Başlıktaki sorunun yanıtını, bir hukuk devletinde kanun verir.
Nitekim, Türkiye Cumhuriyeti’nin “bir tür hukuk devleti” olduğu günlerde çıkarılmış bir kanun var.
“Bir tür” dedim, çünkü bizim memlekette ne demokrasi, tam demokrasi olabildi, ne de hukuk idarenin eylem ve işlemlerine gerçek anlamda hakim olabildi.
Ama işte neresinden baksanız dünya yüzündeki şu kadar ülke içinde bu tür kavramları kullanabileceğiniz az sayıdaki ülkeden birisi de bizimkiydi. (Di’li geçmiş zaman!)
Sözünü ettiğim kanun, Seçimlerin Temel Hükümleri ve Seçmen Kütükleri Hakkında Kanun’dur.
Buna göre seçim sandıklarının başında bir başkan ve altı asıl, altı yedek olmak üzere üyeler bulunur.
Sandık Kurulu’nun başkanı kamu görevlisidir. Son seçimde en çok oy alan beş partiden birer temsilci de bu kurulun üyesi olabilir. Üye göndermeyen partinin yerine diğer partilerden oy sıralamasına göre üye sayısı tamamlanır.
Ayrıca kurulda üyesi olmayan partiler ya da bağımsız adaylar da birer müşahit, bugünün Türkçesiyle gözlemci bulundurabilirler.
Oy verme işleminin bitiminden sonra, öncelikle kullanılmayan zarf ve pusulalar sayılır, tutanağa bağlanır, torbaya konulur, mühürlenir.
Sonra sandık açılır, zarflar sayılır, geçerli olup olmadığı yönünde kontrol edilir.
Hangi zarfların geçersiz olacağı, sandık kurulunun keyfine bağlı değildir:
Sandık kurulunun verdiği zarfların şekline, rengine uymayan, üzerinde her hangi bir işaret ya da sandık kurulu mührü dışında damga olan, imza, parmak izi, yazı ya da herhangi bir işaret olan zarflar geçersizdir.
“Evet” damgası, bir siyasi parti alanına, hem siyasi parti alanına hem de o partinin içinde bulunduğu ittifak alanına, ittifak alanına da taşacak şekilde bir siyasi parti alanına basıldıysa, o oy pusulası geçerlidir.
O seçim için düzenlenmiş biçim ve renkte olmayan, T.C. YSK filigranı bulunmayan, arkasında sandık kurulu mührü bulunmayan, hiçbir yerine evet mührü basılmamış olan, birden fazla yerine evet mührü basılmış olan, birden çok partinin alanına taşacak şekilde evet mührü basılmış olan, bütünlüğü bozulacak şekilde yırtılmış olan, üzerinde evet mührü dışında bir mühür ya da işaret taşıyan, karalanmış, çizilmiş pusulalar geçersizdir.
Geçersiz olduğuna sandık kurulunca karar verilen oy pusulaları ayrı paket yapılır, bağlanır, mühürlenir, sayısı yazılır ve saklanır.
Sandık Kurullarındaki altı kişiden birisi bile itiraz etse, o oy pusulasının geçerli olup olmadığı tartışılır, sandık kurulunda karara bağlanır ve tutanağa işlenir.
Gördüğünüz gibi geçerli oy pusulası konusu tartışmaya son derece kapalı, kanunda açıkça tarif edilmiş bir “şey”.
Ve altı kişi bir kağıda bakıp, denetliyor, ortak karara varıp, tutanağa bağlıyor.
Şimdi bu “geçersiz oyların yeniden sayılması” için nasıl bir gerekçe lazım?
Sandık Kurulu Başkanı’nın çayına afyon katıp uyuttular ve o arada bildikleri okudular mı? Sandıklara sahip çıksın diye oraya gönderilen parti temsilcilerini rüşvet ya da kadın / erkek teklif ederek oradan uzaklaştırdılar mı?
Kusura bakmayın ama geçersiz oyları yeniden saymak, “minareden at beni, in aşağı tut beni” demekten farksız bir durum.
İlçe seçim kurullarına nasıl bir gerekçe ve bu gerekçeyi haklı çıkaran kanıt sunuldu ki oyların yeniden sayılması kararı verdiler?
Bunu gerçekten merak ediyorum.
YSK, İl Seçim Kurulu ve İlçe Seçim Kurulu! Hanginiz bu konuda yetkili ise o herkese bunu açıklasın: “Şu kanıt nedeniyle geçersiz oy pusulalarının yeniden sayımını gerekli gördük” desin.
Bunu yapmazsanız, sonuç ne çıkarsa çıksın, yıpranan ve güvenilirliğini kaybedecek olan, “yargı denetiminde yapılan serbest seçimlerimiz” olacaktır
***
Kulakları çınlasın, Aysun Kayacı, siyasi tarihimize “benim oyumla, dağdaki çobanın oyu bir olabilir mi” özdeyişini soktuğundan beri aklımdan bu düstur çıkmıyor.
Seçimden önce, bir Kürdün oyuyla, bir Türkün oyunun eşit olmadığını öğrenmiştik.
Herkes “Kürt oyundan” öcü gibi korktu ama o oyları almak için de Mecnun gibi çöllere düştü.
Seçimden sonra da gördük ki Türkün seçim sonuçlarına itirazıyla, Kürdün itirazı da bir değil.
HDP’nin, Muş ve Malazgirt’te seçim sonuçlarına yaptığı itiraz, İl Seçim Kurulu tarafından kabul edilmedi.
AKP’nin 3 oy fark ile kazandığı Malazgirt’te 432 oy geçersiz sayılmıştı. Muş’ta ise 2 bin 500 oy geçersiz kabul edilmişti, fark ise 538 idi.
HDP’liler ellerinde tutanaklar olduğunu, HDP oylarının başka partilere yazıldığını ileri sürüyorlar ama İl Seçim Kurulu itirazları dikkate almıyor.
Oysa aynı seçim bölgesinde, Kızılağaç’ta Saadet kazanmış, AKP’nin itirazı kabul edilmişti.
Öyle görünüyor ki yargı bağımsızlığını kaybetmekle kalmadı, üzerinde en çok titremesi gereken serbest ve eşit seçimlere de gölge düşürülmesini umursamıyor.
Bu gece yatarken kendinize bir sorun derim: Siz gerçekten kanunlara uyarak, vicdanınızla mı karar veriyorsunuz, emir eri misiniz?
Bir not da Muş Valisi’ne: Sırrı Sakık için “o adamı burada belediye başkanı yaptırmayacağım” dediğiniz iddia ediliyor.
Bunu sormak istemezdim ama siz müstemleke valisi misiniz? Size ne vatandaşın kime oy verip, kimi seçeceğinden?
***
Seçim sonuçlarına itiraz furyası başladığından beri Türkiye sosyal medyası iki kamp.
Bir taraf, diğer tarafın daha önceki seçimlerde sonuçlara itirazlar hakkında söylediklerini yayıyor.
Perhiz ile lahana turşusunun yan yana gelmesine en çok alışkın olması lazım gelen millet biziz aslında.
Ve zaten bizim siyaset dünyamızda “tutarlılık” diye bir şey söz konusu değildir.
Herkes kendisi için hak olarak gördüğü şeyi, başkası yaparsa sinirlenir.
Onun için bütün bu “sen öyle demiştin, bak şimdi ne diyorsun” gibi takılmaların bir anlamı yok.
Öte yandan şunu aklımızda tutalım: Türkiye’nin bir hukuk devleti olduğunu savunuyorsak, seçim sonuçlarına itirazların da bu çerçevede bir hak olduğunu kabul edelim.
Önemli olan itirazların, tartışmaya yol açmayacak şekilde şeffaf, adil ve kanuni olarak değerlendirilebiliyor olmasıdır.
Bunu da YSK’dan bekliyoruz.
Ben de dahil birçok kişinin yargıya artık güveni kalmadı ama yine de bu konudaki ümitlerimizi muhafaza edelim.
Yargı da çürür ve kokarsa, kıyamet o zaman kopar, hepimiz bunu aklımızdan çıkarmayalım.