Rize'de eşini öldüren sanığa, çıktığı 'ilk duruşmada' müebbet hapis cezası verilmesini anlamak zordu.
Ne yalan söyleyeyim, kendimi bir an için yıllardır yeşil sahalardan uzak kaldığı halde, Katar Dünya Kupası maçlarını tedavülden kalkmış futbol terminolojisiyle yorumlamaya çalışan eski futbolcular gibi hissettim.
Cinayetin vahşi şekilde işlendiği ortadaydı. Sanık eşini döverek öldürmüş, sonra da çektiği fotoğrafları aile üyelerine göndermişti. Olay gecesi, antidepresan ilaçlarını önerilenden fazla almış, hatta üzerine alkol de içmişti.
Dikkatimi çeken verilen cezanın müebbet olması değil, nihai kararın tek bir celseye sığdırılmış olmasıydı.
Tüm deliller ne çabuk toplanmış, tanık ve uzmanların dinlenmesi bir celseye nasıl sığdırılmıştı? Bu acelecilik nedendi?
Uzun zamandır adliye koridorlarından uzaktım ve yargı teknolojisi çok değişmişti. Adli işlemler artık digital sistem üzerinden çarçabuk ilerliyordu. Sanığın aile nüfus tablosu, sabıka kaydı bilgileri, adli tıptan gelecek raporu uzun süre beklemeye gerek yoktu. Tüm bilgiler, artık mahkeme kalemi çalışanlarına bilgisayar tuşları uzaklığındaydı.
Yeni gelişmeleri çağın yeni hız anlayışının sonucu olduğunu, biraz kıskançlıkla da olsa anlayabiliyordum. Yine de, müebbet gibi ağır bir ceza verirken mahkemenin göstermiş olduğu aceleci tavır, bana manidar geliyordu.
Davanın taraf avukatlarından biriyle konuşmak istedim. Belki de, mahkemenin yargılamayı hızlandırma performansını abarttığı konusunda benimle hemfikir olan bir hukukçu sesine ihtiyacım vardı. Beni dinleyen avukatın "Evet çok haklısınız, mahkeme çok aceleci davrandı. Yargıtay bu kararı kesin bozar" demesini bekliyor olabilirdim.
Gerçekten de, avukatlardan birine ulaştım. Fakat biraz hayal kırıklığına uğradım. Konuştuğum avukat "Bir tuhaflık yok, ağır ceza mahkemeleri nihai kararlarını artık ilk duruşmada verebiliyorlar" dedi.
Sevinsem mi, üzülsem mi bilemedim.
O an Galileo'yu kendime çok yakın hissettim.
Engizisyon mahkemesine karşı, dünyanın her ne kadar güneşin etrafında dönmediğini söylemek zorunda kalsa da, sadece kendi duyacağı sesle "Yine de dönüyor" şeklinde homurdanması gibi, ben de düşüncemde ısrarlıydım.
Ve hâlâ ağır ceza mahkemelerinde verilen nihai kararların, asla ilk ve tek celsede sonuçlandırılmaması gerekir, diyorum.
RTÜK'ün 2022 yılı ceza performansı açıklandı. İktidara eleştirel tutum içinde olan kanallara 38, sürekli sırt sıvazlama halinde olan kanallara ise sadece 3 ceza verildiği açıklandı.
Halk TV'ye 14, Tele1'e 11, KRT'ye 5, Fox TV'ye 4, Flash Haber'e 4 kez olmak üzere toplamda 11,5 milyon TL tutarında 38 ceza kesilmiş.
TGRT Haber'e 1, Beyaz TV'ye 1, ATV'ye 1 olmak üzere 1,5 milyon TL tutarında 3 ceza verildiği belirtildi.
Ancak, açıklanan yaptırımlar görüldüğü gibi para cezalarıyla sınırlıydı.
Oysa, RTÜK Kanunu'nun 32. Maddesinde "… yayınının beş keze kadar durdurulması"ndan da söz ediliyordu.
RTÜK'ün 2022 yılı içinde verdiği "program durdurma" cezalarının dağılımı konusunda ise henüz bilgimiz bulunmuyor.
Program durdurma cezalarıyla ilgili, hiç ihtimal vermediğim bir detayı geçen gün Melih Aşık'ın yazısından öğrendim.
Üstat, Halk TV'de yayınlanan 'Medya Mahallesi' programını sunan Ayşenur Arslan'la yaptığı konuşmayı anlatıyordu.
Ayşenur Arslan'a, yayın sırasında 'terörün mimikle övüldüğü' gerekçesiyle, programına 3 kez durdurulma cezası verilmişti.
Melih Aşık'la arasında geçen konuşma şöyleydi:
- Peki bu cezalardan önce RTÜK savunma alıyor mu?
- Hayır almıyor
- Senin bu cezadan ne zaman haberin oldu?
- Ceza kesinleşince
- Dava açma hakkın var mı?
- Açacağım ama faydası olur mu bilmiyorum...
- Neden?
- Bir arkadaşımız dava açtı. Mahkeme onun lehine karar verdi. Ama mahkeme kararından çok önce yayın durdurma kararı uygulanmıştı. Mahkemenin sonuçlanması vakit alıyor malum... Cezanın adil olabilmesi için mahkeme kararının beklenmesi gerekir.
Konuşmaları okuyanlar arasında "Olacak şey değil!" diyenler olmuştur.
Demek ki, RTÜK'ün verdiği cezalara karşı yapılan itirazların sonucunu beklemeden infaza geçme hakkı vardı.
Ancak, bunu hukukun temel mantığı içinde anlamak zordu.
Cezalara karşı açılan iptal davasından sonuç alındığında, ödenen para cezalarının iade edilmesi kolaydı.
Anlaşılması zor olan, bir programın yayını durdurulduktan sonra verilen bir iptal kararının artık imkansız hale gelen telafi gücüydü.
RTÜK'e bu hakkı veren kanun için Anayasaya aykırılık iptali açılıp açılmamış mıydı acaba?
2001 yılında, Cumhuriyet Halk Partisi TBMM Grubu adına Grup Başkanvekilleri M. Akif Hamzaçebi ile Muharrem İnce tarafından RTÜK bazı maddelerinin iptali istemiyle Anayasa Mahkemesi'ne açılan bir dava vardı.
Ne ki, iptali istenenler arasında, bu konu yoktu.
Sağolasın Melih Aşık, sayende yine ve yeni şeyler öğrendik.
Hendek'teki havi fişek fabrikasında meydana gelen patlamada hayatını kaybeden işçinin ailesine verilen tazminatlar içinde, en çok kız kardeşler konuşuldu.
Sakarya 5. İş Mahkemesi, anne Şerife Yılmaz için 148 bin 500 maddi - 100 bin manevi, baba Muammer Yılmaz için 95 bin maddi - 100 bin manevi, kardeşler Mervenur ve Sevdenur için ise 40'ar bin lira manevi tazminat ödenmesine karar vermişti.
Mahkemeler, iş kazası sonucu meydana gelen ölümlerde, derin acı, elem, keder duyan tüm yakınları için manevi tazminat verilmesi eğilimindedirler.
Yeter ki, bu üzüntünün varlığı ve orantısı ölçülebilir olsun.
Bazı hallerde bu etkileşimi test etmeye bile gerek kalmayabiliyor.
Öyle ki, doğmamış çocuğa bile manevi tazminat verilebiliyor. Yargıtay'ın iş kazasında hayatını kaybeden bir işçinin olay tarihinde henüz doğmamış olan çocuğu için manevi tazminat ödenmesine dair kararı var.
Kararda özet olarak şöyle:
"Ceninin medeni haklardan yararlanma (hak ehliyeti) ehliyetinin, geciktirici koşula bağlı bir ehliyet olduğu kabul edilmektedir. Medeni haklardan yararlanma ehliyeti, ceninin tam olarak sağ doğduğunda gerçekleşir. Ancak, ana rahmine düştüğü günden itibaren hüküm doğurur. Haksız fiil tarihindeki cenin sağ olarak doğmuş olması halinde maddi ve manevi tazminat istenebilir."
O nedenle, kız kardeşlere manevi tazminat davası verilmiş olması şaşırtıcı olmamalı.
Dikkat edilirse, tazminat ödenmesi karar verilen kişiler arasında hayatını kaybeden işçinin eşi bulunmuyor.
Bu detay, ölen işçinin anne, baba ve kız kardeşleriyle birlikte ikamet ettiği varsayımını güçlendiriyor.
Bu nedenle mahkeme, kız kardeşlere tazminat ödenmesine hükmederken, aynı evi paylaştıkları erkek kardeşlerinin ölümünden duydukları üzüntüyü makul bulmuş olabilir.
YARGITAY DİYOR Kİ: Nafaka yükümlüsü babanın cezaevine girmiş olması üzerine nafaka dededen de istenebilir. OLAY: Davacı kadın, davalı eski kocası C.G.K ile boşandıklarını, ancak boşanma davasında velayeti kendisine verilen müşterek çocuk M. C. için nafaka talep etmediğini, çocuğun otizm rahatsızlığı nedeniyle özel okulda eğitim gördüğünü, giderlerinin tamamının kendisi tarafından karşılandığını, davalı eski kocanın cezaevine girmiş olması nedeniyle gelirinin ve mal varlığının bulunmadığını, dedenin yörenin sayılı işadamlarından olduğunu ileri sürerek; çocuk için davalı baba C.G.K ve davalı dede A. K'ın aylık 5.000 TL iştirak nafakasını müştereken veya müteselsilen ödemelerine karar verilmesini talep etmiştir. KARAR: Nafaka yükümlüsü babanın bakma gücünün olmaması veya ölmüş olması halinde bir üst zümrede yer alan kişilerden nafaka istenebilir. (2014/20406 E. 2014/17028 K.) |
Herkese adil, neşeli ve güzel sürprizlerle dolu bir yıl dileğiyle…