Dağılmış Altılı Masa'yı İYİP ile varılan yeni mutabakat tekrar toparlamış görülüyor.
Bence Ankara ve İstanbul başkanlarını tekrar denkleme sokarak varılan yeni uzlaşı, krizi çözmek için her iki taraf (CHP ve İYİP) için de şapkadan tavşan çıkaran türden çok iyi bir formül.
Kim buldu ise kutluyorum.
Gerçi gerek Ankara ve İstanbul belediye başkanlarının (MY ve Eİ) hem diğer 5 parti lideri ile birlikte sadece 7 Cumhurbaşkanı (YD) yardımcısından biri olmaları ve yönetimde ne kadar etkili ve yetkili olacaklarının belirsiz kalması ve ne zaman CB Yardımcısı olacaklarının CB'nin keyfine bırakılması biraz hayal kırıklığı yarattı.
Bu nedenlerle bence Sayın Kemal Kılıçdaroğlu'nun (KK) seçilebilmesi bence halen garanti değil ve riskli.
Oysa 3 Mart sabahı bambaşka bir Türkiye'de uyanabilirdik. Ekrem İmamoğlu veya Mansur Yavaş'tan biri muhalefetin ortak adayı olarak belirlenseydi, hepimiz umutla dolacaktık, yıllardır ilk defa büyük bir değişim heyecanı yaşanacaktı ve hepimiz elbirliği ile ortak adayı yeni Cumhurbaşkanı yapacaktık, ülke bambaşka bir yer olabilecekti.
Bu nedenle yazık oldu ve ciddi bir şans o gün kaçırıldı.
Yine de gelinen noktada varılan uzlaşma önemli ve değerli.
Ana muhalefet bloğu birkaç gün önce kriz ortamında Cumhurbaşkanlığını altın tepside tekrar Recep Tayyip Erdoğan'a (RTE) sunmuşken, bu uzlaşı ile tekrar ciddi bir şans elde etti.
Aksi halde RTE neredeyse hükmen tekrar galip gelecekti.
Seçimde KK'nın özellikle RTE'ye karşı daha ciddi bir şansı olabilmesi için seçim sürecinde Mansur Bey ve Ekrem Bey'i çok etkin ve görünür biçimde kullanması şart.
Seçilirse halka bu ikisi ile birlikte ortak bir yönetim sergileyeceği izlenimi vermesi ve bu ikisine CB Yardımcılığında ciddi ve önemli yetkiler vereceğini bariz biçimde hissettirmesi lazım.
Akdi halde halk bu iki belediye başkanını salt seçimi kazanmak için taktik olarak ortaya sürdüğü ve aslında sonrasında ciddi yetkiler vermeyeceği ve sembolik kalacakları izlenimi edinirse bence KK'nın seçilme şansı çok düşer.
Çünkü KK'nın seçilmesi için zorunlu sağ ve merkez oyların büyük kısmı ancak bu iki belediye başkanı sayesinde gelecek.
Kaldı ki İYİP'in desteği de zaten bu iki belediye başkanının yönetimde etkin olması şartına bağlı.
Yani İYİP açısından "şartlı bir destek" var.
Zira siyaset uzmanı herkesin bildiği bir gerçek şu ki sağdan büyük bir partinin desteği olmadan Cumhurbaşkanlığını kazanma şansı çok düşüktür.
Bu ülkedeki oyların yaklaşık yüzde 65-70'inin sağ oylar, yüzde 30-35'inin sol oylar olduğunu siyasetle az buçuk ilgilenen herkes bilir.
Sağ cenahın çok büyük kısmının ise Kemal Bey gibi tipik CHP'li ve sol imajdan birine normalde oy vermeyeceği yine siyaseti birazcık bilen herkesin malumu. Tamamen saçma bir önyargı bu ama maalesef gerçek.
Öyle küçük muhafazakâr partilere 5-10 milletvekilliği vererek sağdan ciddi bir oy almak ise gerçekçi değil.
Şahsen Kemal Bey'i sever sayarım, oy da veririm ve seçilirse layıkıyla yapacağını da düşünüyorum.
Ama bazen adil olmasa da maalesef hayatın gerçekleri bu.
Bu itibarla sağ cenah dahil hemen tüm kesimlerle ciddi bir destek bağı kurma potansiyeli olan Mansur ve Ekrem Bey'lerin etkin ve ciddi desteği çok önemli.
Sağ parti olarak İYİP'in desteği de...
Dolayısıyla seçim sürecinde bunların küstürülmesi ve konumlarının küçümsenmesi KK için kazanma şansını çok azaltan yaşamsal bir hata olur.
Şimdi tam da bu noktada kuşkulandığım husus şu:
Acaba R. T. Erdoğan Altılı Masa'da kriz çıkacağını önceden haber aldı veya tahmin etti de onun için mi seçimleri ertelemeyip aksine öne alarak, deprem felaketine rağmen apar topar 14 Mayıs'ta yapmaya karar verdi?
Böylece krizin toz bulutu ve enkazı içinde debelenecek muhalefetin toparlanmasına imkan vermeden atı alıp Üsküdar'ı geçmeyi mi düşündü?
Öyle ya, normal şartlarda böylesine büyük bir deprem felaketi sonrası hükümete yönelik yoğun eleştiriler de dikkate alınarak ve biraz zaman kazanmak için seçimlerin normal zamanında bile yapılmayıp ertelenmesi iktidar açısından çok daha mantıklı olurdu.
Hatta seçimleri öne alıp 14 Mayıs'ta yapma kararı deprem öncesi alındığına ve Altılı Masa'nın ortak adayı belirlemesi normalde daha önce olması gerekirken Ddprem nedeniyle ertelendiğine göre, 14 Mayıs'ta seçim kararı alındığında da zaten Masa'nın dağılacağı çoktan biliniyor muydu?
İş seçimlere geldiğinde en akıllı davranmayı beceren politikacı olarak Erdoğan'ın seçimleri erteletmeye çalışmak yerine tam tersine öne çekmeye karar vermesi böyle bir kuşkuyu doğruluyor gibi.
Dolayısıyla son gelinen noktada Altılı Masa uzlaşı bulup krizi çözdüğüne ve dağılmayı telafi ettiğine göre, acaba son anda İktidar cephesi doğrudan olmasa da dolaylı biçimde (YSK aracılığı ile) seçimleri erteletme yolunu seçer mi? Bekleyip göreceğiz.
Anayasa, 2017 değişikliği sonrası getirdiği Cumhurbaşkanı Yardımcılığını (CBY), CB'nin altında ve bakanların üstünde önemli bir makam olarak görüyor. Hatta artık CB'ye, yokluğunda TBMM Başkanı değil, Yardımcısı vekalet ediyor. Gerek Anayasa'da gerek CB'nin yetkilerini ve teşkilatını düzenleyen 1 nolu CBK'da CBY için sayı sınırlaması yok.
CBY, CB seçildikten sonra atandığına ve seçim öncesi CBY adaylarının ilan edilme zorunluluğu olmadığına göre, örneğin CBY olmayı düşünen belediye başkanlarının seçim öncesinde (önceki) görevlerinden istifa etmeleri gerekmiyor. Bakanlar için de aynı durum geçerli. İstifa sadece CB ve milletvekili adaylığı için geçerli.
Hukuken CB'nin anayasal önemli görevlerini bütünüyle CBY'ye devretmesi mümkün olmamakla birlikte, 1 nolu CBK'da yapılacak düzenleme ile CB'nin somut olarak birçok önemli yetkiyi -nihai olarak kendisi imzalamadan önce- CBY'nin ön imzası şartına bağlamak mümkün. Böylece hem fiilen ve siyaseten hem de hukuken CBY'lerin etkin ve önemli bir konuma sokulmalarına engel yok.
Belediye başkanlarının seçimler sonuçlanana ve CBY olarak atanmalarına kadar belediye başkanlığı görevlerine devamı mümkün.
Ancak CBY olarak atandıktan sonra belediye başkanlığı görevine de devam etmeleri mevcut hukuki durumda mümkün değil.
Bunun mümkün olabilmesi için kanun değişikliği gerekir ve CBK ile düzenlenemez.
Çünkü Anayasaya göre (m.127) yerel yönetimlerin seçilmiş organlarının hukuki durumunu doğrudan etkileyen bu gibi hususların bizzat kanunla düzenlenmesi şart.
Peki seçimler sonrası kanun değişikliği ile belediye başkanlarının aynı anda hem CBY hem de belediye başkanlığı görevini birlikte yürütmesi mümkün kılınsa, bu kanun Anayasa'ya aykırı olur mu?
Bence Anayasa'ya aykırılık sorunu olmaz. Buna engel somut bir Anayasa hükmü yok.
Bazılarınca iddia edildiği gibi, bu durumda merkezi idare adına idari vesayet denetim makamı ile bu denetime tabi olanın aynı kişi olması Anayasa'ya aykırı olmaz.
Çünkü normalde CBY zaten tek başına merkezi idareyi temsil etmiyor ve merkezi idare adına yerel yönetimlerin vesayet makamı yetkisi esas olarak CB'de ve CB bu yetkiyi normalde İçişleri Bakanı ve il valileri aracılığı ile kullanıyor. CBY bu zincirde sadece ara halkalardan biri.
Kaldı ki eğer bu iddia gerçek olsaydı halen siyasi iktidarın, seçilmiş belediye başkanları için valileri, vali yardımcılarını veya kaymakamları "kayyım" olarak ataması da Anayasa aykırı kabul edilmeliydi. Zira valiler dahil mülki amirler merkezi idare adına yerel yönetimlerin daha direkt vesayet makamı.
Diğer yandan İl Özel İdaresi Kanununa göre vali, yerel yönetim olan il özel idarelerinin doğrudan yürütme organının başı konumunda.
O halde bütün bunlar Anayasa'ya aykırı ise niçin şimdiye kadar uygulandı ve bu iddia sahiplerinden itiraz gelmedi?
Buna karşın belediye başkanlığı ile CB yardımcılığının aynı kişide birleşmesi kanunla yapılırsa hukuken sorunlu olmasa da, yerindelik yönünden tartışmaya açıktır.
Çünkü zaten tüm ülke sorunlarıyla işi başından aşkın olacak CB yardımcısının bir de o yerel idarenin sorunlarıyla uğraşması pratikte ne kadar verimli olur tartışılır.
Nitekim bizim idare hukuku ve idari sistemimizi örnek aldığımız Fransa'da 2017'ye kadar aynı kişi hem belediye başkanlığı ve belediye meclis üyesi hem de milletvekili olabiliyordu. 2017' itibarıyla bunun verimli olmadığı düşünülerek kanunla yasak geldi.
Bunun yerine seçimler sonrası (eğer muhalefet CB seçimi ile birlikte TBMM'de çoğunluğu da sağlarsa) hemen yapılacak kanun değişikliği ile görevinden ayrılan/görevi sona eren belediye başkanı yerine dönem sonuna kadar belediye meclisince yeni belediye başkanı seçilmesi kuralı yerine daha adil ve demokratik bir kural getirilebilir.
Örneğin ara seçimle halkın yeniden başkan seçmesi veya ayrılan belediye başkanı yerine dönemi tamamlayacak yeni başkanın, ayrılan başkanın belediye meclisindeki parti grubundan seçilmesi gibi.
Sonuçta hem seçimlere kadar hem de seçimler sonrası gündemin hiç rutin olmayacağı ve özellikle de biz kamu hukukçularının çok çalışması gerekeceği kesin gibi.
Ali D. Ulusoy kimdir? Halen Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi İdare Hukuku Anabilim Dalı Başkanı ve öğretim üyesi olan Prof. Dr. Ali D. Ulusoy, 1968 yılı Mersin Mut doğumludur. Öğretim üyeliği yanında EPDK Hukuk Dairesi Başkanlığı, BDDK Hukuk Danışmanlığı, Başbakanlık Bilgi Edinme Kurulu Üyeliği, TOBB-ETÜ Hukuk Fakültesi kurucu dekanlığı ve İzmir Yaşar Üniversitesi rektör yardımcılığı gibi idari görevlerde bulunmuştur. ABD Los Angeles California Üniversitesinde (UCLA) iki yıl (2006-2007; 2017-2018) misafir öğretim üyesi olarak kalmıştır. 2011-2014 arası üç yıl Danıştay Üyeliği yapmış ve kendi isteğiyle ayrılıp üniversiteye dönmüştür. Uzmanlık alanları: İdare hukuku, İdari yargı, Ekonomik kamu hukuku, İdari yaptırımlar, İnsan hakları, Devlet-din ilişkileri. Lisans: Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi. Yüksek Lisans: Fransa Bordeaux Üniversitesi. Doktora: Fransa Bordeaux Üniversitesi. Doçentlik:2002, Profesörlük: 2008. |