Orhan Alkaya
[email protected] Ne zamandır başlayacaktım, bugüne kısmetmiş, gündem randevuevine nûr yağdığı şu güne. Artık mübarek Cuma’larda T24’deyim. Anahtar kelimelere aldanmayın, dindar değilim, üstelik hiçbir zaman olmadım, tiner koklamadım. Olsa olsa hot zot edenlerden ve onların zart zurtlarından fena halde sıkılmış bir adamım. Gazeteciliğin eski döneminde pek sevilen bir tarif vardı: Bir köpek bir adamı ısırırsa alelâdedir, adam köpeği ısırırsa fevkalâdedir. Fevkalâdenin alelâdeleştiği bu güne bakalım öyleyse. Genelkurmay Başkanı Necip Torumtay 3 Aralık 1990’da görevinden istifa ettiğinde yer yerinden oynamıştı. Bu istifa hem Türkiye iç siyasetini hem 1. Körfez Savaşı’nın gidişatını etkilemişti. Genelkurmay Başkanı Işık Koşaner, yanı sıra Kara Kuvvetleri Komutanı Erdal Ceylanoğlu, Deniz Kuvvetleri Komutanı Eşref Uğur Yiğit, Hava Kuvvetleri Komutanı Hasan Aksay, “toplu” olarak istifa ettiğinde ise, 29 Temmuz 2011’de, handiyse hiçbir şey olmadı. Ya da çok fazla şey oldu da gündem dağdağası içinde okunması pek mümkün olmadı. Bir komutan istifa etmedi, o da Jandarma Genel Komutanı Necdet Özel’di. Necdet Özel aynı gün Kara Kuvvetleri Komutanlığı’na, akabinde Genelkurmay Başkanlığı’na getirildi ve asli bağlantısı İçişleri Bakanlığı olmak gereken bir Kuvvet’in komutanı TSK’nin başına geçti. Az öncesinde, 12 Haziran Genel Seçimleri yapılmış, AKP 49.83 yüzdesiyle birinci parti olarak büyük bir seçim zaferi kazanmıştı. 12 Haziran’a gelirken, Ergenekon tutuklamaları tozu dumana katarak sürüyor, ardı ardına emekli kuvvet komutanları, muvazzaf subaylar, gazeteciler, yazarlar tutuklanıyor, âdeta thermidorvari bir “devrimci dalga’, “dokunulmazlar”ı birer ikişer yutuyordu. İlkin, kod adı Ümraniye Bombaları olan bir tutuklama zinciri ortaya çıkmıştı ve çok sayıda insan, ki ben de onlara dahilim, bu tutuklamalara itiraz etmek ne kelime, kısa bir an için “Acaba?” demiştik. Sahiden kirli bir geçmişle hesaplaşılabilecek mi? Hesaplaşmanın evrimi ise gecikmeden ortaya çıktı. Statüko karşıtı ve mağduru AKP, varlığını idame ettirebilmek için kendisine yönelen tehditleri sıraya koymuş bertaraf ediyordu. Hem statükoyla hesaplaşmak zorunda olan bir “sistem dışı” yapı olması hasebiyle hem seçilmişliğin kuvvetiyle bu hayli anlaşılabilir bir karşı stratejiydi. 28 Şubat’la, 27 Nisan’la, Sarıkız’la, Ayışığı’yla sistemli bir hesaplaşma süreci başlatmıştı AKP. 2012 Ocak ayı ise, yeni bir zirve yargı kararıyla açıldı. Emekliye ayrılmış Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ, silahlı terör örgütü kurup yönetmek iddiasıyla tutuklandı. Genelkurmay üst mevkiinin yarıdan fazlası hapishanedeydi artık ve bunlara bir de GKB katılmıştı. Türkiye kültürü için fevkalâde olan, Genelkurmay’ın bu operasyonlar karşısındaki uyumlu sessizliğiydi. Nedir, Türkiye iç siyasetinde büyük bir makas da değişmişti 12 Haziran seçimlerinin ve özellikle 30 Ağustos dizaynının hemen sonrasında. AKP Hükümeti’nin, çoğu âkim de kalsa “açılımlar” sıfatıyla başlatmayı denediği demokratikleşme süreçleri kasaya kaldırılmış, yeniden 1990’ların kan basıncı, kin söylemi söz almıştı. Gün itibarıyla 104 gazeteci tutuklu olarak yargılanıyor, bilinen tarihte bilinebilen bir ilk olarak yayımlanmamış bir kitap toplatılıyor, KCK operasyonlarıyla seçilmiş yerel yöneticilerden uluslararası etkinlik sahibi entelektüellere uzanan bir kanaat bölgesi sessizleştirilmeye çalışılıyordu. MİT Müsteşarı Hakan Fidan’ın, selefi Emre Taner’le birlikte “şüpheli” tarifiyle ifade vermeye çağrılması tam da bu sürece eklemlendi. Basına yansıyan ve bizim de bu sayede bilebildiğimiz kadarıyla MİT’in bu iki en üst yöneticisi, PKK’yla işbirliği yapmakla suçlanmanın eşiğine gelmiş. Zurnanın zırt dediği yere yani. Bir adım sonrası AKP Hükümeti ve münhasıran Başbakan. MİT, Oslo Görüşmesi’ni, yani PKK ve Kongra-Gel üst yöneticileriyle MİT Müsteşarı ve Yardımcısı’nın katıldığı toplantıyı hükümetten gizli olarak bir “görev aşımı” ile yapmış olabilir miydi? Başbakan Yardımcısı Bozdağ öyle olmadığını hemen söyledi. İddiaya bakılırsa, MİT, Abdullah Öcalan’la genel ve özel kamuoyu arasında köprü olma işlevini de bu durumda hükümetin bilgisi dışında gerçekleştirmiş olamazdı. Geriye dönüp, özellikle Genelkurmay’ın, kendi üst yöneticilerinin tutuklanması ile ilgili uyumlu sessizliğine baktığımda, Kobe Bryant’ın ters turnikelerinden birisini mi izliyorum, dedim. Çünkü bu ya büyük ustalık gerektiren bir stratejinin son hamlesi, ya da bilardo tabiriyle “acemi balığı”. Şimdi ne mi olur? Zurnanın zırt dediği bu yerde ya umulmadık yeni tutuklamalar göreceğiz ya da beklenenden erken tahliyeler. Her ne olursa, kendi hakikatiyle yüzleşemeyenlerin bahtsızlık hikâyesine eklenecek gibi gözüküyor, o ayrı.
Bir Muhbir Vatandaş Üzerine...