Zülfü Livaneli, Amerikalı ünlü yönetmen Elia Kazan ile olan dostluğunu ve ortak yolculuğunu kitaplaştırdı. "Elia ile Yolculuk" adlı kitabına ilişkin Sözcü gazetesi'nden Yüksel Şengül'ün sorularını yanıtlayan Livaneli, "Gazetecilerin hapis çilesi, gençlerin açlık grevi ve sapla samanın karıştığı FETÖ'cü avı ne zaman sona erer?" sorusuna, "20'li yaşlarımda askeri cezaeviyle tanıştım, 70'imi geçtim, hâlâ cezaevleri önünde adalet nöbetlerindeyiz. İktidarlar ve rejimler değişiyor ama zulüm bâki kalıyor" şeklinde cevap verdi.
Yüksel Şengül'ün sorularını yanıtlayan Zülfü Livaneli'nin yanıtları şöyle:
-Elia ile Yolculuk adlı romanınız piyasada… Kitabınızda anlattığınız Elia Kazan'la dostluğunuzu konuşalım mı?
Elia ile hayatının son on beş yılında çok yakın dost olduk. Yaşar Kemal tanıştırmıştı.
-Kitabın yolculuğu nasıl başladı? Kitaba, M.K. Perker'in katılımı nasıl oldu?
Elia Kazan üstüne epey yazı yayınlamıştım, anı kitaplarımda da yer vermiştim. Dört yıl kadar oluyor kendimi bir Elia kitabı yazarken buldum. Ortaya bir anı/novella çıktı. Sonra bir gün Kutlukan Perker, ortak bir işe imza atmamızı istedi; Elia ile Yolculuk kitabının çizgilerini dostum Perker'e verdim. Ortaya güzel bir kitap çıktı.
– Son buluşmanızı hatırlıyor musunuz?
Broadway'de verdiğimiz konsere gelmişti. Konserden sonra soyunma odamda oturmuştuk. Son konuşmamız bu oldu.
– Sayın Livaneli, Elia ile Yolculuk kitabınızdan Türkiye'de yaşanan son dönem yolculuklara geçsek ve önce Kemal Kılıçdaroğlu'nun ‘Adalet Yürüyüşü'nü konuşsak…
Kemal Bey sokağa çıktı ve belki de hayatının en kabul gören eylemini yaptı. Tamamen barışçı, sivil, uygar, demokratik bir hareketti. Devamı nasıl gelir bilmiyorum.
– Gazetecilerin hapis çilesi, gençlerin açlık grevi ve sapla samanın karıştığı FETÖ'cü avı ne zaman sona erer?
20'li yaşlarımda askeri cezaeviyle tanıştım, 70'imi geçtim, hâlâ cezaevleri önünde adalet nöbetlerindeyiz. İktidarlar ve rejimler değişiyor ama zulüm baki kalıyor.
– Hep böyle mi sürecek?
Bütün sıkıntılar aşılır. Ama bu iyiye gidiş, doğrusal bir çizgi izlemez, zikzaklar yapar. Biz şu anda bir zikzağın alt noktalarındayız.
– Her şey düzelecek mi?
Mutlaka. Türkiye, laik, demokratik ve Atatürk ilkelerinin hayata geçirildiği hukuk devleti olacak. Çünkü Cumhuriyet devriminin kazandığı ivme, çok derin köklere dayanır, geri çevrilemez.
– Olaylar hepimizi üzüyor…
Üzüntüler, insan ömrü ile ülkelerin ömrü arasındaki orantısızlıktan kaynaklanıyor. Bizim ömrümüz kısa. Düzelmeleri hemen görmek istiyoruz ama olmuyor. Ülkelerin ömrü uzun, parantezler açılır kapanır. Toplum ilerlemeye devam eder. Kısacası umutsuzluk yok. Mücadeleye devam. Hayallere ve iyi niyete dayanan bir umut değil bu; tarihsel gerçekliği var.
– Yazdığınız kitabın size göre en çarpıcı bölümleri neler…
Buna elbette okurlar karar verecek ama öne çıkan yorumlara bakıyorum; Elia Kazan'ın uzun hayatında edindiği bilgeliğe dayanarak bana verdiği öğütler okurun da çok ilgisini çekmiş. Mesela, üzülmek yerine kızmak gerektiği gibi. Üzülmeyi, insanı çürüten, hastalıklı bir tavır olarak görüyordu, kızmayı ise çok sağlıklı buluyordu. Şimdi farkına vardım ki, Yaşar Kemal de öyleydi. O da üzülmez, Adanalı tavrıyla yakası açılmamış sunturlu küfürler savururdu.
"Anadolu'nun kalbine bir yolculuğu anlattım"
– Elia Kazan için ‘Hep sarışın kadınlarla birlikte oldu' demişsiniz kitabınızda. Marilyn Monroe için neler söylerdi?
Marilyn Monroe'yu çok severdi, iyi kalpli, taşralı bir kız olduğunu söylerdi ama kitapta da belirttiğim gibi ona hiç aşık olmamıştı. Zaten Arthur Miller'le tanıştıran ve evlenmelerine sebep olan da oydu. Yalnız anılarında, buna pişman olmuş gibi bir hali vardır. Arthur Miller'in, o taşralı iyi kalpli kızın ruhunu parçaladığını, onu entelektüel olmamakla, bir trajedi artisti olamamakla suçlayarak aşağıladığını söyler.
– Kadınlarla olan ilişkisinde annesini araması gibi bir tespitiniz var. Bu durum nasıl etkilemişti hayatını?
Wilhelm Reich, dara düşen insanların yatağa kıvrılmalarını ya da sıcak banyoya girmelerini, bilinçaltının ana rahmine dönük arzusu olduğunu yazar. Elia da babasına değil annesine yakındı. Annesinin köyü olan Kayseri'deki Germir'e gider, köylülerle hasret giderirdi. Dolayısıyla bunca fırtınalı bir hayattan sonra annesine dönüş isteği çok anlaşılır bir şey. Somon balıkları da ölmek için binlerce mil kat edip kendi denizlerine dönmez mi zaten.
– 2003 yılında 94 yaşındayken hayata veda eden Elia Kazan'a gelecekte kitabını yazacağınızı söylemiş miydiniz?
Hayır, hiç böyle bir konuşma geçmemişti aramızda. Yaşarken sadece o anı yaşarsınız, yazmak aklınıza bile gelmez ama yıllar sonra bir gün anıya dönüşmüş yaşamlar çıkar gelir ve kendini yazdırır. Zaten bu kitabı, Elia Kazan olduğu için yazmadım. Başa aldığım İthaca şiirinin doğrulanışı olarak geldi bana bu hikaye. Kurgu da olabilirdi ve kahramanın adı Elia olmayabilirdi. Elia Kazan çok ünlü birisi, zaten özyaşam öyküsünü de yazdı. Onu tekrar anlatmak gibi bir derdi yok. Sadece Anadolu'nun kalbine yani Ulysses gibi kendi İthaca'sına yaptığımız yolculuğu anlattım.
– Peki, bu kitabın filme dönüşme ihtimali var mı?
Bilmem, belki iyi bir yönetmen sıkı bir yol filmi çıkarır bu kitaptan.
– Elia Kazan kendisini her zaman Anadolulu Rum olarak tanıtmasını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Elia Kazan, kimlik mücadeleleri çağının kurbanlarından birisi. Hiçbir yeri memleketi olarak benimseyemiyor. Yunan değil, Türk değil, Amerikalı değil. Hem hepsi, hem hiçbiri. Bu çelişkiyi Amerikan kozmopolit kültürü içine girerek aşmaya çalışıyor ama olmuyor. Hollywood'un en büyük yönetmenlerinden olmasına rağmen. Hayatının sonunda kendi kimliğini kadim Anadolu'da buluyor. Dünyaya ‘Anadolulu'' olduğunu haykırıyor. Bu isimle kitap da yazıyor.
– Atatürk, Samsun'a çıkmadan 10 yıl önce 1909'da Osmanlı'nın başkenti İstanbul'da doğmuştu Elia Kazan… Doğduğu dönem ve kentle ilgili belleğinde kalanları sizinle paylaştı mı hiç?
Doğduğu dönemle ilgili çok fazla bir şey yoktu belleğinde ama Kadıköy'de bazı noktaları hatırlar gibi oldu. Büyükada'daki Splendid Oteli'ni de hatırladı. Ama çocukluğundan sonra Türkiye'ye birçok sefer gelmişti zaten. Bu ülkede Yaşar Kemal, Zeynep Oral gibi dostları vardı.