Karabük'te, Filyos Çayı'nda cansız bedeni bulunan Gabon uyruklu 17 yaşındaki Dina'nın (Jeannah Danys Dinabongho Ibouanga) ölümüyle ilgili yürütülen soruşturma ilginç bir seyir izliyor.
Soruşturma sürecinde, savcılığın üç kez, tutuklama talebiyle sevk ettiği ve mahkemenin üç kez serbest bıraktığı D.A, dördüncü kez gözaltına alındıktan sonra çıkarıldığı mahkeme tarafından tutuklandı.
Olayın şüphelisi D.A hakkında savcılığın tutuklama, mahkemenin ise denetimli serbestlik kararı konusundaki ısrarı, neredeyse inatlaşmaya dönüştü.
Aslında, mahkeme kürsülerinde savcı ile hakimler arasında bu tarz çekişmelere pek rastlanmaz. Hakimin tutuklama konusundaki isteksizliğini gören savcılar genelde pek ısrarcı olmaz. Bu nedenle, Karabük'te yaşanan olayda savcılığın şüpheli D.A'yı üç kez göz altına alması ve her defasında tutuklama talebi ile mahkemeye sevk etmesi çok rastlanır bir uygulama değil. Kürsüdeki çekişme tutuklama ile sonuçlansa da, şüphesiz Gabon'un avukatı Kerim Bahadır Şeker'in " Ülkede profesyonel kadın katilliği türedi. Savunmalar bütün kadın cinayetlerinde aynı şekilde işliyor" şeklindeki açıklamaları da etkili oldu.
Bu özeti yaparken, D.A'nın tutuklanmış olmasında büyük bir haz duyduğumuz anlaşılmamalı. Çünkü dava dosyasında neler yer aldığını, şüphelilere karşı yöneltilen ithamları ve yaptıkları savunmaları gerektiği kadar bilmiyoruz.
Fakat, savcılığın üç kez gözaltı kararı verme nedenini ve her defasında mahkemenin tutuklamaya gerek görmemesi hakkındaki gerekçeleri dehşetle merak etmekte olduğumuzu da itiraf etmeliyiz.
Kahramanmaraş merkezli 11 ilde meydana gelen depremlerin üzerinden iki aydan fazla zaman geçti, can kaybı sayısı 50 bini aştı. Hâlâ ölü veya sağ olduğu bilinmeyen kayıplar var. Yine de, kayıp yakınları içinde umudunu sürdürenler bulunuyor. Elbette bu ümitsiz bekleyişin insani açıdan bir sonu olacak. Bir çok aile, yeni hayatlarını bu gerçeğin üzerine inşa edecekler.
Hukukun da, bu tür facialarda kayıp yakınlarının bu ümitsiz bekleyişine son vermek için yapmış olduğu düzenlemeler var.
Bu nedenle deprem gibi büyük afetler veya kazalar sonucunda bir insanın ölmüş olarak kabul edilmesini öngörmüş bulunuyor.
Bizde 'Ölüm Kaydı' denilen düzenleme, kesin ölümle sonuçlandığı şüphesi bulunan olaylara resmiyet kazandırıyor.
Ölüm Kaydı, depremin meydana geldiği yerin en büyük mülki amiri (vali veya kaymakam) veriyor.
Bu kayıt kararı üzerine nüfus müdürlüğü ilgili kişi hakkında 'ölü' kaydı düşüyor.
Ölüm kaydının düşülmesi halinde evlilik ilişkisi kendiliğinden sona eriyor, ayrıca dava açmak gerekmiyor.
Miras Hukuku bakımından ise, mirasın doğrudan mirasçılara geçmesini sağlıyor.
Kanun, ölüm kaydı belgesi almak için yapılacak başvurular için süre belirlememiş.
Ancak turkiyehukuk.org sitesinde Avukat Mehmet Genç, 1 yıllık sürenin makul olduğunu belirterek şunları söylemiş:
"6 Şubat 2023 tarihindeki deprem felaketinde enkaz altında olduğu düşünülen kişilerin ölüm tehlikesi altında kaybolduğu kabul görüleceği için, haber alınamayan kişilerin mirasçıları ya da ilgililer; 1 yıl kadar bekleme süresinin ardından en erken 6 Şubat 2024 tarihinden sonra mahkemeden gaiplik kararını alabileceklerdir."
Önceki gün medyada, Trabzon'un Arsin ilçesinde meydana gelen bir kaza haber yer aldı. TIR'la taşınan balıkçı teknesi üzerinde ayaktayken başı üst geçide çarpan 45 yaşındaki Ahmet Saltık hayatını kaybetmişti.
Savcılık denetimindeki emniyet ve sağlık ekiplerinin incelemesinin ardından Ahmet Saltık'ın otopsi için Adlı Tıp Kurumu'na kaldırıldığı belirtiliyordu.
Haberde ilginç bir detay daha vardı: TIR'ın yoluna devam etmesine izin verilmişti.
Haberde, olayın meydana gelişi ile TIR'ın serbest kalışı arasında geçen zaman belirtilmiyordu. Ancak anlatımdan, olay yeri incelemesinin, görgü tanıklarının ifadesinin aynı gün içinde tamamlandığı izlenimi doğuyordu. Haberde TIR'ın yoluna devam ettiği yer alıyordu ama şoförün serbest bırakılmasının hakim kararıyla mı, yoksa savcılık tarafından mı sağlandığı belirtilmiyordu.
Haber biraz tuhaftı veya eksikti.
Kazanın ölümle sonuçlanmasına rağmen, tüm işlemlerin apar topar tamamlanması ve TIR'ın yola çıkmasına izin verilmesi konusunda biraz hızlı hareket edilmiş izlenimi doğuyordu.
Sonuç olarak, olayda ortada hayatını kaybetmiş birisi vardı. Ailesine haber verilerek olay yerine gelmesinin beklenmesi, yapılan tahkikatı incelemeleri için fırsat verilmesi ve varsa itirazları alındıktan sonra şoförün ve TIR'ın serbest bırakılması kalması soruşturmanın selameti açısından daha elverişli olmaz mıydı?
Üstelik tuhaflık bu kadarla bitmiyordu.
Haberde, yol üzerindeki güvenlik kamerasının çektiği görüntüler de vardı.
Video kayıtlarına dikkatlice bakıldığında, TIR'ın üzerindeki tekne ile üst geçit arasında insan boyundan fazla bir mesafe olduğu gözleniyordu. Teknenin üzerinde bir kişinin ayakta duruyor olma ihtimalinde bile üste geçide çarpması mümkün görünmüyordu.
Diğer taraftan, TIR üst geçidin altından geçerken teknenin üzerinde bir insanın yer aldığı ve kafasını çarparak düştüğü görünmüyordu. Hatta üst geçitten uzaklaştıktan sonra kaptan köprüsü içinde bir hareketlenme olduğu görülüyordu.
Dediğim gibi, haberde yer aldığı kadar olayın meydana gelişi ve savcılık tarafından yapılan soruşturmayı anlamak biraz zorlaşıyordu.
Ben yine de, güvenlik kamerası görüntülerini buraya bırakayım, bir de siz bakın.