Her ülkenin yaşam koşulları dayanılacak olan değer yargılarının yanı sıra neyin ön plana alınacağını ve nelerin geri planda bırakılacağını belirler. Nicedir ülkemizde bizleri olan bitenlerden haberdar etmekle görevli olan medya adı verilen denilen kurumun tam tersi bir işlevi yerine getirmekte olduğunu görüyoruz. Hayallerimiz ve yaşananlar arasındaki uçurum her geçen gün biraz daha fazla açılırken maşallah medyamız bu konuda üzerine düşen görevi fazlasıyla ifa ediyor.
Sayelerinde sanki başka bir ülkede yaşıyor ve başka bir gündemi yaşıyormuşuz izlenimi içerisinde hayatlarımızı güllük ve gülistanlık bir biçimde sürdürüp gidiyoruz. Arada yaşadığımız bombalama olayları, can kayıpları, suikast gibi olaylar da olmasa işleri çok daha kolay olacak. Gerçi bu olayların arkasından da ‘büyük resim’ söylemi üzerinden olan biteni yine bildikleri daha doğrusu bilmedikleri minvalde açıklamak suretiyle vaziyeti kurtarıyorlar.
Dün uzun yıllar sonrasında ilk kez on altı vatan evladımızı -adına ister IŞİD ister DAEŞ deyin sonuç itibariyle durum değişmiyor!-kaybettik. Peki bugün bu olayın ardından bize bir önceki gün olup biteni aktarmakla görevli olan medyanın neler yazdıklarını hiç merak ettiniz mi?
Neredeyse tamamına yakını bir gün önce oynanan ve aynı anda sayabildiğim kadarıyla yirmi televizyon kanalının canlı olarak yayınladığı şehitlerimize yardım maçını ana manşet olarak sayfalarına taşımışlardı.
Hatta bazılarında bu olay haber değeri taşımadığı için ön sayfalara alınmamıştı bile! Bir kısmı Rize’de belediye tarafından kaldırılan Atatürk heykelini ön plana çekerken bir diğer kısmı başbakanın rejim değişikliği ile ilgili açıklamalarına yer veriyordu. Birlik ve beraberlik ile ilgili görüntüleri de unutmayalım! Rusya büyükelçisini öldüren saldırganın telefonuna en son sinyal gelen yerin CIA bağlantılı bir yer olduğunu haber yapan yayınlarımız da mevcut.
Türkiye’nin Ortadoğu içerisinde yeni rolü üzerinden yaşanan tartışmalar sık sık sosyal medya üzerinde de karşılık buluyor. Bir kesim Türkiye’nin bu topraklarda ne işi olduğunu ve yaşananların yanlış politikalar sonucu olduğunu savunuyor.
Öte yandan bir diğer kesim ise Türkiye’nin burada olduğunu eleştirenlere neden Amerika Birleşik Devletleri, Rusya gibi ülkelerin buralarda olduklarını sorgulamadıklarını sormak suretiyle emperyal bir devlet anlayışına vurguda bulunuyorlar. Dünyanın ilk emperyal devleti hiç kuşkusuz Roma imparatorluğuydu ve onun yeryüzündeki uygulamaları kendisinden sonra gelecek devletlere örnek teşkil etti. Beğenelim ya da beğenmeyelim Osmanlı imparatorluğu da bir emperyal devlettir.
Her ne kadar batı tipi sömürgeci anlayış temelinde bir politikaya sahip olmasa da yine de fetihler üzerinden ve aldığı toprakları vergiye bağlamak suretiyle bu duruma adapte olmuştur.
Sömürgeci devletlerin dünyanın dört bir yanında gittikleri ülkelerin iliklerine dek sömürdükleri, doğal kaynaklarını, insan gücünü kısacası tüm zenginliklerini kendi ülkelerine taşıdıklarını biliyoruz.
Bu durum sanayi devrimi sonrasında dünya devleti olarak önce Büyük Britanya’nın ardından da I.Dünya savaşı sonrasında Amerika Birleşik Devletlerinin dünya üzerindeki konumunun diğer ülkelere göre daha farklı bir biçimde gerçekleşmesinin önünü açmıştır. Sayın Cumhurbaşkanımızın birleşmiş milletlerde yapmış olduğu konuşmada belirtmiş olduğu gibi ‘dünya beş’ten büyüktür’ ancak maalesef bu beş daimi ülke dünyadaki gidişat konusunda diğerlerinden çok daha fazla söz sahibidirler.
Bundan tam yüz yıl önce yine aynı coğrafyada benzer ülkelerin benzer şekilde haritaların oluşturulması konusunda nasıl birbirlerini yediklerini tarih kitapları fazlasıyla anlatıyor.
Ama aynı tarih kitapları ‘bu devlet nasıl kurtulur’ sorusunun yanıtını arayan İttihat ve Terakkicilerin önde gelen üç isminin yurdu terk etmelerinin ardından milli mücadeleye katılanların tüm zorlu şartlara karşın neler başardıklarını da anlatıyor. Aynı kadro ellerindeki imkanlar dahilinde bir taraftan ülkenin kalkınması için ekonomik hamleleri gerçekleştirirken diğer taraftan II.Dünya savaşının yakıcı etkisi öncesinde vatan topraklarını bir arada tutmayı da başarmıştır.
Üzerinden geçen yıllar yine aynı coğrafyada ve yine emperyal çıkarlar peşinde koşan ülkelerin, buradaki halkların canları üzerinden giriştiği kirli savaşları bir kez daha acı ve gözyaşı ile yaşları eşliğinde yaşamak zorunda bırakılıyor. Büyük resim sevdalıları bizim ülke olarak pozisyonumuzu ve bunun yaratacaklarını da sık sık söyledikleri gibi proaktif bir yaklaşımla ön görmeleri gerekiyor. Aksi takdirde iki büyük emperyal ülke arasında gidip gelmek zorunda kalabiliriz ve ikisinin liderlerinin öncelikleri doğrultusunda işimiz çok ama çok daha fazla zorlaşabilir.
Bu aşamada bize dünyadan haberler verirken burnumuzun dibinde olup bitenler konusunda suskun kalmayı tercih eden medyamızın yapmış olduğu yayınlarla sayın cumhurbaşkanın söylediği topyekün kurtuluş savaşı söylemi karşıtı insanlar oluşturduğu gerçeğini de unutmayalım.
Öylesine kafası karışık bir medya var ki karşımızda dün evet dediğine bugün hayır diyor ve tüm bu olup bitenleri hepimizin aynı şekilde karşılaması gerektiği üzerinden yayınlarla durumu toparlamaya çalışıyor.
Gerçi kafası karışık olanlar sadece medyadakiler değil onlar gibi tüm ülke bir kafa karışıklığı yaşıyor. İktidarından muhalefetine kadar hepimiz aynı geminin içerisinde yer aldığımızı da sıklıkla unutmak suretiyle olan biteni anlamlandırmaya çalışıyoruz.
Bu açıdan yaşananların hızı ve şiddeti öylesine güçlü ve öylesine etkili ki, her defasında biraz daha olanlar hakkındaki düşüncelerimiz adeta bir çırpıda uçup gidiveriyor. Elle tutulur, gözle görülür, öngörülebilir diye nitelendirebileceğimiz yarınlara ait hiçbir şeye sahip değiliz. Gündemlerimiz ve konuştuklarımız bile giderek içinde yaşadıklarımızın dışında bir yerlerde olup bitenler gibi adeta kendilerini hepimize dayatıyorlar.
Yabancılaştığımızın, birbirimizden uzaklaştığımızın farkında olmadığımız gibi tüm bunlarla ilgili en ufak bir kaygımız bile maalesef oluşmuyor. Oluşanların sesleri yaşanan heyulanın içerisinde kaybolup giderken hızla Ortadoğu bataklığının içerisine çekilen ve orada geriye kahramanlık öykülerinin kaldığı vatan evlatlarımızı birer birer kaybediyoruz. Ölüm her geçen gün biraz daha fazla hayatı teslim alıyor ve asıl tuhaf olan ise ölümler karşısında yaşayanların olup bitenleri yaşamdan yana değil ölümden yana tavır koymak suretiyle renklerini belli etmeleri.
Tüm bunlar olup biterken ise bildik suni tartışmalar üzerinden başka dünyalardan haberdar edilmeyi ve kendimiz gibi olamamanın ağırlığını belki de tam tersine hafifliği ile yaşamak zorunda kalıyoruz.