D_Masthead_970x250
Gelsin HDP oyları, ama adlarını bile anmayalım!

Kimse kalkıp da, biz Kürtlerle kardeşiz, Kürtler canımız ciğerimiz, en iyi arkadaşım Kürt, gelinim Kürt ama gül gibi geçiniyoruz, sakızını çiğnemeye kalkışmasın, o sakız ağızlarınızda çoktan çürüdü. "Kürt" gündelik yaşamınızın da siyasetinizin de maymuncuk sözcüğü. Nefret söyleminizde de sevgi mürailiğinizde de kullandığınız klişe sözcük.

Çocukluğumdan hatırlıyorum: Subay hanımları, emir erlerinden, (bir zamanlar vatan borcunu (!) ödemek için askere alınıp subay ailelerine uşaklık yapmak üzere verilen Mehmetcik’lerden) söz ederken, "Kürtler iyidir, sadık olurlar" derlerdi. Ne zaman ki o Kürtler kimliklerini, haklarını, onurlarını talep ettiler, ne zaman ki "biz de varız" diyerek dillerine, kimliklerine sahip çıktılar, sadık olmaktan çıkıp terörist hainler oldular. Bunca zamandır baskıya, zulme, inkâra maruz bırakılmış; dili, kültürü, kimliği yasaklanmış Kürt, bir halk olarak siyaset sahnesine çıktığında artık düşmandı: Türk devletinin ve o devlete egemen olanların düşmanı…

Düşmana düşman hukuku uygulanır

Günümüz Türkiye’sinde, savaş ve faşizm dönemlerinin düşman hukuğu sadece Kürtlere değil muhalefete de uygulanıyor. Çünkü iktidardakiler ve onların eteği altındaki irili ufaklı uydu siyasî çevre ve kişiler toplumun geri kalanına karşı düşük yoğunluklu bir savaş sürdürüyorlar. Kuvvetler ayrılığının fiilen ortadan kalktığı, yargı erkinin tepeden tırnağa tek adama ve derin devletin sözcüsü ortağına bağımlı hale geldiği bir hukuk (aslında hukuksuzluk) düzeninde yargı kararları, anayasa ve yasaların yerine konan düşman hukuku zihniyetine göre veriliyor. Bu yüzden, "yargı kararını versin" sözü zevahiri kurtarmaya yönelik boş bir dilekten öteye geçmiyor. İktidarın keyfî uygulamaları karşısında muhalefetten sık sık duyulan bu söz, yargının şahsın keyfine bağımlılığını görmezden gelmenin ötesinde, kafayı kuma gömmekten ve çaresizlik ifadesinden başka bir şey değil.

Üç milletvekilinin (CHP’li Enis Berberoğlu, HDP’li Leyla Güven ve Musa Farisoğulları) dokunulmazlıklarının kaldırılması ve tutuklanmaları yüzlercesini görüp izlediğimiz düşman hukuku uygulamasının son örneğiydi. Şaşırtıcı değildi, beklenmedik değildi ama hem tahrikçi hem de yaralayıcıydı. Üstüne üstlük, "az düşman", "çok düşman" değerlendirmesiyle CHP milletvekilinin tahliyesi sağlanırken HDP milletvekilleri cezaevine gönderildiler, halen içerdeler.

Konunun hukukî, yasal, anayasal boyutlarına aklım ermez. Murat Sevinç’in Diken’deki 5 Haziran tarihli yazısını okumak yeter. Beni, kararın açıklanmasının ertesi gününden itibaren derin bir karamsarlığa uğratan, 80 yıllık ömrümde ilk kez "artık bu ülkeden umudum kalmadı" dedirten, genç kuşaklar adına kederlendiren milletvekillerinin dokunulmazlıklarının kaldırılıp tutuklanmaları değildi; benzer gelişmelere sadece bugün değil yıllar boyunca sık sık şahit olmuştuk. Beni umutsuzluğa düşüren; kendisine demokratlığı yakıştıran, tek adam rejimine sözde karşı olan muhalefetin, yandaşlar paydaşlar değil sözde tarafsız ana akım medyanın çok büyük bölümünün, televizyonların her soydan ve her boydan kimi prof., kimi ünlü siyasetçi, kimi gazeteci yorumcularının zihniyetiydi.

Gelişmelerden huzursuzluk duyduklarını belli edenlerin varabildikleri en muhalif nokta, üç milletvekilinin dokunulmazlıklarının kaldırılmasının zamanlamasının anlamlı olduğu îmasıydı. Hepsinin, aralarında küçük nüanslarla ortaklaştıkları, kimisinin daha açık ve düşmanca, kimisinin sureti haktan görünerek birleştikleri nokta ise HDP’nin terörle arasına mesafe koyamadığıydı. Adının önünde Prof. yazan bir zat, işi "tövbe etmeliler, o zaman düşünürüz"e kadar götürdü. Tarafsızlığını korumaya gayret gösterdiği izlenimi yaratan bir TV kanalının sunucusu, gazeteci olduğunu falan unutup hükmü kesti: "HDP terör örgütü PKK’nin uzantısıdır, bu zaten mahkeme kararlarıyla da sabittir."

Genelde CHP milletvekili Berberoğlu üzerinden yürüyen hukuk tartışmasında, muhalifler Berberoğlu’nun mahkûmiyet kararının yargı hatası olduğuna değinseler de, hakimleri savcıları FETÖ’den halen tutuklu ya da firarî olan hukuksuz KCK davalarından hüküm giymiş HDP milletvekillerinin tutukluluklarının nasıl bir haksızlık hukuksuzluk olduğuna kimse değinmedi. Herkes FETÖ yargısını içine sindirmişti. Kürt düşmandı ve düşmana uygulandığında savaş hukukuna kimsenin itirazı yoktu.

Söz konusu Kürtlerse hukuk ve demokrasi teferruattır

Kürt siyasî hareketi ve eşit yurttaşlık-kimlik-hak mücadelesi veren Kürt halkı söz konusu olduğunda iktidar ve muhalefet cephelerinin bileşenleri değişiyor ve hepsi uzlaşıveriyorlar. Bunu çok iyi bilen Erdoğan-Bahçeli ikilisi, muhalefetin Türk milliyetçiliği zaafını ve Kürt fobisini ustalıkla kullanıyor. Berberoğlu’nun milletvekilliğinin iki HDP’li milletvekiliyle birlikte düşürülmesi kurnazca bir hamleydi. Hem CHP’ye gözdağı veriliyor hem de "bu kaka çocuklarla aranıza mesafe koyun hele," deniyordu. 2016’da dokunulmazlıkların kaldırılmasıyla ilgili anayasa değişikliğinin Meclis’ten geçmesinin yolunu "Anayasaya aykırı ama evet oyu kullanacağız" diyerek açmış olan CHP gerekeni hemen yaptı, HDP’li milletvekillerini yok saydı, tepkilerini, söylemini sadece kendi milletvekili üzerinden kurdu. Demokrasiyle uzaktan yakından ilişkisi olmayan bu tutumunun mükâfatını Berberoğlu’nun Koronavirüs salgını bahanesiyle tahliye edilmesiyle aldı. Murat Yetkin’in yazdığı gibi, demek ki Covid-19 HDP’lilere bulaşmıyormuş.

Kendilerini muhalefette gören, hatta demokratik ittifaktan söz eden siyasî partilerden de, -DEVA Partisi hariç- CHP’den farklı bir ses duyulmadı. Akşener, ismini anmaktan bile çekindiği HDP milletvekillerini yok saydı, cümlesini sadece Berberoğlu’nun tutuklanması üzerinden kurdu. Perinçek’in, adı parti kendisi derin odakların bir kanadının yedek yuvası (?)olan Vatan Partisi HDP’nin acilen kapatılması talebini coşkuyla yineledi.

Erdoğan’ın oyununu bozmak istiyorsanız…

İktidarın, 6 milyon seçmenin iradesini temsil eden Kürt siyasî hareketine "düşman hukuku" uygulamasını sîneye çeken, HDP’nin adını bile telaffuzdan kaçınan, aman milliyetçi oylar, Türk milliyetçisi ortağım komşuya kaçmasın diye Türkiye’nin normalleşmesinin ve demokratikleşmesinin olmazsa olmazı Kürt sorununda Kürt siyasî hareketinin denklemde yer almasından ödü kopan bir muhalefetle karşı karşıyayız. Gelsin HDP oyları, ama adlarını bile anmayalım!

Ana muhalefet partisi genel başkanı Kılıçdaroğlu, CHP milletvekili Enis Berberoğlu’nun tutuklanmasını protesto için Adalet Yürüyüşü başlatmış, yüzbinler birlikte günlerce yürüyerek kararan umutları yeniden yeşertmeyi başarmış bir liderdi. Aynı Kılıçdaroğlu şimdi şartların çok değiştiğini, bu tarz eylemlerin Erdoğan’ın oyununa gelmek olacağını söylüyor.

Evet, şartlar o günden bugüne değişti, tek adam rejimi tehlikesinden faşizmin ayak seslerine vardık. Adalet Yürüyüşü veya benzer -ve daha cesur- kitlesel bir çıkış asıl şimdi gerekiyor. Diyelim ki kitlesel yürüyüş riskli ve provokatiftir, peki, HDP milletvekillerinin adalet için Ankara’ya yürüyüşüne CHP’li milletvekillerinin katılması düşünülemez mi? Sadece onlar değil bu rejime karşı olan bütün partiler, örgütler, yapılar, kanaat önderleri, aydınlar, sanatçılar birlikte yürüseler kararan ufuk, tükenen umut yeniden yeşerir. Görün bakın o zaman iktidarın oyunu nasıl bozulur.

Türkiye’de, bu yazdıklarıma benzer düşünceleri paylaşan milyonlarca barışçı, özgürlükçü, demokrat insan var. İktidarın halkları düşmanlaştırma, toplumu cepheleştirme, düşman hukuku uygulama oyununu bozmak, faşizme "no pasaran" demek için bekliyorlar, bekliyoruz. İş ki, mış gibi yapan değil demokrasiye cesaret eden bir güç çıksın. Topu sivil topluma atmak kolay, sivil toplum üzerine düşeni güç bela yapmaya uğraşıyor, sorumluluk ve yükümlülük başta CHP siyasî partilerdedir. Bizler, umudun küçücük bir kıvılcımını gördüğümüzde, içimize tam sinmese bile "bağrımıza taş basarak" seçim sandıklarına koşuyoruz, çoğu zaman hüsrana uğrayacağımızı bile bile.

Bizler birlikte yürümeye çoktan hazırız ama çağıran yok. Yarın ise çok çok geç olacak. Başkalarına düşman hukuku uygulanmasına gözlerini kapatanlara düşman hukuku uygulanması an meselesi. 

İlgili İçerikler