İntihar edenlerin çoğu, yarı yolda kalmış katillerdir.Başkalarını öldürmeyi göze alamadıkları için kendilerini öldürürler.
İhtisasını ölüm ve çeşitleri üzerine yapmış biri olmak bana da yetmemişti ilk gençliğimde. Belki de bu yüzden silinmez kötü bir hatıra gibi işte tam da şuracığımda, sol mememin altında bir kurşun yarası durur; aradığı rengi bulamamış huzursuz, mutsuz bir ressamın fırça darbesi ya da Nietzsche'nin aklını başından bir anda alan kırbaçlanışı gibi bir atın... Yaraların kardeş olduğuna en çok da bu yüzden inanırım. Konuşma dili ile akademik dili harmanlayabiliyor olmam da bundan dolayıdır sanırım. Bu nedenle bazı kitapları değerlendirirken kiminde dilin kullanım biçimi benim için daha önemliyken, kiminde mesele dilden çok daha önemlidir. Çünkü kullanılan dile 'anlaşılacak' biçimi veren o dil ile ifade edilen meselenin kendisidir. Ölümün kendi doğal akışına karşı bir eylem ve onun bir çeşidi olan öz kıyım ya da intihar üzerine doğrusu konuşmaktan ve sözler etmekten -bir etki alanı yaratmaktan- çok korkan biri olmama rağmen, bir yanımla hâlâ çok önemsediğim ve kapılmamak için buna kendini avutmaya çalışan biri olduğumu da ifade etmeliyim. Fakat şu da ayrıca bir gerçek ki, insan kendini kaçtığı şeyin dizleri dibinde buluyor hep. Benim için de bir olgu ya da eylem olarak intihar tam olarak bu. Çünkü ben de kaçtığım şeylerin dizleri dibinde buldum hep kendimi. Fakat insanın yaşamını sürdürmeye devam etmesi, başkalarının kendisine bağlı yaşamlarını sürdürebilmesi zorunluluğu ile ilgili. Yani kişi kendini öldürmüyor buna kalkıştığında, başkalarını yok ediyor kendini yok ettiğinde ve bunu yaparken herkes bunun gerçekten de bilincinde.
Hep söylerim, derinlik öldürmesin! Her zaman da tekrar edeceğim. Fakat intihar her anlamda derinlikle ilgili ciddi bir sorundur. Öldürebilir! Sadece tıbbi alanla ilgili bir sorun da değil. Felsefe, biyoloji, psikoloji, sosyoloji ve tabii edebi açıdan da önemli yansımaları olan bir sorun. Hayatın saçma olduğunu ve intihar etmenin erdemliliğini kimi zaman ileriye süren filozoflar, aynı zamanda intiharların saçmalığa katkıda bulunacağını ve bu yüzden intihar ve benzeri davranışlardan kaçınılması gerektiğini söylemişlerdir çoğu zaman, kendileriyle çeliştiklerini bile bile. Psikolojik açıdan depresyona uğrayan bazı insanlar çelişkilerinin, acılarının, çıkmazlarının çaresini intihara sürüklenmede ararlar. Kişinin kendini öldürmesi toplumdaki diğer insanları da etkileyerek, toplumun düzenini bozduğu için sosyolojik bir sorundur aslında. Bunun dışında dini ya da siyasal hiçbir otorite tarafından pek de önemli bir şey olmadığı kesin. Dante, 14. yüzyılda kaleme aldığı İlâhi Komedya adlı eserinde intiharın, Hıristiyan inancından dolayı bağışlanamaz bir günah olduğunu ileri sürüyordu bu nedenle. Dedim ya, hiçbir otorite kölelerini ve vergi mükelleflerini kaybetmek istemez. Bunun dışında herhangi birinin kendini öldürmesi bir fırtına ya da infial yaratmıyorsa, kimsenin ölümü kimsenin umurunda değil demektir. Son zamanlarda intiharın yaygınlaşmasının nedenleri arasında intiharın bir seçenek olarak daha fazla kabul görmesi önemli bir etken... Toplumla bu kadar yakın ilişkisi olan, insanı bu kadar hayrete düşüren intihar denilen olaydan, sanatın ve özellikle edebiyatın uzak kalması da elbette mümkün değil. Cioran, Bernhard ve benim gibiler ölüm ve çeşitlerinden ilham ve cesaret alırlar. Oysa bazılarımız hiç de bu kadar şanslı değildi. Nilgün Marmara, Kaan İnce, Pavese ve Plath ve diğerleri gibi. Bugün hâlâ ölmeyi düşünen pek çoğu genç insanlar tanıdım. Onları dinlerken ciğerlerimin dağlandığını duyumsadım. Ve onlar için Genç Werther'in Acıların'ı kaleme alan Goethe'den ve ölme isteğinden biraz söz etmek istedim.
İnsanoğlu sonsuz hayatla ödüllendirilmiş ya da cezalandırılmış olsaydı, elbette kendisini öldürmeye hakkının olduğunu ben de ısrarla iddia edebilir ve savunurdum. Fakat bu mümkün değil. Zaten çok kısa olan bu yaşamı yarıda bırakmamalı. Bütün sorunlar bir anda çözülebilir, belki sadece aşk acısı biraz daha uzun sürebilir. Çünkü bence de aşk acısı Tanrı'nın da bilmediği bir şeydir. Goethe'de ilk gençlik yıllarında dilden ileri bir durumla karşı karşıya kalmış ve meselesinin dili kullanma biçiminin önüne geçmesine engel olamamıştır. Ruhunu arayan bir ruh haliyle alman Edebiyatı'nda bir çığır açan Genç Werther'in Acıları ile modern Alman romanının öncüsü olmakla birlikte 18. yüzyılda bu kitabı yayımladığı andan itibaren bütün Avrupa dâhil bir intihar salgını başlatmıştır. Tetikleyici bir kitap olarak; bu salgın bir anda bir intihar fırtınasına dönüştü ve tüm dünyada etkisini Werther Modası yaratarak, çoğunluğunun erkek olduğu birçok genç insanın intiharına neden olmuştur.
Goethe'nin otobiyografik etkenlere dayalı kaleme aldığı bu kitap elbette ki, kendisi hakkında bir gerçek kesiti ele vererek de bu etkiyi yaratmıştı şüphesiz. Bu etki o kadar etkindi ki, Avrupa başta olmak üzere dünyanın pek çok yerinde birçok genç insan, kitabın kahramanı Genç Werther gibi çizme, mavi ceket ve sarı yelek giyerek intihar ediyordu. Sanki bu kitabı arkalarında kendilerinden bir mektupmuş gibi işaret ederek bırakıyorlardı. Gençlik yıllarında yakın arkadaşı Kestner'in nişanlısı Charlotte'ye körkütük âşık olan Goethe, bu umutsuz aşkın etkisiyle intiharı düşünmüş ve sevgilisine şöyle bir veda mektubu yazmıştır: Artık kararımı verdim Lotte! Ölmek istiyorum ve bu mektubu seni son kez olarak göreceğim günün sabahında yazıyorum. Bu satırları okuduğunda, seni seven o huzursuz ve bahtsız insandan geriye kalan cansız bedenimi, kara toprağın serinliği örtüyor olacak… Ve aradan geçen elli dört yıl sonra Goethe, tesadüfen karşılaştığı gençlik aşkını yaşlı bir cadaloz olarak gördüğünde, kendi kendine çok hayıflanmıştır. Fakat uzun yıllar neden olduğu intiharlar nedeniyle yasaklanan kitap ancak 1800'lerde tekrar yayımlanma özgürlüğüne kavuştuğunda yeniden yayımlanan o ilk baskıya şu ön sözü yazmıştır: Bir erkek ol ve benim ayak izlerimi takip etme! Goethe'nin bu ikazı yeni intiharları kısmen de olsa önlemeye yetmişti. Fakat kendini öldürmeyi seçen biri için bir tetikleyici aynı zamanda engelleyici de olamaz. O romantik karanlık çağın bugün reel karanlık çağ olduğunu da göz önüne alırsak, yükselen hayat standartlarına, Epikürcü bütün haz arayışlarının tatminine rağmen ölüm haşmetiyle aramızda gezmeye devam edecek ve her intihar olayı sıradan bir olay sayılana kadar da durmayacak.
Dostoyevski'nin "Ecinniler" adlı romanda, romanın kahramanı Kirilov, kendini vurarak, intihar etmeden önce şöyle haykırır: Ben böylece, kendi irademin üstünlüğünü ilan ediyorum! Böylece 18. yüzyıl sona erip 19. yüzyıl başladığında Genç Werther'in Acıları adlı kitabın neden olduğu intiharlar da aslında durmamış, boyut değiştirmiş ve İntihar, dâhilerin ödemesi gereken pek çok bedelden biridir düşüncesinin Avrupa'dan başlayarak dünyaya yayılmasına neden olmuştur. Nitekim Van Gogh, Jack London, Ernest Hemingway, Virginia Wolf, Stefan Zweig, Çaykowski, Mayakovski gibi kendi alanlarının büyük dâhileri de bu düşüncenin izmleri doğrultusunda intihar yolunu seçmişlerdir. Sanatçı hassasiyetinin, yanı sıra aşırı duyarlılığın kurbanı olan Virginia Woolf kendini boğmuş, Hemingway kendini bir av tüfeğiyle vurmuştur. Gerard de Nerval ve Dalida da yine kendilerini öldürmüşlerdir. Zweig de, karısıyla birlikte kendini ölümün soğuk kollarına bırakmıştır. Hayatlarının son dönemlerinde ölümün kıyısında gezen bu yetenekli insanları, açık denizlere ya da uçurumlara çeken manevi bir çöküntüydü belki de kendi içlerinde. Oysa felsefi buhrandan, maddi problemlere ve hatta aşk acısına kadar insanı ölüme sürükleyen temelde asla apaçık bir şekilde bilinemeyecek olan varoluş olacaktır. Görmenin ağırlığı, bilmenin mutsuzluğu ve yaşamanın insanda bıraktığı bir başınalık duygusu yüzünden bazı kitaplar tetikleyici olarak okunmaya hep devam edecektir.