Türkiye’de ırkçılık ve şeriatçılık siyasi bir damar olarak hep var oldu. Fay hatlarının enerji boşaltması gibi zaman zaman kendilerini gösterebiliyorlar.
Son Bursaspor-Amedspor maçı öncesi ve sahada yaşananlar da bu anlamda küçük bir sarsıntı olarak kabul edilebilirdi, meğer ki Bursa Emniyet’in takındığı pasif tutum planlı bir tercih izlenimi vermeseydi.
Bursa’daki fayın yıkıcı etkisi, Amedsporlu bir futbolcunun sosyal medya hesabından yaptığı bir paylaşım nedeniyle günler öncesinden kendini göstermişti.
Bursaspor Kulübü’nün paylaşımda bulunan futbolcuyu federasyona şikayet etmesi ve Amedspor’un kadro dışı cezası vermesi artçı şokların gelmesine engel olmadı.
Amedspor futbol kafilesinin Bursa’ya gelmesiyle birlikte şehirde kendini gösteren hareketlenmeye karşı emniyet güçlerinin hiçbir hazırlık yapmadığı, sonrasında gelişen olaylardan belli oluyordu.
Öyle ki, maç öncesi otelin önünde sabaha kadar yapılan gösteriler, saha içinde maç başlamadan Amedsporlu futbolculara yapılan saldırılar, planlı bir pogrom olduğu şüphesi uyandırıyordu.
Bu nedenle, Sivas Madımak Oteli’nin yakılmasına yönelik yapılan göndermeler hiç de abartılı benzetme değildi. 35 kişinin yanarak ve dumandan boğularak ölmesiyle sonuçlanan Madımak Oteli önündeki olaylar da benzer şekilde başlamıştı. Bursa’daki olayların da yaralama ve ölüm gibi çok vahim sonuçları olabilirdi.
Her iki şehirde yaşanan olayların başka bir benzerliği, emniyet güçlerinin gösterdiği pasif tutumda birleşiyordu.
Burada üzerinde durulması gereken konu, Bursa Emniyet İl Müdürlüğü’nün olaylara seyirci kalmayı tercih etmesinin nedenleriydi. Bu tercihi Bursa Emniyet’in tek başına aldığını düşünmek biraz zor. Gelişmeleri an be an Ankara’da ki Emniyet Genel Müdürlüğü’ne aktarıldığı ve gelen talimatlara göre tutum takınıldığı ihtimali ağırlık kazanıyor.
Bursa’da yaşanan olaylar için "Ucuz atlatıldı" denilebilir, ancak toplumda bıraktığı izler, kolay silineceğe benzemiyor.
Şu anda en çok, T24’den Tolga Şardan’ın yaşanan bu gelişmeler hakkında ne düşündüğünü merak ediyorum.
Ve aklım dönüp dolaşıp, Bursa Emniyeti’nin gösterdiği tutumun lokal bir zafiyetten mi kaynaklandığı, yoksa pogromu göze almış genel bir emniyet politikasının sonuçları mı olduğunda düğümleniyor.
Ve bu soruları düşündükçe, siyasi, etnik, dinsel, cinsel ayrımcılık, çevresel duyarlılık gibi nedenlerle pogrom benzeri sonuçlar doğuracak ne çok bahanemiz olduğunu hatırlıyor ve ürküyorum.
Bu düğümü de çözse çözse sadece ve bizzat İçişleri Bakanı çözer, ya da bir miktar seyircinin göz altına alınması ve birkaç stad görevlisinin görevden uzaklaştırılmasından sonra soğumaya bırakılır.
Göreceğiz.
Trabzonlu bir vatandaş, sıfır kilometre aldığı aracındaki elektronik arıza nedeniyle açtığı davayı 4,5 yıl sonra kazandı.
Bu kararla birlikte sadece aracın kusurlu olduğu değil, Trabzon Tüketici Mahkemesi’nin ve genel olarak bilirkişilik müessesinin performansı da tescillenmiş oldu.
Üstelik, araçtaki arıza öyle gözle görülmeyen bir nedenlere de dayanmıyor.
Satın alındığı gün ikaz ışıklarının sürekli yandığı, şanzıman aksanı ile park konum sensörünün çalışmadığı fark edilmiş.
Yetkili servis arızaya çözüm bulamayınca, üretici firmaya karşı dava açılmak zorunda kalınmış.
Mahkeme sorunun tespiti için (hem de Karadeniz Teknik Üniversitesi’nden) bilirkişi tayin etmiş.
Ancak bilirkişi sayısını biraz abartmış görünüyor, 6 kişilik bir heyet belirlemiş.
Sorunun elektronik nedenden kaynaklandığı açıkça ortada olmasına rağmen, mahkemenin neden diğer branşları da işin içine katma gereği duyduğu bilinmiyor.
Böyle olunca da, araçla ilgili üretim hatası olduğuna ilişkin ortak bir karara varılması 4,5 yıl gibi süre almış.
Doğal olarak, mahkeme, bilirkişi heyetini üniversite yerine oto sanayindeki esnaflardan belirleseydi, bu süre içinde aynı aracı en küçük vidalarına kadar 45 kez söküp, yeniden monte ederlerdi gibi bir düşünce doğuyor.
Sonuç olarak bu dava, Türkiye yargısındaki bilirkişilik kurumunun nasıl çalıştığını, mahkemelerin bilirkişi belirlerken gösterdikleri hassasiyeti bir kez daha ortaya koymuş oluyor.
Beşiktaş Belediyesine yönelik "rüşvet" ve "irtikap" suçlarına ilişkin yürütülen soruşturma kapsamında eski Beşiktaş Belediye Başkanı Murat Hazinedar da dahil olmak üzere 17 kişi hakkında dava açıldı.
İddianamede, aralarında Murat Hazinedar'ın da bulunduğu 3'ü tutuklu 16 kişi şüpheli olarak yer aldı.
Olayı kapsamı oldukça geniş görünüyor, bir yandan da davaya konu olan iddiaların üzerinden 10 yıl geçmiş olması nedeniyle, bazı soru işaretleri barındırıyor.
Beşiktaş Belediyesi odaklı bu gelişme şimdilik kenarda dursun, Türkiye’nin belediyecilik tarihinde müzmin bir hastalık gibi duran “rüşvet/irtikap” olayına bir olgu düzeyinde bakalım.
Şunu baştan kabul edelim ki, bugün Türkiye’nin herhangi bir beldesindeki vatandaşa “Belediyenizde ruhsat verme aşamasında vatandaştan rüşvet isteniyormuş, sizce doğru mu?” diye sorulsa, “Asla inanmam” diyecek bir kişiye bile rastlamak oldukça zordur.
Rüşvetin ne anlama geldiği 7’den 77’ye kadar çok iyi bilinir de, “irtikap” çok bilinen bir kavram değildir, ama ne mana ifade ettiği öğrenildiğinde ne kadar da çok bildik olduğu hemen anlaşılır.
Ceza kanuna göre ‘irtikap’ bir suçtur. Bir kamu görevlisinin (çoğunlukla memur) sahip olduğu resmi nüfuzunu kötüye kullanarak vatandaşın haklı olduğu bir işini hiç veya gereği gibi yapmayacağını söyleyerek kendisine veya yönlendireceği bir kişiye yarar sağlaması halidir.
(Beşiktaş Belediyesi’yle ilgili davada da, "İmar evraklarının onaylanması için Beşiktaş Belediyesi Beltaş Vakfı'na para yatırılması, aksi takdirde imar evraklarının onaylanmayacağı" iddiası yer alıyor)
Konumuza dönecek olursak, gerçekten de, hayatı boyunca bir belediye çalışanına hiç rüşvet vermemiş de olsa, benzer bir iddiayı eş/dosttan duymuş insan sayısı oldukça fazladır, bu satırların yazarı dahil.
O nedenle “Belediyedeki görevi sırasında karun kadar zengin oldu” veya “Tüm akrabalarını ihya etti” şeklindeki iddialar, bir skandalı deşifre etmek değil, olağan hale gelmiş süreci tekrarlayan sözler olarak anlaşılır.
Herhangi bir belediye düzeyinde yapılmış yolsuzluk iddiası, bu anlamda çok şaşırtıcı olmaz.
Belediyede bir göreve gelmek, neredeyse rüşvet almak veya irtikap eyleminde bulunmak o kişi için bir hak, toplum genelinde ise görevin doğal bir uzantısı olarak normal bir hal alır. Bu anlamda neredeyse kaçınılmazdır, bir yazgıdır…
Beşiktaş Belediyesi ile ilgili iddialar ise henüz mahkeme aşamasında…
Yukarıdaki saydığımız rüşvetle bütünleşik ilişkiler nedeniyle, davanın sonunda ceza veya beraatla sonuçlanması toplum nezdinde çok şaşırtıcı olmayacak, bu gerçekle yaşamaya devam edecek.