Ali Sunal’ın ‘Güldür Güldür’ programı öncesi "Herkes artık bir normalleşmenin peşinde. Nasıl bir normalleşmenin peşindeyiz? Mesela fay hattına binalar yapmak mıdır normal olan? Ya da depremden sonra arama kurtarma ekiplerinin ve yardımların gecikmesi normal midir?” şeklinde yaptığı konuşma çok etkili oldu. Epey medya organı yayınladı.
Aslında benzer sorular, depremin ilk gününden itibaren farklı sivil toplum kuruluşları tarafından da dile getirilmişti ama hiç biri bu kadar ses getirmemişti.
Sanatın ve sanatçı olmanın gücü de, böyle durumlarda bir kez daha yürürlüğe giriyor.
Bazen sayfalarca yazıyla anlatılan bir meram, sanatçının ayak üstü yapacağı küçük bir tiratla kitlelerin ilgi odağı haline gelebiliyor.
Olsun, Denge Denetleme Ağı’nın (DDA) depremle ilgili çalışması da sessiz ama güçlü bir alkışı hak ediyordu.
Hakikaten de, Şili ve Japonya’nın depreme karşı gösterdikleri başarı hikayelerini Türkiye ile mukayese ettikleri analiz raporu çok öğreticiydi.
***
Türkiye gibi deprem kuşağında yer alan Japonya ve Şili 2000-2023 arasında pek çok deprem yaşamış ve bu depremlerin bazıları tsunamiler de üretmişti.
DDA’nın raporunda, 2000-2023 yılları arasında üç ülkede yaşanan 7 ve üzeri büyüklükteki depremleri ve toplam can kaybını gösteren tablo şöyleydi:
Japonya ve Şili’deki depremlerin şiddeti daha büyük olmasına rağmen meydana gelen ölüm sayısı, nasıl oluyorsa, düşük düzeyde şiddet yaşayan Türkiye’den daha az olmuştu.
Şili’de 2010 yılında yaşanan ve yine tsunami de üreten 9 şiddetindeki depremde toplam can kaybı sadece 562 olmuştu.
Türkiye’de 2011 yılında 7 büyüklüğündeki Van depreminde ise 644 kişi hayatını kaybetmişti.
6 Şubat Pazartesi günü Kahramanmaraş merkezli 7,7 ve 7,6 büyüklüğündeki depremlerde hayatını kaybedenlerin sayısı 50 bine yaklaşıyor.
***
Japonya ve Şili’nin depremden etkilenme seviyelerini epeyce azaltmış oldukları açıkça görülüyor.
Acaba ne yapmışlar da bu beceriyi gösterebilmişlerdi?
Bu ülkelerin Yasama/Yürütme/Yargı güçlerinin birbirlerini dengeleme ve denetleme açısından karşılaştırıldığında aradaki fark hemen öne çıkıyordu. Belirleyici olan, depremlerin sonuçları ile kurumlar arası hesap verebilirlik seviyeleri oluyordu.
Uluslararası indekslerde Şili, Japonya ve Türkiye’yi demokratik denge ve denetleme sistemi içinde ‘hesap verebilirlik’ ölçüleri, şu kategorilerde değerlendiriliyordu.
Seçimler yoluyla vatandaşların iktidarları kendilerine karşı hesap verebilir kılmaları.
***
Japonya, Şili ve Türkiye’nin erkleri arasındaki hesap verebilirlik seviyeleri arasındaki fark aşağıdaki grafikte açıkça görülüyor:
Görüldüğü gibi, depremin etkilerini maksimum azaltma ve etkin önleyici tedbirler alma konusunda örnek gösterilen Japonya ve bu alanda önemli adımlar atan Şili ile kıyaslandığında, Türkiye’nin 2006 yılından itibaren net şekilde ayrışıyor.
Yani Türkiye’nin depremle ilgili yazgısı 2006 yılından itibaren şekilleniyor.
***
Mevzuu deprem olunca, başkanlık sistemiyle yönetilen Şili’nin, başkanlığa benzer yapı olan Türkiye’nin Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’nden farklı olarak gösterdiği performansına bakmak gerekiyor.
Şili, oldukça sık yaşadığı depremler ve volkanik patlamalar sonucu uzun yıllar ‘ateş çemberi ülke’ olarak nitelendirilmişti. Ne var ki, 1960 yılın sonrası Şili, kurumlar arası denge ve denetlemeyi etkin kılarak, depreme karşı kırılganlığı azaltan bir ivmeye sahip oldu. Deprem sayısı ve büyüklükleri azalmadı ama sonuçlar gözle görülür şekilde değişti. Öyle ki, 2010 yılında gerçekleşen ve 8,3 büyüklüğe ulaşan, tsunami de yaratan depremde sadece 500 kişi hayatını kaybetti. 2015 yılında ise 8,3 büyüklüğünde bir başka deprem meydana geldi ve hayatını kaybeden kişi sayısı 12 olarak tespit edildi. Çünkü, Şili yaşadığı depremlerden sonra yapı denetim kurallarını revize ederek daha katı hale getirmiş ve tavizsiz uygulamış, oluşabilecek tsunamilere karşı erken uyarı sistemlerini işler kılmış, vatandaşları deprem ve tsunami konusunda etkin şekilde bilgilendirmiş, kentlerini deprem öncesi ve sonrasına hazırlıklı hale getirmişti.
Türkiye’nin özgün yönetim biçimi Cumhur Başkanlığı Hükümet sistemi se, bugüne kadar en çok bu kurumlar arasında gözlenen denge ve denetim eksikliği nedeniyle eleştirildi. Yürütme gücünün, diğer erklere karşı kuvvetli ve denetlenemez bir hal aldığı bir sır değil. Öyle ki, Vikipedi bile bu durumu “Cumhurbaşkanlığı hükûmet sistemi ‘tek kişilik hükûmet’tir. Cumhurbaşkanı kararnameler yoluyla yasama yetkisini de kullanmaktadır” şeklinde açıklıyor.
***
Sonuç olarak, önemli olan bir ülkenin Başkanlık, Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi veya Demokratik Parlamenter Sistem’le yönetilmiş olmasından ziyade, kurumsal yapı içinde dengelerin nasıl sağlandığı ve denetlendiği daha önemli hale geliyor.
Bu açıdan bakıldığında 6’lı masanın hedeflediği ‘Genişletilmiş Parlamenter Sistem’in de tek başına fazla anlamı kalmıyor.
Yeni Cumhurbaşkanı’nın yetkileri, yardımcılarının kim olacağı, bakanlıkların paydaşlar arasında nasıl paylaşılacağı konuları zannedildiği kadar asal sorunlar değil. Yasama/Yürütme Yargı güçlerinin arasındaki etkileşim biçimi, dördüncü güç olarak medya ve sivil toplumun sorgulayıcı formu belirleyici oluyor.
***
Yukarıda Denge ve Denetleme Ağı’nın son yaşanan depremler özelinde hazırladığı bir çalışmayı çok çok özetlemeye çalıştım.
Ne kadar becerebildiğimi bilmiyorum ama, aynı görevi Ali Sunal başka bir ‘Güldür Güldür’ programı öncesinde iki cümleyle yapsa, kamuoyunun çok daha fazla ilgisini çekeceğini de biliyorum.
Olsun, yazıya dökülmüş bir meram da, en az gök kubbede kalmış hoş bir sada kadar evladır…
***