğimiz anlam şöyle; bu genel bir Türkiye, genel bir demokratikleşme projesi. Siyaset yolu kapalı olduğu için insanlar silaha sarıldı. O geçmişi de görmezden gelemeyiz. Türkiye’yi bölecekler, parçalayacaklar paranoyasından herkes bir yerde sıyrılmak durumundadır. Biz de bu konuda kendimizi anlatmaya çalışıyoruz. Seçimler yoluyla da bunu yapıyoruz. HDP bunun için kuruldu. Kürtlerden de itiraz geldi başta. Şu anda Türkiye’yi genel bir demokratikleşmeye götüren bir harekete dönüştü. Biz Türkiye’yi küçültmek değil büyütmek istiyoruz, demokratik ve başkalarına örnek bir ülke olmasını istiyoruz. Böyle bir ülke olduğunda diğer ülkelerdeki Kürt hareketleri de Türkiye ile birlikte hareket etmek isterler. Bundan kimsenin korkmaması lazım. Tarihsel altyapısı da var. Şu anda birlikte bir bölgesel demokrasi hareketi olabiliriz.
- Cemil Bayık, Ahmet Şık röportajında Hakan Fidan’ın kendilerine Paris suikastında MİT’in belli bir kanadının parmağı olduğunu ima ettiğini anlattı. Sizde de bu yönde bir bilgi var mı?
Doğru söylüyor Cemil Bayık arkadaş. Bunu illa Hakan Fidan’ın söylemesi gerekmez. Tayyip Erdoğan miting meydanlarında açıkladı. Geçen sene bu sıralarda (mart) Urfa ve Ağrı mitinglerinde paralel yapı adı altında Cemaat’i eleştirirken “Oslo sürecini sabote ettiler, Müsteşarıma yöneldiler, Paris’te insan öldürerek süreci sabote etmeye çalıştılar” dedi. Bu davanın avukatları Tayyip Erdoğan’a ‘Sendeki bilgi nedir’ diye soralım diyor. Birincisi bu. İkincisi ses kaydı var Ömer Güney’in.
- Size göre o ses kaydı doğru mu?
Doğru bir ses kaydıdır. Hatta ben kişi olarak söyleyeyim; şüphelendiğim bir ses de var.
- Tanıdığınızı düşündüğünüz bir ses mi?
Şüphelendiğim bir ses de var devlet kanadından.
- Ve siz bu kişiyi kişisel olarak tanıyorsunuz, öyle mi? Oslo Süreci sırasından mı?
Ses bana tanıdık geliyor, o kadar söyleyeyim. Öte yandan, MİT belgesi çıktı. Şu anda da bütün soruşturma geliyor ve Türkiye’de tıkanıyor.
- Fransa neden sessiz? Fransız makamlarının Charlie Hebdo olayı sırasında ne kadar hızlı hareket edebildiğini gördük. Olayın üzerinden iki sene geçmiş. Sizde olan bu bilgiler Fransız polisinde yok mu?
Bunlar devletler arası ilişkilerdir. Bu dosyada Fransız antiterör polisi ilk etapta ciddi bir soruşturma yapmadı. Ben de avukatım, bana göre çok yüzeysel yaklaştı. Hatta cinayet masası bu ilişkileri ortaya çıkardı büyük ölçüde. Ben o devletler arası ilişkilerden şüpheleniyorum. Fransa’da bir kesimin onayının olabileceği yönünde bende şüphe var.
-Siz Hakan Fidan’ı Oslo sürecinde bizzat tanıdınız, değil mi?
Hakan Fidan’ı tanıyorum.
- Hakan Fidan’ın milletvekilliği için aday adaylığı başvurusu yapıp sonra Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın tepkisi üzerine geri çekmesini nasıl değerlendirdiniz? Sizce sürece katkısı MİT Müsteşarlığı devam ederken mi, yoksa siyasetin için de mi daha fazla olur?
Eğer istifa etmeseydi şu anda farklı bir titri olacaktı, aday olup devam etseydi farklı olacaktı. Ama önce istifa et, müracaat yap, sonra birisi diklenince istifanı al, yerine dön. Hakan Fidan, bundan yara aldı. Düne kadar Hakan Fidan, hükümet içindeki bakanlardan daha etkili ve yetkili bir konum sahibi, Cumhurbaşkanı üzerinde etkisi olan bir insan olarak bilinirken bugün bir memurdur. Ya başlamayacaktı yahut da çıktığı yolu tamamlayacaktı. Kendisine üzüldüm, bu duruma düşmemeliydi. Yetenekli bir insan, iradesini de yetenekleri doğrultusunda kullanmalıydı.
- Hükümetin yetkili ağızlarından şu argümanı çok duyuyoruz; Kürt hareketi bölündü, barış süreci Öcalan sayesinde buralara geldi. Selahattin Demirtaş’ın Öcalan ve Kandil tarafından tasvip edilmediği yönündeki iddialar doğru mu?
Tek kelimeyle hayır. Bunlar kafa karıştırmak için bir merkezden üretilen şeyler. Harekette farkı başlar yok, farklı görevlerde bulunanlar var. Ama disiplin olarak herkes genelde bir bütündür. Hem Başkan Apo hem Kandil hem bütün yönetim bir bütündür. HDP Türkiye’de siyaset yapan legal bir partidir, kendi kurulları var. Selahattin Demirtaş da bunun parçası, öyle kendi başına hareket eden biri değil, kendi kurullarıyla birlikte hareket eden biridir. Partisini en ileri yere taşımaya çalışıyor, kendisini destekliyoruz. AKP, şu anda HDP’nin parti olarak seçime girmesinden rahatsız. HDP bağımsız girse bugün Diyarbakır’da 11 kişilik kontenjanın 6 tanesi için yarışacak, 5 tanesi otomatikman AKP’de veriliyor. AKP bunu istiyordu. HDP bugün 11’ine de talip, AKP bundan rahatsız. Selahattin’in Türkiye kamuoyunda belli bir imajı var; gençtir, söylemi yerindedir, beğeniliyor. Onu şüpheli hale getirip, onu çizmeye çalışıyorlar. Onun başkanlığı şu anda partiye puan kazandırıyor. O yüzden oradan saldırıyorlar.
- Net bir şekilde KCK, Selahattin Demirtaş’ın ve HDP’nin başarısının arkasındadır diyebiliyor musunuz?
Seçim konusunda Kürt hareketi, Selahattin Demirtaş ve temsil ettiği ekibin arkasındadır. Kürt hareketi çözüm konusunda da Başkan Apo’nun arkasındadır.
- Öcalan’ın Nevruz çağrısının orijinalinde PKK’ya kongreyi toplaması için tarih verdiği ancak tarihin mektuptan sonradan çıkarıldığı iddia edildi.
Bu doğru değil. Diyelim ki 10 madde müzakere edilmeden tarih koydunuz ama müzakere süreci işlemedi, o halde o tarih gelince ne yapacaksınız? Ama zaten bu yeni bir olay da değil. Kasım ayındaki 66 maddelik müzakere taslağı sunulduğunda, orada da bazı takvimlendirmeler yapılmıştı ama hükümet bunlara uymadı. Normalde onlar olmuş olsaydı bu aralar zaten kongre gündemde olmalıydı. Bir sürü komite ve komisyon kuracaklardı, bir hakikat ve yüzleşme komisyonu olacaktı. Parlamento her aşamada devrede olacaktı. Başkan Apo akil insanlar heyetini de başta önerirken sürecin sonuna kadar izleme ve arabuluculuk görevlerini yapacak bir heyet önermişti. Bunların hiçbirine uyulmadı.
- Öcalan’ın Nevruz mektubu devletin de üzerinde mutabık kaldığı yazılı bir metin midir?
Tabii ki, yazılı bir belgedir. Tek taraflı da hazırlanmamıştır, görüşler alınmıştır ve son şekil öyle verilmiştir. Zaten devlet tarafının onayı olmadan oradan belge çıkmıyor.
- Süreci devlet tarafında başlatma iradesini gösteren Sayın Cumhurbaşkanı 28 Şubat’ta Dolmabahçe’deki görüntüyü eleştirdi, iki tarafın bahsettiği 10 maddenin farklı olduğunu söyledi. Neden Cumhurbaşkanı durduk yere kendi başlattığı barış süreciyle ilgili böyle bir noktaya gelsin?
Cumhurbaşkanı’nın geçen hafta Harp Akademileri’ndeki konuşmasına bakmak lazım. Bana öyle geliyor ki, bunun öncesi var ve askerle oturup konuştu. Partisine de çok fazla güvenmiyor. Cemaat’in ve diğer kesimlerin kendisine muhalefeti belki kendisini korkutuyor, orduyu da yanına alacak bir ittifak arayışında. Ordu Tayyip Erdoğan’ın çizgisine gelmedi, Tayyip Erdoğan ordunun çizgisine geldi. ‘Kürtler bu ülkede ne olamıyor ki’ şeklindeki sözler tamamıyla 90’lı yıllardaki eski söyleme dönüştür. Belki ‘seçim öncesinde milliyetçi oyları hedefliyor’ da denebilir ama ben esas orduyla olan ittifak arayışını görüyorum. Çözüm karşıtlarıyla ittifak bir geriye gidiştir. Hükümet nasıl bir tavır koyar bilemiyorum tabii.
- Hükümet içinde de farklı perspektifler olduğu malum. Ancak Yalçın Akdoğan son olarak ‘Cumhurbaşkanı’nın süreçle ilgili görüşleri bizim için talimattır’ gibi çok güçlü bir ifade kullandı.
Sonuçta merkez bankası olayında, Hakan Fidan olayında tecrübe şunu göstermiştir; en son Cumhurbaşkanı’nın dediği oluyor. Burada da onun dediği olacak.
- Barış süreci çatırdıyor mu?
Ben öyle bir seslendirmede bulunmak istemiyorum ama iyi bir yerde olduğumuzu söyleyemeyeceğim
-Dağlıca’da ne oldu?
Halk Savunma Merkezi açıklamasında, ‘Onlar başlattılar, saat 11’den 16’ya kadar mevzilerimizi bombaladılar. Biz de saat 13-15 arasında bazı karşılıklar verdik ama onlar hep devam ettiler’ diyorlar. E şimdi arada bu ateşkesi izleyen bir heyet olsaydı, gidip bakardı hangi taraf ateşkesi bozuyor.
- Mardin ve Dağlıca’dan gelen haberlerden sonra herkesi en çok tedirgin eden çatışma ortamına geri dönülmesi riski. Dönülür mü sizce?
Halk Savunma Merkezi açıklamasında, ‘Biz sonuna kadar dikkatli davranacağız ama üzerimize gelirlerse kendimizi savunma hakkımız vardır’ dediler. Asker ‘Barınak ve sığınakları arıyorum’ derse ve oralarda insanlar varsa orada çatışma çıkacaktır. Eğer operasyon ve askeri hareketlilik varsa, çatışma riski kapıdadır. Bugüne kadar dikkat edildi ama bugün dikkat etmezlerse böyle bir risk vardır. Bu bizden kaynaklanmayacaktır. Biz hareket olarak şu kararı vermişiz; bu meseleyi silahı devreden çıkararak, tümüyle müzakere yoluyla çözme irademiz var. O konuda karar verilmiştir. Biz verdiğimiz söze bağlıyız. Temennimiz ordunun operasyon ve provokasyon yapmaması. İki yıldır bir ateşkes sürüyor. Bu ateşkesi denetleyen tarafsız bir gözlem heyeti olsaydı, bunlar yaşanmazdı. Heyetin en azından, ateşkesi bozan tarafı tespit edip ‘neden’ diye sorgulayabileceği bir konumu olmalıydı.
- Neden böyle riskli bir aşamaya gelindi sizce?
HDP’nin yükselen trendi AKP’nin iktidarını zora sokuyor, Cumhurbaşkanı’nın başkanlık rüyaları suya düşüyor. Eğer normal bir propagandayla yapamıyorsa provokasyonlar yaşanabilir. Cumhurbaşkanı’nın açıklamaları, Genelkurmay’dan gelen açıklamalar ve ordunun hareketlenmiş olması iyiye işaret değil.
- Kulislerde Remzi Kartal ile birlikte sizin HDP’den milletvekili adayı gösterilmenizin gündemde olduğu konuşuluyor. Nedir son durum, dönüş hazırlığı var mı hakikaten?
Aslında bu konu da sürecin bir parçası. Biz Türkiye’ye dönüp siyaset yapmak istiyoruz. Biz buralarda 21 yıldır sürgün hayatı yaşıyoruz. Çok da isteyerek buralarda kalmadık. Bu anlamda dönüşün şartlarını hazırlayacak olan hükümettir. O konuda gerekli kolaylıkları sağlarlarsa neden olmasın. Biz siyaseti kendi ülkemizde, kendi memleketimizde yapmak istiyoruz, dışarıda değil.
- Bu, şu mu demek; sizlerin önüne yasal olarak bir dava çıkarılmadan milletvekili adayı olabilmeniz müzakerelerin parçası mı?
Müzakere ana konularda yapılır, bunlar tali şeylerdir. Biz gelmek istiyoruz ama bunun zeminini hükümet sağlayabilir. Halen kırmızı bültenle buralarda da aranıyoruz. İsterlerse kaldırabilirler. Bunlar siyasi davalardır.
- Peki sizin konunuz şu anda hükümetin masasında mı?
Ben o konuya girmek istemiyorum. Ama şunu söylüyorum; bu zemini ancak hükümet sağlayabilir.
- Ama çok daralan bir takvimden bahsediyoruz vekillik için. 7 Nisan başvurular için son gün.
Biliyorum. Daha önce de konuşulmuş. Bu konu çok tartışıldı.
- Öcalan’ın da bu konuyu gündeme getirdiği doğru mu?
Orada da tartışılmış. Şu anda daha fazla bir şey söyleyecek durumda değilim. Kişi olarak siyaset illa parlamentoda yapılır noktasında değilim zaten.
- Öcalan PKK’ya kongreyi toplamak için bir tarih vermiş olmasa da bunun seçimden önceki dönem içinde olmasını istediğini anlıyoruz, yanlış mı? PKK seçimden önce toplayacak mı kongreyi?
Ben tecrübeme ve bugünkü şartlara bakarak, seçim öncesinde bir kongreyi gerçekçi görmüyorum. Bunlar müzakere edilip bir yere getirilseydi mümkündü, tıkanıklık bizde değil. Barış inşası bina inşasına benzer; siz binanın temelini atıp duvarları örmeden çatı kuramazsınız. Her şeyin bir sırası var. Silahın ortaya çıkış şartlarını ortadan kaldırmadan diğerine ‘Gel, teslim ol’ demenin anlamı yok. Önce şartlar düzeltilir, silah da devreden çıkarılır. Şu anda hemen müzakere başlasın. İsterlerse geceli gündüzlü çalışılabilir ve kısa sürede bir mutabakat imzalanabilir. 10 maddenin hepsinin müzakere edilip bir protokole bağlanması lazım. O takdirde kongrenin toplanması çok kolaydır.
- PKK ancak müzakerelerin başladığına dair taahhüt yazılı metin olarak imzalanırsa mı kongre toplar? Bu yazılı metinde ne talep ediyor PKK?
10 maddenin hepsinin müzakere edilip bir protokole bağlanması lazım.
- PKK ile Suriye’deki PYD’nin ilişkisi üzerinde epey tartışılan bir konu. Siz nasıl tanımlıyorsunuz o ilişkiyi?
İdeolojik olarak onlar da Sayın Abdullah Öcalan’ın çizgisinde, onu referans alıyorlar. Karşılıklı tabii ki yardımlaşma var. Ama PYD de bir iradedir, kendi merkezi var, kendi kararlarını alıyor. Üzerinde bir vesayet falan yok. Ama onlar da Başkan Apo’nun çizgisinde.
- PKK da şu anda daha çok Rojava’da savaşıyor değil mi?
Gitmek isteyen gidiyor. Nasıl Kerkük, Mahmur, Şengal savunuluyorsa, aynı yardım Rojava’ya da yapılıyor. Böyle bir tavır var. KDP’ye, YNK’ye de bir saldırı olduğunda gerilla dağdan indi, gitti en ön safta savaştı. Yoksa Hewler (Erbil) boşalıyordu. Bu tavır Rojava için de geçerli. Fakat bu, Rojava’daki yönetimin PKK’ye bağlı anlama gelmiyor.
Söyleşinin tamamı için tıklayın.