İktidar cephesi 31 Mart yerel seçimi ve 23 Haziran İstanbul yenileme seçimi öncesinde muhalefete karşı zorlama bir siyaset tarzı izledi.
Bu siyasetin üç unsunu vardı:
1- Millet ittifakını PKK ile ortak gibi göstermek.
2- Muhalefet liderlerini ve ittifakın İstanbul ve Ankara adaylarını cezaevi tehdidiyle baskılamak.
3- Seçimlere kolluk gücü ve yargıyı karıştırarak seçmeni baskılamak.
İktidarın bu zorlama politikası hem 31 Mart hem 23 Haziran seçimlerinde ters tepti. Seçimler muhalefet için büyük başarı, iktidar için ağır bir yenilgiyle sonuçlandı.
Seçimlerden sonra Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın başkanlığında yapılan değerlendirme toplantılarından sonra iktidarın dilinin değişeceği yönünde haberler yapıldı. Suçlayıcı, kutuplaştırıcı dilin yerine kucaklayıcı, yumuşak bir dil kullanılacağı hatta iktidarı destekleyen medyanın dilinin de değişeceği yönünde haberler yayıldı.
AK Parti’nin seçim sonuçlarını da masaya yatırdığı Kızılcahamam kampında ortaya çıktı ki, seçim öncesi siyaset aynen devam ediyor.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın kampın açılışı ve kapanışında yaptığı konuşmalardaki muhalefet yaklaşımı gösteriyor ki seçim öncesinde olduğu gibi CHP’yi HDP’yle ve giderek PKK’yla eş göstermek yaklaşımı devam ediyor.
Muhalefete yönelik sert söylem de aynen sürüyor.
Örneğin, Cumhurbaşkanı AK Partili Faruk Çelik’in başlattığı cumhurbaşkanı seçilme barajının yüzde 50’den yüzde 40'a düşürülmesi tartışması için CHP’yi kastederek “buradan size kemik düşmez” dedi.
Bu benzetmenin dilde bir yumuşamaya işaret ettiği herhalde söylenemez.
Keza Erdoğan kapanış konuşmasında da “egemenlik kayıtsız şartsız milletindir” dedikten sonra yine CHP’yi kastederek “onlar için egemenlik kayıtsız şartsız dağındır, onlarla kol kola yürürler” diye özetlenebilecek bir konuşma yaptı.
Bu ifadelerden anlaşılıyor ki, iktidar CHP’yi PKK gibi göstermeyi sürdürecek.
Cumhurbaşkanı’nın bu konuşmasından önce MHP Lideri Devlet Bahçeli’nin, CHP’yi ağır bir dille eleştiren ve “Kemal Kılıçdaroğlu’nun dokunulmazlığının kaldırılması ve mahkemeye gönderilmesinin önü açılmıştır” ifadesini içeren açıklaması da bunu gösteriyor.
Cumhur İttifakı, CHP’yi “terör örgütü” gibi göstermeyi esas alan zorlama siyasetini sürdürmekte kararlı.
İktidar, anamuhalefet lideri Kılıçdaroğlu’nu terör örgütüyle birlikte hareket etmekle suçlayıp yargı ve cezaevi yolunu göstererek baskılamaya çalışıyor ama, PKK’nın suikast girişiminde bulunduğu tek liderin Kılıçdaroğlu olduğunu unutuyor.
Kılıçdaroğlu’nu linç etmeye kalkışanların ve yumruk atanların, haklarında bir iddianame bile düzenlenmeden toplum içinde ellerini kollarını sallayarak gezdiğini de…
Oysa bütün liderlerin her türlü faaliyetlerinde can güvenliğini sağlamak, onların canına kasteden saldırganları yakalayıp yargıya göndermek devletin, yani iktidarın görevi ve sorumluluğudur.
İktidar zorlama siyasetini sadece muhalefet partileri üzerinde değil, hak arayan kesimler üzerinde de sürdürüyor.
KHK’lılar olarak bilinen ve işlerinden atılan ancak beraat edenlerin Ankara’da buluşmaları polis marifetiyle engellendi. İstanbul’dan otobüsle gelen KHK’lılar Ankara’ya sokulmayarak, seyahat özgürlüğü fiilen kısıtlandı.
Aynı şekilde tazminatlarının ödenmemesi nedeniyle Soma’dan Ankara’ya yürümek isteyen maden işçileri de yine polis tarafından engellendi.
İktidar, polis gücüyle ve zor kullanarak hak arama alanlarını kısıtlıyor. Toplantı ve yürüyüş hakkı Anayasa ve yasa güvencesinde olduğu halde fiilen sınırlanıyor.
Oysa Türkiye’nin bunun tam tersine ihtiyacı var.
Cumhurbaşkanı’nın bugün yarın TSK’nın Suriye’de Fırat’ın doğusuna büyük bir harekât yapacağını açıkladığı bir süreçte, iç cephenin güçlendirilmesi gerekirken, muhalefeti terör örgütüyle bir tutan, yargı ve cezaevi söylemiyle baskılamaya çalışan kutuplaştırıcı bir politika izlemek çok yanlış bir tutumdur.