4 Temmuz 2011 sabahı ilk şokun atlatılmasından sonra (çok yetkili biri bile olsa;) “Biz Fenerbahçe’yi düşürmeyeceğiz. Belgeler ne derse desin; o kupayı da Trabzonspor’a vermeyeceğiz” deseydi ne olurdu?
O gün ne olurdu bilmem ama...
Yaklaşık 5 sene sonra gelinen nokta tam da o!
Oysaki sürecin başında Recep Tayyip Erdoğan’ın gazete manşetlerine yansıyan sözleri şike davasının pisliklerden arınmak için bir fırsat olduğunu söylüyor.
5 sene içinde köprünün altından çok sular aktı. O gün AKP’yi ve Cemaat’i “Biz Cumhuriyet’in yıkılmayan son kalesiyiz. O yüzden bizi ele geçirmek istiyorlar” deyip Anıtkabir’de Ata’ya şikayet edenler; Fenerbahçe’yi bugün onlarla “yol arkadaşı” etti, “kader arkadaşı” etti. O yüzden kurtuluşu da “birlikte” arıyorlar!
* * *
Fenerbahçeliyi 4 yıldır ne diye kandırdılar?
“Bu dava kumpas... Tapeler gerçek değil!”
Yeniden yargılama kararını veren 13. ACM bile “Kumpas değil” diyor. “Tapeler uydurma değil” diyor. Zaten Fenerbahçe avukatları da tapelerden yana en küçük bir şüphe olmadığını bildiklerinden sadece şunu söylüyor:
“Tapeler delil sayılmasın!”
E ortada delil bırakmazsan zaten suç da kalmamış demektir!
Yalnız;
Mahmut Uslu sürecin ortalarında “Başbakan bize söz verdi” diyor.
Dava başlıyor; AKP’li Mehmet Metiner’in “Recep Tayyip Erdoğan olmasaydı Fenerbahçe küme düşerdi” demesinden sonra yeniden yargılamanın ilk duruşmasına çıkan Aziz Yıldırım (nedense) Türk siyaset tarihinin en büyük yolsuzluklarına arka çıkmak zorunda kalıyor!
Yetmiyor; (davayı kazanacağını bildiğinden olsa gerek;) bir televizyon programında “Bu sefer davayı kaybedersek kupayı Trabzon’a iade edeceğiz” diyor.
Geçen hafta karar açıklanıyor; karardan o kadar eminler ki, “kumpas” tişörtleri anında piyasaya sürülüyor!
Yani 5 sene önce çıkıp açık açık diyemediklerini (bugün insanlarla dalga geçer gibi) hayata geçiriyorlar!
Aslında (dillendirilmese de) pazarlık o! Aziz Yıldırım aklanacak ve taraftarlarının coşkulu alkışlarıyla Türk futbolunun önünden çekilecek!
Kafası azıcık çalışan herkes bilir ki;
Aziz Yıldırım 3 Temmuz 2011’den bu yana Türk futbolu için ağır bir tren kazasıdır ve o kazanın enkazı hala raylar üzerindedir. Beşinci senesine girdiğimiz bu günlerde yapılmaya çalışılan Aziz Yıldırım isimli kaza enkazını Türk futbolunun önünden çekmeye çalışmak. Çünkü herkes biliyor ki; şayet spor sahalarında (hala) Aziz Yıldırım varsa orada spor barışından söz edilemez, beyaz sayfa açılamaz!
* * *
Bu süreç Türk spor basını açısından da “içler acısı” fotoğraflar verdi. Yaklaşık 25 yıl öncesinin Cağaloğlu’ndaki Milliyet’inde Şansal Büyüka önderliğinde çalışan birçok spor yazarı işini (en az İslam Çupi kadar) Fenerbahçe hayranlığı içinde yaptı. Trabzonspor sanki bu ülkenin takımı değilmiş gibi onlar sadece Fenerbahçe’ye müjde dolu haberler vermeyi seçti.
5 yıldan bu yana üstü kapatılamayan şike davasında (adı geçen herkes) 2011’deki haline göre daha güçlü. Bazıları masal kahramanı gibi oldu. Ama o işten gerçekten zarar gören tek bir kişi var; o da (şikeyle hiç alakası olmamasına rağmen) Sabah gazetesinin o günkü Fenerbahçe muhabiri Deniz Derinsu...
Aşağı yukarı o günden bu yana işsiz Deniz... Aziz Yıldırım için gövdesini ortaya koyan spor yazarları (!) meslektaşları Deniz’in bu durumu için tek kelime etmiyor!
Sadece Deniz Derinsu mu?
En az 30 yıldır UEFA’nın içinde yer alan; sevseniz de sevmeseniz de Türklerin Avrupa’ya ihraç ettiği en önemli spor adamı olan Şenes Erzik de bu sürecin sonlarına yaklaşılırken UEFA’dan adeta kovuldu! UEFA’cılar öyle bir temizlik yaptı ki; içlerinde tek bir Türk’ün kalmamasına büyük özen gösterdi! Erzik böyle bir sona layık mıydı?
FİFA ve UEFA başkanları bile bugün kirli işleri yüzünden oturdukları koltuklardan kaldırıldı. O soruşturma neticesinde Türklerin başı daha fazla ağrıyacak mı; yaşayıp göreceğiz!
* * *
Son yazıyı Başakşehir Fatih Terim Stadı’ndan yazmıştım. O maçı Podolski ve Umut Bulut’un golleriyle 2-0 kazanan Galatasaray milli maç arasına o 3 puanın moraliyle girmişti.
Sanırsınız ki aradan asır geçti... Halbuki geçen süre sadece 1 hafta! Ama o 1 hafta içinde öyle önemli şeyler oldu ki!
O bir hafta içinde önce Çekleri deplasmanda yendik; sonra da İzlanda’yı evimizde... Milli maç arası başlarken herkesin beklentisi 4 puanı alır, baraj maçına gideriz şeklindeydi. Ama hem 2 maçı kazandık; hem de, diğer gruplardaki tam 7 maç “tam da bizim işimize geldiği şekilde” bitince doğrudan Avrupa Şampiyonası’na gitme hakkı kazandık.
Farkında mısınız bilmem de...
Avrupa Şampiyonluğu görmüş Yunanistan’ın ekonomik anlamda batma noktasına geldiği şu günlerde Faroe Adaları gibi averaj takımlarına 2 defa yenilmesi de tesadüf değildir; 5 yıldır futbolunu mahkeme kapılarından kurtaramayan Türkiye’nin hem milli takım hem de kulüpler bazında tel tel dökülmesi de...
Farkındayım; bugün Avrupa Şampiyonası’na direkt giden Türkiye’den bahsediyorum. Ama unutmayın; şayet ilk yarıdaki Hollanda maçını kaybetseydik daha ilk yarı maçları bittiğinde bile bu işe havlu atmış olacaktık!
Bundan da anlıyoruz ki; “yukarıdaki” Türkleri seviyor! Her şeye rağmen seviyor! Çünkü onca tesadüfün gerçekleşme ihtimali sadece yüzde 4’müş!
Şike skandalı patlak verdiğinde “Nooolmuş; Avrupa ve dünya futboluna bi 10 yıl uzak kalsak ölür müyüz?” diyenler vardı. Tam o kadar olmasa bile; şu kadar uzak kalmak bile ölümden betermiş! Futbol kulüplerimiz batmanın eşiğinde... Şike lafını duyan ürküyor; dev kulüpler formalarına sponsor bulamıyor!
Gördünüz işte; terör saldırılarıyla üzerine ölü toprağı serpilen Türkiye, şu kadarlık bir başarıyla bile birbirine kenetleniveriyor!
Türkiye’nin bu şartlarda Avrupa Şampiyonası’na gidebilmesi Allah’ın lütfudur! Ama milliler bunu yaparken hakimler de başka şeylerin peşinde koşuyor! Tamam; başta Aziz Yıldırım, tüm şike sanıkları aklanıyor. Ama o arada hiç beklenmeyen birinden; Hollandalı Pierre van Hooijdonk’tan çok önemli bir itiraf geliyor:
“Bu yeni bir şey değil ki! Benim zamanımda da teşvik primleri stat stat dolaşırdı.”
Yani bu aklama işini neresinden tutsan orasından elinde kalıyor!
Bu itiraftan da anlıyoruz ki; Aziz Yıldırım'ın çalışma tarzı (!) o yıllarda da (2003-04) aynıymış!
“Hız limitlerini biraz aşmışız. Radara biz yakalanmışız!” diyen Aykut Kocaman’ın kendisi... Kocaman’ın dediği o “biraz” ne kadardır; CAS Gerekçeli Kararları’nın çok açık bir şekilde yazdığı gibi 17 maçın 12’si midir mesela!
O “biraz”; Trabzonspor’un hakkı olanı Fenerbahçe’ye taşıyacak kadar mıdır mesela!
Türk insanına artık aptal muamelesi yapmaktan vazgeçin!
Bu problem başından beri yanlış yoldan gidilerek çözülmeye çalışılıyor ve görüldü ki bu yolla çözülemiyor!
Beraat kararından sonra konuşan Şenol Güneş de “Devre göre, adamına göre adalet mi olur?” diyerek bu işin vicdanlarda asla aklanamayacağını ifade ediyor.
AKP mitinglerine katılacak kadar fanatik “Erdoğancı” olan İbrahim Hacıosmanoğlu ve Duygun Yarsuvat’la birlikte bugünün Galatasaray başkanı Dursun Özbek’e kadar (bu tiyatroya ses çıkarmayacak başkanlar) o koltuklara yerleştirildi.
Ama olmuyor, olmuyor, olmuyor!
Bu yolla bu problem asla çözüm bulamıyor!
Fenerbahçeli yönetici mikrofon uzatıldıkça “Bizi siyasete bulaştırmayın” diyor... Ama herkes farkında ki; Fenerbahçe dibine kadar siyasete batmış durumda!
İşin başında şike kabullenilmesi zor bir dertti. Ama Fenerbahçe şu günlerde öyle dertlere bulaştırıldı ki; sanırım şike meselesi diğer derdin yanında hafif kalacak. Fenerbahçe yöneticileri gelecek kuşaklarına berbat bir miras bırakıyor. Fenerbahçeli olmayanların nabzını tutabilmeniz için söylüyorum; duyunca tribünleri parmakla sayılacak kadar boş duruma düşürenler, asıl kötülüğü nerde yapmış; daha iyi anlayacaksınız. Önümüzde Fenerbahçe-Galatasaray maçı var. Ben Galatasaraylıyım. 5 yıllık şike sürecinden sonra geldiğim(iz) nokta şu: Ben artık benim tuttuğum Galatasaray ile; hükümet tarafından kollanan Aziz Yıldırım’ın Fenerbahçe’sinin birbirlerine rakip olmasını istemiyorum!
Fenerbahçeli artık şapkayı önüne koymak zorunda... Bu işin “yaptık oldu” diyenlerin kafasıyla çözülemeyeceği ortada! Şayet koymazsa; Fenerbahçeliden sandıkta bu bedeli ödemesi istenecek!
Fenerbahçeli ister kabullensin, ister etmesin. Artık bu işin tek çözümü şudur. Bu çözümde sırf Avrupa Şampiyonası'na gidilmiş olmasının hatırınadır:
1- O kupa(lar) o müze(ler)de durmaz! Durmayacak!
2- Aziz Yıldırım tez vakitte istifasını verecek, Türk futbolunun ve Fenerbahçe’nin önünden çekilecek!
3- Madem ki iş sportif hile... O zaman bunun çözümüne de aynı gemideki kulüpler karar verecek! Hani o olan; ama hiçbir vasfı olmadığından şikayet edilen Kulüpler Birliği var ya; televizyonlardan canlı verilecek bir toplantıyla tüm Türkiye’ye şunu ilan edecek:
“Biz Kulüpler Birliği olarak... Kupaların sahiplerine teslim edilmesine... Aziz Yıldırım’ın istifa etmesi karşılığında SIRF AYNI GEMİDE OLDUĞUMUZ İÇİN Fenerbahçe’nin bir alt lige düşürülmemesine karar verdik!”
Yazdıklarıma gülen olur, kızan olur, umrumda değil... Ama o gülenlere geçmişten bir örnek vereyim:
12 Eylül 1980’den sonra Kenan Evren ülkede en sözü geçen kişilerden biriydi. Onun tek bir sözüyle ne fidanlar idama gitti. Paşa emekli olunca kendini resim sanatına verdi. Her devrin yağdanlığı kendine göredir. O devrin yağdanlıkları da o 5 kuruş etmez tablolara “sırf Paşa’nın gözüne şirin görünmek için” milyarlarca lira verdiler. Ama devir bitince...O tabloları çöpe attılar!
Bugün devrin iktidar sahibiyle aynı yolu yürüyebilirsiniz... Onlar tarafından şımartılmak ve korunmak hoşunuza da gidebilir... Ama o devir bitince; onlar sayesinde müzeye koyduğunuz kupalar tıpkı Kenan Evren tablolarına dönüşebilir!
O kupaları müzenizde sergilediğinize utanabilirsiniz.
Sizi bilmem; ama çocuklarınıza ve torunlarınıza bu mirası bırakmaya hakkınız yok!
Aslında ben bu geceki Galatasaray-Gençlerbirliği maçını yazacaktım. Ama Türk futbolu bu sorunlar içinde boğuşurken o maça yazmanın manası nedir; ancak okyanusta damla! O yüzden bunları yazmak bana daha anlamlı geldi.
Bu geceki maç;
Hamza Hamzaoğlu’nun gene yanlış 11’le sahaya çıkıp...
İlk yarıyı geride tamamladıktan sonra Yasin’i oyuna alarak 4-1 gibi farklı kazandığı bir maçtır sadece...
4 maçta 12 puan olmuştur.
Fenerbahçe maçı öncesinde moral olmuştur.
Benim açımdan başka da bir anlamı yoktur!