“Diz altında çiçek gibi açılarak genişleyen, bir lalenin yaprakları gibi ayakkabıları saran İspanyol paça pantolonlar...”
Ya da:
“Sizin o güzel vücudunuzun hatlarını ortaya çıkaran midi etekler, diz kapaklarına kadar gelen çizmelerle birlikte...”
Ya da:
“Profesyonelliğin ve dövüşkenliğin sarsıcı dengesini vurgulamak ister gibi, kolları kıvrılarak giyilen vatkalı ceketler...”
Ve de renkler:
“Bu yıl size mavi yakışır, bu yıl size yeşil iyi gider, sarı, mor...”
Bunlar moda dergilerinden alıntılar. O dergilerde şu “tip” giysiler, mevsimine göre şu şu renkler insanların beğenisine sunuluyor, daha doğrusu “sunuluyor” değil, “empoze” ediliyor.
Moda olarak giyimle ve moda olan renklerle fark yaratmak üzere.
Giyim fark yaratıyor.
Hatta ve hatta “sınıf farkı” yaratıyor. Her zaman ve her yerde.
Giyimin “fark yarattığı” o kadar belli ve deneylerle sabit ki...
Giyim aynı zamanda bir baskı aracı haline bile getiriliyor. Boyun eğdirme, kişiliği bastırma, kişiliği ezme aracı haline...
İşte, “tek tip giysi” bu gibi durumlarda çıkıyor.
Tutuklu ve hükümlüleri damgalama, toplumdan dışlama, onları suçluluk psikolojisine itme aracı olarak, “tek tip giysi”.
Çeşitli zamanlarda ve çeşitli ülke hapisanelerinde uygulaması var ama, en belirgin uygulama Hitler dönemindeki toplama kamplarında.
O gri, çizgili, pijama gibi, üstü ve altı iki parçadan oluşan “tek tip” giysiler.
Türkiye’de rejimi değiştirmek yolunda bir adım daha atmanın uygulaması olan 696 KHK ile “terörle mücadele yasası kapsamına giren suçlardan dolayı tutuklu ya da hükümlü bulunanlara tek tip elbise” verilmesi kuralı getiriliyor.
Tek tip... Türkiye son bir kaç yılda olduğu gibi, bu tür bir uygulama ile de ilk kez karşılaşıyor.
Ve bunu KHK ile yapıyor.
Sakatlık daha burada başlıyor.
Her ne kadar adalet sistemi, yasalar, hukuk allak bullak olsa bile, yine de her şeye rağmen, her işin belli bir adabı ve kuralı var.
KHK’lar ile OHAL rejiminin düzenlenmesine dönük, OHAL’in ilan gerekçesiyle bağlantılı kararlar alınabilir.
Oysa, bir buçuk yıldan bu yana, KHK’larda ne ararsan var. Son örnek 696 sayılı KHK.
Banka düzenlemeleri, hatta Şeker Şirketi’nin kapatılması, Savunma Sanayi Müsteşarlığının Cumhurbaşkanlığına bağlanması, Vakıflar Bankasının Hazineye devri, taşeron işçiler, Gemlik’in taşınması, yeni vakıflar ve askeri fabrikalar kurulması...
KHK OHAL düzenlemesinden çıkıyor, istisnasız hepsi yasayla hayata geçirilmesi gereken kararlar, kimseye danışmadan, kendi içinde bir ekiple, Meclis’e sunulmaya gerek görülmeden, bütünüyle keyfi bir düzenlemeye dönüşüyor.
Bunların hepsi yasalara aykırı.
Asgari koşullarda işleyen bir hukuk sisteminde bu kararların hepsi adalete çarpar ve geri döner.
Türkiye artık KHK’larla yönetilen bir ülke, Meclis tamamen dışlanmış durumda.
“Tek tip” uygulaması bunun dışında değil.
“Tek tip” uygulaması için Adalet Bakanlığının yönetmelik çıkarması gerek. Çünkü, bu cezaevi yönetimiyle ilgili.
KHK ile “tek tip” olmaz.
“Tek tip” özelliğinin ötesinde, daha ilk adımda pratikte geçerli olmayan bir hüküm getiriliyor. Çünkü, bu uygulama KHK ile olmaz, geçersizdir, yasaya aykırıdır.
Karşımızda yine “ben yaptım, oldu” dayatması var.
Kaldı ki, tek tip...
Bütün psikologların birleştiği nokta:
-“Tek tip” işkence aracıdır.
-Baskı unsurudur,
-Hak ihlalidir.
Zaten bu nedenle Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinden (AİHM) dönen “tek tip” uygulamasıyla ilgili kararlar var.
Milletvekilleri, akademisyenler, gazeteciler ve Terörle Mücadele Yasası kapsamında diğer tutuklu ve hükümlülere ve örneğin hatta Ayşe öğretmene “tek tip”...
Şimdi ne olacağı belli. Uygulama altmış bin kişiyi kapsıyor. Çok büyük çoğunluk bunu giymeyi reddedecek, dolayısıyla mahkemeye çıkamayacak ve karşılığında disiplin cezası alacak.
Zaten yeteri kadar ve her alanda gergin bir ülkeye yeni bir gerginlik daha ekleniyor.
Üstelik yasalara aykırı biçimde.