Şu İsrailliler diyorum, anlaşılması zor bir toplum… Yargının yetkileri sınırlandı diye haftalardır sokaklardalar. Başbakan Netanyahu ertelendiğini duyurmasına rağmen "İsrail'in demokratik bir devlet olduğunu garanti edene kadar sokaklarda olmaya devam edeceğiz" diyorlar.
Ayıp değil, biz pek alışık değiliz, bir toplumun yargıya karşı gösterdiği hassasiyeti anlamakta zorlanıyor insan.
Ve düşünmeden olmuyor, acaba İsrail, genel anlamda hukukun toplumsallaşması konusunda ne tür bir alt yapı hazırladı da, halkı, yargının bağımsızlığı konusunda bu kadar duyarlı hale gelebildi?
Bunları düşünürken, ister istemez kendi ülkenle mukayese yapma ihtiyacı doğuyor.
Bizde yargı, hep yükseklerden seslenen ve devletin koynunda beslenen huma kuşu kadar uzak bir duruşu olmuştur. Hiç ayakları yere basmaz, sürekli uçar, uçar, uçar… Öyle ki, an gelir varlığından bile şüphe duyulmaya başlar. Huma Kuşu da efsanevi bir kuş zaten.
Zaten yargı kelime olarak, bizim günlük konuşma dili içinde pek kullanılmaz. Bu alanda bir şey söylenecekse, daha çok ‘mahkeme’ genellemesi üzerinden dillendirilir.
Demek ki İsrail toplumu, 5 Ocak'ta açıklanan 'yargı reformu'nu sadece mahkeme dünyasını ilgilendiren bir işlem olarak görmüyor. Yargının, tıpkı yasama ve yürütme gibi devletin ana omurgasını oluşturduğunun fevkalade bilincindeler. Bu nedenle olsa gerek, Yüksek Mahkeme'nin yetkilerini sınırlandıran ve iktidarın yargı atamalarında söz sahibi olmasını sağlayan düzenlemeyi kabullenemiyorlar.
Gel de kıskanma!
Fakat imrenerek de, öyle kolayca geçiştirilebilecek bir konu değil bu…
Bir toplumun yargısını bu denli pamuklar içinde sarıp sarmalamasının bir nedeni olmalı.
Biri bunu açıklasa da, dinlesek!
***
Ne Beşiktaşlıyım, ne de Ankaragücülü, yine de haber dikkatimi çekti.
Ankara'da geçen yıl oynanan MKE Ankaragücü-Beşiktaş maçı bitiminde sahaya girerek Beşiktaşlı Salih Uçan’a saldıran taraftara 1 yıl 8 ay hapis cezası verilmişti. Üstelik, mahkeme cezayı ertelemeye gerek görmemişti.
Oysa uygulamada, eğer verilen ceza iki yıldan az ise, mahkemeler genellikle cezayı ertelemeye çevirirler. Ancak bu seçeneğin işlemesi için, kararı veren hakimde sanığın bir daha yanı suçu işlemeyeceğine dair kanaat oluşması gerekiyor.
Demek ki mahkeme, Ankaragücü’lü saldırganın eyleminde holiganvari süreklilik belirtileri görmüş.
Hapis cezasının 1 yıl 3 ay’lık bölümü, ‘Sporda Şiddet ve Düzensizliğin Önlenmesi’yle ilgili kanuna dayanıyor.
Diğer 5 aylık hapis cezası ise Beşiktaşlı futbolcuya yapılan saldırının ‘kasten yaralama’ suçu kapsamında görülmüş olmasıyla ilgiliydi.
Aslında ceza kanununda ‘Kasten Yaralama’ suçunun cezası bir yıldan üç yıla kadar hapis olarak belirlenmiş. Fakat, yaralamanın basit bir tıbbî müdahaleyle giderilebilecek ölçüde hafif olması hâlinde, cezanın dört aya kadar düşürülme, hatta para cezasına çevrilebilme imkanı da sağlamış de söylüyor.
Mahkeme, saha içindeki futbolcuya saldırıda bulunulmasının vahşiliğini ciddiye almış görünüyor. Bu nedenle para cezasını hiç düşünmeyip, sadece indirimli hapis cezasını daha uygun bulmuş.
Fakat şu da var:
Mahkemenin aynı kanunda var olan başka bir detayı hiç gündemine almamış.
Çünkü kanun, yaralamanın ‘canavarca hisle’ yapılmış olması halinde, verilecek cezanın bir kat aktarılmasını öngörüyor.
Olayın yaşandığı günün gazetelerine baktım. Öfkeli taraftarın, 4 metre yükseklikteki tribünde atlayarak ve 80 metrelik mesafeyi koşarak olay yerine geldiği belirtiliyordu.
Yine de mahkeme, öfkeli taraftarın bu kararlı tutumunu ‘canavarca his’ sınırları içinde değerlendirmemiş.
Biz mahkemenin kararına saygılıyız ama aynı kanaatte değiliz.
Farklı düşünmemizin nedeni, saldırganın daha çok cezaevinde kalmasını istediğimizden kaynaklanmıyor.
Önemli olan, verilecek cezanın tüm fanatik taraftarlar nezdinde caydırıcı olabilmesidir. Bu nedenle, cezanın hak ettiği ağırlıkta olması gerektiğini düşünüyoruz.
***
Kamuoyu, depremzedeler için düzenlenen ‘Türkiye Tek Yürek‘ kampanyasında söz verdiği halde, halen vaadini yerine getirmeyenlerin bağışçıları merak ediyor. Kampanyada vaad edilen 115 milyar liranın, yaklaşık 31 milyar lirası ödenmemiş bulunuyor.
Bir ara, AFAD’ın ödeme yapmayan kişi ve kurumları ifşa etmeye hazırlandığı söylenmişti ama bugüne kadar bir gelişme olmadı.
Olamazdı da zaten… Çünkü telefon aracılığı ile yapılmış bir bağış vaadinin hukuken hiç bir geçerliliği bulunmuyor.
Vaadin bağlayıcı olabilmesi için, bağışın yazılı şekilde yapılmış olması gerekiyor.
Kaldı ki, yazılı şekilde yapılmış olsa bile vaatten geri dönülmesi mümkün olabiliyor.
O nedenle, ‘Türkiye Tek Yürek‘ kampanyasında söz verilen ve yerine getirilmeyen vaatlerin üzerine bir bardak su içilmesi dışında, hukuken yapılacak bir yol görünmüyor.