HUKUK OMBUDSMANI
İlk bakışta, Fassbinder’in ‘Korku Ruhu Kemirir’ filmi ile benzerlikler taşıyor gibi görünüyor. Filmde, Almanya’da 30’lu yaşlardaki Faslı göçmen Ali ile 60’lı yaşlardaki Emmi arasındaki sıra dışı evlilik nedeniyle, çevrelerinden gördüğü baskı anlatılıyordu.
Bizdeki gazetelerde ise, 31 yaşındaki Harun ile 83 yaşındaki Hatice Nuran’ın benzerine çok rastlanmayan evliliklerinin, içine düştüğü hukuksal açmazı anlatan bir, haber yer aldı.
Hatice Nuran’ın kardeşi de, bu sürpriz evliliğin iptali için hemen dava açmıştı. Çünkü, kendisinden 52 yaş büyük bir kadınla evlenen Harun’u art niyetli buluyor, asıl amacının ablasının 32 milyon lirayı bulan mal varlığı olduğunu ileri sürüyordu. Dava dilekçesinde “Demans hastası ve ayırt etme gücünden yoksun bir kadınla evlenmesinin maddi çıkarlar dışında başka bir açıklaması yoktur” demişti.
Damat Harun Erikçi ise nikahtan önce eşinin akıl sağlığının yerinde olduğunu ve doktor raporu aldıklarını söylüyordu. Üstelik, ilişkilerinin evlilikten çok önceye dayandığını, 9 yıl süren birliktelikten sonra evlenmeye karar verdiklerini söylüyor
“Mal varlığının kız kardeşinin evlatlık çocuklarına kalmasını istemiyordu. 45 yıldır görüşmüyorlardı. Bana bırakmak istedi. Kabul etmezsem başka birini bulacağını söyledi. Kendi teklifiyle evlendik" diyordu.
Dava devam ederken, Hatice Nuran hayatını kaybetmişti. Bu durumda evliliğin iptali davası doğal olarak düşmüştü. Kız kardeşi bu seferde, miras nedeniyle dava açmıştı. Mahkeme dava sonuçlanana kadar, Hatice Nuran’ın milyonluk mirasına tedbir koymuştu.
Sonuç olarak, ölümünün üzerinden 5 yıl geçmesine rağmen, dava devam ediyor ve Harun Erikçi eşinin mirasından tek kuruş yararlanamıyordu.
Gazetede yer alan haberde olayların akışının, aslında bu evliliğin sadece şekil olarak gerçekleştiği, asıl amacın ise hukuksal karşılığı ‘mirastan mal kaçırmak’ olduğu anlaşılıyor.
Ancak, Hatice Nuran ve Harun’un bu amacı gerçekleştirmek için en kötü seçeneği tercih ettikleri açıkça anlaşılıyor.
Oysa, aralarında ‘Ölene Kadar Bakım Sözleşmesi’ yapsalardı, bu hukuksal açmazların hiç birisi yaşanmazdı.
“Bu davanın sonucu ne olur?” diye soracak olursanız:
Dava dosyasında yer alan bilgi, belge ve tanık ifadeleri, gazete haberinde anlatılanları doğruluyorsa, mahkeme, taraflar arasında yapılmış evliliğin sadece şekil olarak değerlendirip, asıl iradenin, ‘Ölene Kadar Bakım Sözleşmesi’ yapılmasına yönelik olduğu şeklinde değerlendirmesi çok sürpriz olmazdı. Böylelikle, tarafların gerçek amacına yönelik olarak, Harun’un mirasçı hüviyetini de kazanacaktır, diye düşünüyorum.
Bu sefer de ben size sorayım: Davanın hâkimi olsaydınız, siz ne kadar verirdiniz?
***
İzmir’deki bir lisenin, eğitim dönemi içinde tahliye edilmek üzere kapısına dayanıldığı haberini okuyunca, Murathan Mungan’ın “ Bu ülkede her şey olabilirsiniz, bir tek rezil olamazsınız” sözünü hatırladım.
Olay şöyleydi:
İzmir'in Konak İlçesi'ndeki Özel İzmir Saranel Mesleki ve Teknik Anadolu Lisesi, icra memurları tarafından tahliye edilmişti.
Anlaşılan oydu ki, özel okulun müteşebbis sahipleri, kiraladıkları arsanın üzerine bina yapıp, nasıl olmuşsa Milli Eğitim İl Müdürlüğü’nden izin almayı becermiş ve paralı eğitime başlamışlardı. Arsanın kirasını ödemeyince de, önce alacağın tahsil edilmesi için icra takibi yapmış, sonra da tahliye edilmesi için ayrıca dava açılmış olmalıydı.
Arsa sahibi, büyük olasılıkla “İki Haklı İhtar Nedeniyle Tahliye” prosedürünü işletmiş görünüyor.
Bu yönteme göre, bir kiralama döneminde, kira borcunu iki kez ödemeyen kiracıya, her defasında noterden ihtar çekilmiş olması, tahliye etme hakkını sağlıyordu.
Gerçi, Milli Eğitim’in araya girmesiyle, okulun tahliyesi dönem sonuna bırakılmıştı ama, sonuçta bir çok öğrenci okullarından, arkadaşlarından mahrum kalmanın kırgınlığını yaşayacaklardı.
Tahliye ötelenmişti ama ‘rezalet’ iki boyutlu olarak hala ortada duruyordu.
***
Antalya'nın Serik ilçesinde seracılık yapan Mehmet Büyükavcı, birkaç kez yaşadığı hırsızlık nedeniyle, bahçenin kapısına üzerinde tabanca resmi ve “Biz 112’yi aramayız” yazılı, dolaylı da olsa ağır tehdit içeren uyarı levhası asmış.
Emniyet birimleri yarın, uyarı yazısını kaldırmasını isterler.
Büyükavcı polisin ikazını dikkate almazsa, kendini savcının karşısında bulabilir, hatta hakkında “Halk Arasında Korku ve Panik Yaratma Amacıyla Tehdit”ten, hakkında dava bile açılabilir. Şaka değil, cezası da iki yıldan dört yıla kadar hapis.
Çaresiz levhayı kaldıracaktır ama, üzerinde tabancalı uyarı yazısı asmaya neden olan, temel iç güdü ne olacaktır?
Bu olayla belki ilgisi yoktur ama, bizim karakollarımızda, hırsızlık şikayetlerin yeteri kadar önemsenmediğini herkes az çok bilir..
Karakola gittiğinize pişman olursunuz bazen, şikâyetinizi alan memur, günlük rutin işlerden bezmiş ruh hali içinde yazar söylediklerinizi.
Polis akademisinde öğrenciyken, Amerikan film ve dizilerindeki polisleri rol model edinmiş, cinayet, gasp, uyuşturucu vakalarını kovalayan bir polis olma hayal ederken, semt karakollarında vasat işlere bakıyor olmanın memnuniyetsizliği okunur yüzünde.
Karakollarda motivasyonunu kaybetmiş polislerin sayısı çoğaldıkça, Mehmet Büyükavcı gibi sorununu kendi yöntemleri ile çözen yurttaşlarla, daha çok karşılaşırız, gibime geliyor.