"Gerçekleri olduğu gibi aktaran, yansıtan, gösteren bir avuç TV, yazan çizen bir avuç gazete ve internet sitesi olmasaydı...
Bu iktidarın deprem öncesi ihmallerinden, deprem sonrasındaki beceriksizliklerinden, arama ve kurtarma faaliyetinin gecikmesinden, her türlü yardımın aksamasından...
17. güne girildiği halde, temel ihtiyaçların hâlâ karşılanamayışından...
Halkın asla haberi olmayacaktı.
Peki, nasıl haberi oluyor?..
Bir avuç bağımsız TV, gazete, İnternet sitesi ve gerçek gazeteciler sayesinde!.."
İktidar medyanın yüzde doksanını denetliyor ancak, geriye kalan yüzde on çok daha fazla izleniyor ve okunuyor. Çok daha fazla etkili. Çünkü, gerçekler orada.
Malum, gerçek haberlere AKP öfkeli. İktidarı zaten kaybediyor, depremdeki aczi kaybetme katsayını iyice artırdığı için gerçek haberlere daha çok kızıyor.
O haberleri önlemek açısından, medya üzerine kurduğu baskıyı daha fazla arttırmaya gidiyor.
"RTÜK tarafından TELE1'e verilen üç günlük kapatma cezası bunun hukuk dışı son örneği."
Aylar önce TELE 1'deki bir programda milletvekili olmanın hakkını başarılı bir biçimde veren TİP milletvekili Sera Kadıgil "Diyanet İşleri Başkanlığı" ile ilgili bir görüşünü paylaşıyor.
"Sadece görüşünü paylaşıyor.
Hakaret yok!..
Suçlama yok!..
Sadece bir değer hükümünü belirtiyor."
Gözünün üstünde kaşın var, arayışındaki RTÜK Sera Kadıgil'in sözü üzerinden TELE 1'e üç gün kapatma, ekran karartma cezası veriyor.
TELE 1 karara itiraz ediyor, 26 Ekim 2022'de Ankara 2. İdare Mahkemesi "oy birliği, evet oy birliği ile RTÜK'ün kararını durduruyor, oy birliği ile yürütmeyi durdurma kararı alıyor."
Durdurma kararına RTÜK itiraz ediyor.
Ve bir mahkemenin oy birliği ile durdurduğu kararı bir üst mahkeme önceki gün 1'e karşı 2 oyla iptal ediyor, TELE 1'in üç gün kapatılmasına onay veriyor.
Bu karar demokrasiye, ifade özgürlüğüne, basın özgürlüğüne kökünden aykırı ama, başka boyutu da var:
"Bir konuk bir TV'de kendi değer hükmünü söylüyor."
Ne var bunda?..
Neden ekran karartma?..
Neden?..
Devamı uluslararası hukuktan örneklerle...
1992 İspanya... Benzer bir olay yaşanıyor, İspanyol Hükümeti ilgili kuruma ceza veriyor. O kurum Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'ne (AİHM) başvuruyor.
Bu olayla ilgili, otuz yıl önceki AİHM kararı:
"Hükümetin eylemleri ya da ihmalleri sadece yasama ve yargının değil...
Aynı zamanda BASININ DA yakından DENETİMİNE tabidir." (Rıza Türmen, Bir AİHM Yargıcının Not Defteri, s.307).
Benzer o kadar çok örnek var ki...
Daha da geriye gidelim, kırk yıl öncesine... 1986 Avusturya... Yine eleştiri ve ifade özgürlüğü bağlamında bir dava...
Olay AİHM'e gittiğinde, AİHM:
"İfade bir değer hükmü taşımaktadır, ifade özgürlüğü çerçevesinde değer hükmü niteliğindeki beyanlar cezalandırılamaz." (Rıza Türmen, adı geçen kitap, s.310).
Kırk yıl...
Kırk yıl önce verilen AİHM kararları, Türkiye üstelik o sözleşmenin tarafı, imzası var, kırk yıl sonra şakır şakır çiğneniyor.
Bizim Anayasamızın 90. maddesi hükümetin AİHM kararlarına uymasını zorunlu kılıyor.
Uyan var mı?..
Yok!..
AİHM içtihadı ortada iken, bir mahkeme nasıl oluyor da, oy çokluğu ile TELE 1'in kapatılmasını onaylayabiliyor?..
Önceki akşam Hatay'da yeni bir depremi yaşıyoruz. Depremden en çok etkilenen iki ilçemiz Samandağ ve Defne.
İki ilçede belediye başkanı CHP'li. Hah, al sana başka örnek.
Samandağ Belediye Başkanı Refik Eryılmaz ile Defne Belediye Başkanı İbrahim Güzel depremden sonra TV'lerde feryat ediyor, Eryılmaz özetle:
"On beş gündür beni iktidar sahiplerinden kimse aramadı. Burada 15 bin çadır ihtiyacı varken, sadece 2 bin çadır geldi. İnsanlar soğukta sokakta kaldı. Çadır istiyoruz, çadır filan gelmedi.
Biz belediye olarak yardıma gidiyoruz, AFAD bizi yardım salonundan atıyor. Bize CHP'li belediyelerden gönderilen yardımları dağıtmak istediğimizde bize engel oluyorlar, kendilerinin dağıtacağını söylüyorlar.
Bu felaket sırasında bile, böyle bir ayrımcılık olabilir mi?.."
Bu gözlemler sadece o iki ilçeyle sınırlı değil.
Bugün depremin 17. günü, 17 gündür deprem bölgesinin her yerinden, doğrudan halkın kendisinden feryatlar yükseliyor:
"Devlet nerede?.."
Böyle bir felakette "yardımı ben yapacağım, sen yapamazsın, senin getirdiğin yardımı da, ben dağıtacağım" demek, hangi kafa, hangi anlayışın ürünü?..
Her yerden "çadır yok" diye feryatlar yükselirken...
Dün önemli bir bilgiye ulaşıyorum.
"Pakistan, Amerika, Çin" başta olmak üzere, dünyanın çeşitli ülkelerinden "çok ama çok çadır gönderiliyor bize.
O kadar çok ki, garip gelebilir ama, belki şu anda dünyada en çok çadıra sahip ülke biziz!.."
Eee, nerede bu çadırlar?..
"Yeterince dağıtılamıyor, çünkü organizasyon bozuk, dağıtım kördüğüme dönüşüyor.
İş bilmeyen insanlar iş başında olunca, olaya ayrımcılık eklenince, felaket bitmek bilmiyor."
17 gün geçmiş, insanların yardım feryatları dinmek bilmiyor.
Ama...
Bunları yaz...
Bunları çiz...
Bunları TV'lerde hiç çekinmeden göster... Elbette göster...
Al sana ceza!..
Yalçın Doğan kimdir? Yalçın Doğan, 1965 yılında Alman Lisesi'ni, 1969'da İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesini bitirdi. Gazeteciliğe 1973 yılında Cumhuriyet'te ekonomi muhabiri olarak başladı. 1981 yılında Cumhuriyet Ankara Temsilciliğine atandı. 1989'da köşe yazarı olarak geçtiği Milliyet'te önce Yayın Koordinatörü, 1999'da Genel Yayın Yönetmeni görevlerini üstlendi. 2003'te Hürriyet Gazetesi'nde sürdürdüğü köşe yazarlığı 2015 yılında sona erdi. O tarihten bu yana T24'te köşe yazarlığına devam ediyor. Türk Dil Kurumu, Sedat Simavi, Türkiye Gazeteciler Cemiyeti'in çeşitli ödülleri yanında, 2014'te yılın en iyi köşe yazarı, Halk TV'nin 'Kırılmayan Kalemler' ödülünü kazanan gazeteciler arasında yer aldı. Her biri özgün araştırma içeren IMF Kıskacında Türkiye, Dar Sokakta Siyaset, Fenerbahçe Cumhuriyeti, Savrulanlar kitapları ile anılarını derlediği Sussam Susulmaz Yazmasam Olmaz kitaplarını yazdı. Ayrıca, Komünist Enternasyonelde Faşizmin Tahlili başlığı ile yayımlanan Almanca'dan yaptığı bir çevirisi bulunmaktadır. Almanca ve İngilizce bilir. |