Yüzü olmayan adam
Yıllar önce Doğu Alman İstihbarat Dairesi STASİ ‘ye başkanlık yapmış Markus Wolf ile NTV için ilginç bir röportaj yapmıştım. Wolf, Batı Almanlar’ın çok korktuğu, uluslararası alanda da ün yapmış bir ajandı. Uzun süre kimse fotoğrafını çekemediği için ‘’yüzü olmayan adam’’ olarak anılırdı. Babası doktor, erkek kardeşi ünlü bir yazardı. Yahudi kökenli oldukları için 1933’de Almanya’dan göç ettiler ve en uzun Sovyetler Birliği’nde yaşadılar. Markus Wolf, ölene kadar komunist kaldı. Röportajı yaptığımda seksen yaşlarındaydı bir yıl kadar sonra da son kitabını yazarak hayata gözlerini yumdu. CNN International’a bile röportaj vermeyi reddeden Markus Wolf’ün benimle konuşmak istemesinin tek nedeni vardı o da en önemlileri bile cezasını yatıp çıkmış olmasına rağmen ajanlarından birinin ABD de tutuklu kalmış olmasıydı. Bu çalışanı Türkiye vatandaşı olduğu için bunu medyada konu edip, Türk makamlarını harekete geçirmek istemişti. Bunun için gerekirse Ankara’ya gitmeye bile razıydı.
Röportajımız sırasında oldukça heyecanlı ajanlık hikayeleri anlatmıştı. Dediğine göre Türkiye’ye hiç gitmemiş. Kıbrıs’da kısa bir süre kaldığını ve çalıştığını anlatmıştı. Söylediği iki şeyi hiç unutmuyorum. Biri Ermenistan’daki izlenimlerinden çıkardığı sonuçtu. Dedi ki Marcus Wolf: ‘’Dünyaya mutlak barış ancak Ermeniler ile Türkler barışırsa gelir. O da çok uzak bir ihtimal.’’ İkincisi benim ‘’ Berlin duvarı yıkıldı, soğuk savaş da bitti, artık gizli servislere daha az iş düşüyor değil mi?’’ şeklindeki soruma verdiği yanıttı. ‘’Hayır! yanılıyorsunuz hatta bundan böyle daha fazla gizli istihbarata ihtiyaç duyulacak dünyada. Çünkü iki blok, yani insanlar için ak ve kara yok ve giderek düşmanınızı da dostunuzu da daha az tanıyacaksınız’’ dedi Wolf. Haftasonu Münih’de 50. si düzenlenen Uluslararası Güvenlik Konferansı’nda konuşulanlar tam anlamıyla Markus Wolf’ü haklı çıkaracak nitelikte.
Bu yılki konferansa Ukrayna ve Suriye’nin yanısıra NSA skandalı ile zirveye çıkan uluslararası dinleme operasyonları yani Cyber Güvenlik kavramı damgasını vuruyor. Edward Snowden ve NSA skandalı olmasaydı cyber suçlar bu kadar ciddiye alınmayacaktı. Internet çoktandır saflığını yitirdi. Bir zamanlar şeffaflık ve özgürlük sağlayıcıyken, artık kontrol ve cyber suç aracına dönüştü. Bireysel özgürlüğün sınırının nerede bittiği kollektif güvenliğin sınırının nerede başladığı bilinmiyor. İnterneti kötüler de kendi çıkarları için kullanıyor iyiler de ve kötü ile iyiyi birbirinden ayırt edebilmek giderek daha da zorlaşıyor. Yani Marcus Wolf’un dediği gibi kim düşmen kim değil bilemiyorsunuz. Düşmanı alt edeceğim derken, dostun özgürlük sınırlarını çiğniyorsunuz. Münih Güvenlik Konferansı, bu alanda uluslararası kurallar koymanın zamanının geldiği hatta geçtiğini bir kez daha hatırlattı.
Konferansta Alman Federal İçişleri Bakanı Thomas de Maziere ABD’yi hedef alarak zehir zemberek bir konuşma yaptı ve NSA skandalı ile ilgili artık bir adım daha atması gerektiğinin altını çizdi. Bu adım elbette, No Spy Anlaşması. Yani Amerika ve Almanya kimin ne zaman dinleneceğine birlikte karar verecek ve bunu bir anlaşmayla belgeleyecek. Başbakan Angela Merkel de geçtiğimiz Cuma günü kabul ettiği Amerikan Dışişleri Bakanı John Kerry’ye hala ABD’den kendisini dinledikleri için resmi bir özür beklediğini vurguladı ve dinlememe! anlaşmasını beklediklerini hatırlattı. Kerry bu yönde olumlu hiçbir işaret vermedi. Almanya’nın sabrı taşmış görünüyor. Amerikan tarafı ise tamamen‘’ Biz bir aileyiz, aile içinde olur böyle şeyler’’ edası içerisinde. Amerikan Kongre Üyesi ve Gizli Servis Komisyonu Başkanı Michael Rogers, medyanın verdiği bilgilere güven olmadığı için kendi enformasyonlarını kendileri almak zorunda kaldıklarını belirterek, ‘’ Çinliler bizim internet hatlarımızda dolaşıyor, Ruslar da, hatta İranlılar bile biz onları suçluyor muyuz’’ dedi.
Amerika’nın bu ciddiyetsiz tutumu Alman siyasetçilerini sadece kızdırmıyor, hırslandırıyor da. Kızdırmakla kalmıyor, uluslararsı daha fazla söz sahibi olmaya da itiyor. Yine Münih’de konuşan Almanya Cumhurbaşkanı Joachim Gauck, Almanya’nın uluslararası alanda çekingen davranmaması daha çok inisiyatif alması gerektiğinin altını çizdi. Almanya’nın rolünün özellikle AB, NATO ve BM içerisinde güçlenmesini isteyen Gauck, insan hakları ihlalleri, etnik temizlik, kitle katliamı ya da savaş durumlarında elbette ülkesinin yardımını esirgemeyeceğini vurguladı. Gauck’un bu sözleri muhafazakar Federal Savunma Bakanı Ursula von der Leyen’in Alman ordusunun Afrika’daki misyonunu arttırmayı önermesinin hemen ardından sarfetmesi dikkatleri çekti. Sosyal demokratların sol kanadı von der Leyen’in Mali ve Orta Afrika’ya daha fazla asker gönderme önerisini şiddetle eleştirdiler ama bu eleştiriler SPD’li Dışişleri Bakanı Frank Walter Steinmeier’in aynı doğrultuda açıklama yapmasını engellemedi. Steinmeier de Gauck ve von der Leyen gibi Almanya’nın daha fazla uluslararası sorumluluk almasından yana. Yeniden çizilmeye çalışılan Alman dış politikasının ilk adımının Ukrayna’daki krizi çözmek olacağının işaretini veren Steinmeyer, askeri çözümün en son başvurulacak yol olduğunu da hatırlattı.
Almanya’nın ikinci dünya savaşından bu yana sürdürdüğü çekimser dış politikasını bir günden diğerine değiştirmesi mümkün değil ancak, Münih Konferansı bir kere daha gösterdi ki, Almanya uluslararası siyasette kendine yeni bir yer arıyor. Bu yer biraz da ABD’nin süper güç olmaktan uzaklaşma ve dünya siyasetinin polarizasyonuna bağlı. Marcus Wolf haklı sanırım, tek güç, tek düşman, tek dost dönemi çoktan bitti. Bu durumda soykırım geçmişinden hala utanan ve demokrasinin hala iyi işlediği Almanya’nın iktidarından fazla ürkmemek gerek. Zaten cyber dünya suç işlediği kadar kötüleri de cezalandırmayı biliyor.