Sanatçı Zülfü Livaneli, Kırgızistan'da 30 yıl önce Issık Göl kıyısında Cengiz Aytmatov'un ev sahipliğinde gerçekleşen ve aralarında Yaşar Kemal, Peter Ustinov ve Arthur Miller'ın da bulunduğu forumu anlattı. Aytmatov ile yıllara dayanan bir dostluğu olduğunu söyleyen Livaneli "1986 yılının ekim ayında büyük yazar dostumuz Cengiz Aytmatov, kendi seçtiği dostlarını Sovyetler Birliği’ne davet etti. Moskova’da birkaç gün kaldıktan sonra, (şimdi adı Bişkek olan) Frunze kentine gittik. O zamanlar Kırgızistan SSCB’nin bir parçasıydı ve Cengiz Aytmatov yaşayan en büyük Sovyet yazarı olarak kabul görüyordu. Frunze’de Issık Göl kıyısında bir forum oluşturduk
Cumhuriyet gazetesinden Nilhan Aydın'a konuşan Zülfü Livaneli'nin forum hakkındaki açıklamalarının tamamı
Bugün Kırgısıztan diye bilinen Orta Asya’nın uçsuz bucaksız steplerinde “tanrının gözü” olarak da adlandırılan Issık Göl kıyısında bir akşam üstüydü... Dönemin edebiyat, sanat ve bilim önderlerinin toplandığı büyük masanın etrafında derin bir sohbete dalmıştı insanlar. Benzeri olmayan bu “beyin fırtınası” gerçeği arama ve yeni dünya görüşü yolunda yepyeni bir yarılmayı ortaya çıkarıyordu. Cengiz Aytmatov’un ev sahipliğinde gerçekleşen foruma; Amerikalı yazarlar Arthur Miller, James Baldwin ve Alvin Toffler, İngiliz yazar ve oyuncu Peter Ustinov, Fransız yazar Claude Simon, Habeşli ressam Afewerk Tekle, UNESCO temsilcisi Federico Mayor, İtalyan bilim adamı Augusto Forti, Türkiye’den Yaşar Kemal ile Zülfü Livaneli katılmıştı. Sanatın 12 dev isminin çevrelediği masada, yeni dünyanın düşünce esintileri üzerine uzunca bir konuşma yapan Zülfü Livaneli ile 30 yıl önceki o büyük buluşmayı konuştuk.
-‘Issık Göl’ buluşmasında, neler yaşandı?
Önce adından başlayalım. Sıcak Göl anlamına gelen Issık Gölü, Kırgızistan’da olağanüstü güzellikte bir doğa harikasıdır. Bazen sessiz, bazen dalgalıdır. Türk halklarının altın beşiği olan Issık Gölü, Kırgız topraklarının incisidir. Genç bir kız güzelliğinde olan göl, bazen güneş ışınlarında altın gibi parlar, bazen gün batımındaki ışığı çalarak kızıla boyanır. 1986 yılının ekim ayında büyük yazar dostumuz Cengiz Aytmatov, kendi seçtiği dostlarını Sovyetler Birliği’ne davet etti. Moskova’da birkaç gün kaldıktan sonra, (şimdi adı Bişkek olan) Frunze kentine gittik. O zamanlar Kırgızistan SSCB’nin bir parçasıydı ve Cengiz Aytmatov yaşayan en büyük Sovyet yazarı olarak kabul görüyordu. Frunze’de Issık Göl kıyısında bir forum oluşturduk. Daha sonra göreve yeni başlamış olan Mihail Gorbaçov bizleri Kremlin’e davet etti. Onunla 2.5 saat görüştük ve çok önemli olduğunu düşündüğüm bazı konuları konuşma fırsatı buldum. Daha sonra Gorbaçov, Amerkan CSPAN televizyonunda, bu toplantının ve ardından düzenlediğimiz basın toplantısının, Glasnost ve Perestrorika fitilini ateşlediğini anlattı. Bu toplantıyı ve daha sonra Gorbaçov’la yaptığım ve SSCB niye yıkıldı sorusunun cevaplarını aradığım uzun bir konuşmayı, ‘Gorbaçov’la Devrim Üzerine Konuşmalar’ adlı kitabımda anlattım.
-Aytmatov ile bu buluşmadan önce tanışıklığınız var mıydı, yoksa dostluğunuz orada mı başladı?
Aytmatov ile yıllara dayanan bir dostluğumuz vardı. Stockholm’de Yaşar Kemal tanıştırmıştı. Daha sonra da birçok kez görüştük, yakın dost olduk. Büyük bir yazar olmasının yanı sıra dünyanın en ilginç şahsiyetlerinden birisiydi. 80. yaş gününü İstanbul’da Beyti lokantasında kutlamıştık. Kırgız arkadaşları da vardı. Bu kutlamadan o kadar memnun kaldı ki, 90. yaş gününü de İstanbul’da yapmak istediğini söylediğinde, “Onur duyarız Cengiz Aga” demiştim. Ama ne yazık ki ömrü yetmedi. Gelecek yıl Issık Göl toplantısını İstanbul’da yaparak, bu büyük insana verdiğimiz sözü yerine getirmiş olacağız.
-Issık Göl Forumu ikinci toplantısının katılımcılarından biri Gabriel Garcia Marquez’di. Tanışma, konuşma fırsatı buldunuz mu? Marquez’den etkilendiniz mi, sizi etkileyen yönü var mıydı?
Marquez ilk toplantıda yoktu ama onunla daha sonra Meksika’da Chapultepec başkanlık sarayında çok hoş bir yemekte ve etkinlik kapsamında yapılan konferanslarda tanıştık. Ondan etkilenmeyen bir yazar olduğunu sanmıyorum. Bence 20. yüzyılın dâhilerinden biriydi. Sıcak bir kişiliği vardı. Türkiye’yi de çok merak ediyor, durmadan sorular soruyordu. Yaşar Kemal’i ise çok seviyordu.