İnsanoğlunun çaresiz kaldığı an’lar içerisinde acı ile kurmuş olduğu bağın boyutları, başka hiçbir duygusal halindeki duruma benzemez. Ayrıca başka duygu durumlarında diğerlerinin anlayabilme ve karşısındaki ile bir özdeşim kurabilme durumu söz konusu iken acıyla olan bağlantıda durum değişir. Ne kadar kendimizi acısı olanın yerine koymayı denersek deneyelim, bu pek de mümkün bir durum değildir. Çünkü acı, aynı zamanda kendisine eşlik eden çaresizliğin ve yokluğun/yoksunluğun da beraberinde çok ama çok güçlü bir uyarıcıdır.
Ölüm her ne kadar insanları bir araya getirse ve birbirlerinin çektiklerini paylaşmalarına olanak sağlasa da, acının düştüğü yerdeki etkiyi anlayabilmek ve ertesi güne çıkabilmek kolay değildir. Güneş yeniden doğar, yağmurlar yağar ve mevsimler geçer buna karşın toprağa bıraktığınız canınıza duyduğunuz özlem bitmez! Kafanızı çevirdiğiniz her yerde ondan bir parça bulmaya ve onu hatırlamaya devam edersiniz. Yaptıklarınız aklınıza düşer ve tabii ki yapamadıklarınız nedeniyle de burnunuzun direği sızım sızım sızlar.
‘En kolay günün dün’ olduğunu düşünür ve keşkeler ile avunmaya çalışırsınız. Ama o son veda hayatınızın sonuna kadar daima beyninizin bir köşesinde size eşlik etmeye devam eder. Hele bir de üzerine titrediğiniz, kem gözlerden sakladığınız evladınızı toprağa veriyorsanız, bu durum çok daha yakıcı bir hal alır. Kendilerinin sırası olduğunu düşünen ve buna hazırlanan ebeveynler için yaşadıkları acının tarifi mümkün değildir. Hayat onları bir daha hiçbir zaman gerçek anlamda mutlu edemeyecektir çünkü artık onların bir taraflarındaki yara hiç ama hiç kapanmayacaktır. İşte bu yüzden evlatlarını kaybeden ana-babalar açısından bütün cenaze törenleri aynı zamanda kendi evlatlarının yeniden ve yeniden hatırlandığı kabusa dönüşür.
Şehit cenazelerinin bu ülkenin yaşadığı acıların görünür kıldığına yıllar boyunca defalarca şahit olduk. Eşlerin, çocukların asker selamı vererek can yoldaşlarını uğurlamalarını gözyaşları içerisinde izledik. Yüreklerimizi dağlayan anaların feryatlarını, babaların sessiz çığlıklarına eşlik ettik. Ama ne kadar anladığımızı söylersek söyleyelim, acı karşısında hepimizin boynu kıldan ince kalıyor. Diğer zamanlarda devreye giren sözün gücü, bu kez suskunluğu tercih ediyor ve acı, hepimizi aynı şekilde suskunlaştırıyor. Belki de acının sesi bu şekilde çok daha yürekten bir biçimde iliklerimize dek işliyor.
Ölüm karşısındaki çaresizliğimizi, bütün ölümlerde bir kez daha hatırlamamıza karşın kendi yakınlarımızın ölümlerinde durumun değiştiğinin farkına varmaya başlıyoruz. İşte bu yüzden de acı karşısında istediğimiz kadar vakarımızı korumaya kalkışalım, durum hiç de beklendiği gibi olmuyor. Yaşamın kuralları her yerde olduğu gibi ölüm karşısında da bizlere nasıl davranmamız gerektiğini bir biçimde aşılıyor. Zaman akıyor, buna karşın acıya bağlı olarak yaşadıklarımız ve onunla kurduğumuz ilişki kabuk bağlıyor ama hiç gitmiyor, hep orada durmak suretiyle varlığını da bize hatırlatmaya devam ediyor.
Ateş düştüğü yeri yakıyor ve ölüm ile birlikte evlerin huzuru bir daha hiç olmayacakmış gibi kaçıyor. Yıllardır bu ülkenin çocukları ölmeye devam ediyorlar ve onları saygı ile sonsuz yolculuklarına uğurlamayı sürdürüyor, geride kalan kederli ailelerine de başsağlığı dileklerimizi iletiyoruz. Yürekleri delen ölüm acısının azaltılması için yaşamı öne aldığımız bir ülkenin hayalini değil kendisini oluşturmak zorundayız. Artık analar ağlamasın, babalar evlatlarına üzülmesin, eşlerin yüreklerindeki boşluk oluşmasın, çocuklar babasız kalmasınlar ve bu ülkenin insanları acının, bin bir rengi ile hayatlarını imtihan etmek zorunda kalmasınlar.
Bütün şehitlerimize Allahtan rahmet, kederli ailelerine sabır ve başsağlığı diliyorum.