Aynılığın her geçen gün biraz daha fazla önem kazandığı buna karşın ülke olarak farklı olma duygusunun giderek törpülendiği bir sürecin içerisinden geçiyoruz.
‘Fark etmez’ yanıtını bugün eskisine oranla çok daha fazla duymaya başladık. Böylesi bir yanıt hem içinde bulunulan ruh halini simgelemekte hem de bir yanıttan çok yaşadıklarını ertelemeyi ön plana geçirmektedir. Bu aynı zamanda ülkemizde zaten çok da önemsemediğimiz birey olma halinden de giderek uzaklaşmanın da farklı bir biçimde anlatımının hepimize fısıldanmasıdır.
Kendi tercihini yapamayan, eğilimlerini, beklentilerini ortaya koymaktan çekindiği için bütün tercihlerinden vazgeçen insan tipini bu söz ile birlikte görürüz. Fark etmeme aynı zamanda hayata dair beklentileri, alternatifleri de ortadan kaldıran bir ruh halinin yansımasıdır. Ve belki de hepsinden önemlisi içinde bulunduğu ‘büyük’ kalabalığın bir parçası olarak ‘güven’ içinde kalmanın belki de böylece ‘huzur’ bulmanın anahtarıdır. Galton’a göre bu durumu; ‘farksızlaştırma, yapılacak en iyi şeyin ne olduğunun kesin olarak belirsiz olduğu zamanlarda ya da başarılı sonuçlara ulaşmak için yeterli güce sahip olmaktan ümidin kesildiği hallerde ortaya çıkan bir durum’ olarak tarif ediyor.
Gündemin hızının baş döndürdüğü ülkemizde etrafınıza şöyle bir baktığınızda tüm bu yaşadıklarımızın tam da bu ruh halinin oluşmasına katkıda bulunduğunu rahatlıkla görebiliriz. Farksızlaşan adeta bir örnekleşen yaşamlar üzerinden güven içinde sürdürülen ilişkiler ve buna eşlik eden ifadeler, duygu durumları.
Üzerinden bir haftadan fazla bir zaman geçti ve ölen on bir tane çocuğumuzun ailelerinden sadece bir tanesi ‘suç duyurusunda’ bulundu. Geri kalan on aile ölen çocukları ile ilgili olarak herhangi bir adli takibat yapılmasını istemedi.
Yaşamın pamuk ipliğine bağlı olduğu ve her an ‘Allaha emanet’ edildiği ancak tevekkül gösterilmesine rağmen bunun koşullarının yerine getirilmediği bir ülkeden söz ediyoruz.
Ölümler bu anlayış nedeniyle belirsizleşiyor, ölümün ardından hiç beklemediğiniz belki de çok fazlasıyla beklenilen ifadeler devreye giriyor. Yangın merdivenine açılış kapısının olmadığı ya da olsa bile standartlara uygun şekilde yapılmadığı için hayatlarını kaybeden çocuklarımızın ardından sadece tek bir cümle sarf ediyoruz: Takdiri ilahi. Ölenlerin sorumluluğunun kimsenin almadığı ve ölenlerin öldükleri ile kaldığı bir yerde başta aileler olmak üzere tüm ülke bu olup bitenlerin yarattığı tahribatı nasıl ortadan kaldırabilir? Cevap: farkları ortadan kaldırmak suretiyle herkesi bir potada eritmek suretiyle bir örnek haline dönüştürerek.
Ülkemizde yapılan da tam olarak bu anlayışın hayata geçirilmesinden ibarettir. Aileler, ölen çocuklarının ne uğruna öldüklerini sorguladıkları takdirde kendi yerlerini de sorgulamak durumunda kalacaklar ve işler sarpa saracaktır! O halde hem kendilerini hem de içinden çıktıkları toplumu, milleti, ülkeyi rahatlatacak yegane yol; olan biteni kabul etmek ve susmaktır.
PISA sonuçları üzerine yapılan değerlendirmeler medyada yer bulmasına karşın asıl ilgi çekici olan bu sonuçların gerçek muhatabı olan Milli Eğitim Bakanlığı'nın açıklamalarıydı.
Bakanlığa göre; eğitimimiz eskisine oranla çok daha iyi durumda yer almaktaydı ve eğer sadece Fen liseleri ölçüt olarak alınmış olsaydı, sıralamadaki yerimiz çok daha yukarılarda olacaktı.
Hani tam da neresini düzeltelim diyebileceğimiz ve nereden baksak tutarsızlık dolu bir açıklama ile karşı karşıyayız. Aslında bu yanıtlar da farksızlaşan yaşamlarımızın yansıması olarak okunabilir. Çünkü normal şartlarda bunu söyleyene şöyle sorarlar: bu testin yapıldığı ülkelerde sadece fen liselerini mi?
Ölçüt olarak alıyorlar. İkinci olarak siz baştan mesleki ve teknik liselerinizin eğitim kalitesinin düşük olduğunu mu? İtiraf ediyorsunuz. Üçüncü olarak fen liseleri üzerine bu kadar titremek gerekiyorsa, o zaman neden fen liselerini kapatmak, proje okulları dağıtmak gibi bir anlayışı hayata geçiriyorsunuz?
Soruları daha da arttırabiliriz ancak bizim soruları arttırmamız bir şeyleri değiştirmeyecek çünkü yapılan basın toplantılarında bu ya da buna benzer soruların hiçbirisi sorul(a)madı? Soruların yaratacağı farkı uzun zamandan bu yana hayatlarımızdan çıkarttık. Bir örnek basın toplantıları ile herkes güven içerisinde hayatlarını sürdürmeyi garanti altına aldı.
Bu durum ister bir bakanın toplantısında olsun isterse milli takımlar koordinatörünün toplantısında olsun fark etmiyor. Sorulamayan sorular ülkesi olarak yapılan açıklamaları doğru kabul etmemiz hepimizden isteniyor. Kabul edenler açısından zaten bir sorun yok, çünkü onlar için herhangi bir şey fark etmiyor.
Ama öyle olmuş, böyle yapılmış ya da dışarıdan gelenler şunları söylemişler hiç ama hiç önemli değil. Çünkü nasılsa buradaki karşılık ve burada söylenenler doğru ve kesinlikle kabul edilmesi gereken ifadeler, davranışlar. Bunları benimsediğiniz andan itibaren hayatlarımız adeta ‘dikensiz gül bahçesine’ dönüşmektedir. Dolar yükselmiş, benzine zam gelmiş, ÖTV oranları artmış, PıSA rakamlarında sondan ikinci olmuşuz, vb. gibi pek çok konunun herhangi bir kıymeti harbiyesi kalmaz.
En son örnek ise Manisa’da spor yapan kadına saldırılması ile ilgili. Arka arkaya benzer durumları yaşamaya ve yine benzer tepkilere şahit olmayı sürdürmeye başladık. Kadınlarımızın sokaklarda nasıl giyinmesi, davranması konusunda kendilerini sorumlu gören ve artık bu konuda doğrudan eyleme girişen ‘hassas’ erkeklerimizle karşı karşıyayız. Onların istediği gibi giyinmeyen, oturmayan ya da bulunmamaları gereken yerde bulunduklarına inandıkları kadınlara saldırıyorlar.
Ama ilginç bir biçimde ülkenin bir kesimi bu olup bitenlere tepki verirken diğer kesimi açısından bu yapılanlar ‘az bile’. İzmir’de gönüllü öğretmenlik yapan kadınlara yönelik cinsel taciz karşısında mahkeme başkanı ‘orada ne işiniz vardı’ sorusunu soruyor. Otobüste şort giyen hemşire için neden şort giyerek otobüse binip insanları tahrik ediyor diyenleri de es geçmeyelim! Spor yapmak için bulunduğu mekanda saldırıya uğrayan üstelik hamile olan kadın, yaşadıklarını anlatırken ‘her yerim kapalıydı’ açıklaması yapmak zorunda kalıyor.
Bir örnekleşen yaşamlar, farksızlaştırılan insanlar sayesinde giderek daha fazla çekilmez, yavan ve sıradan hale dönüşür. Böylesi toplumsal iklimlerde fark yaratacak olan kişi ve fikirlerin ortaya çıkması güçleşir.
Bu ise gün geçtikçe daha fazla içe dönen ve daha fazla her açıdan fakirleşen bir ülkenin oluşmasına yol açar. Ayrıca kendisi gibi olmayanı tehlikeli gören ve onlara yaşam hakkı tanımayan bir zihniyetin giderek daha fazla dolaşıma sokulmasının önünü de açar. Şiddet sıradanlaşır ve sıradanlaştığı ölçüde insanlıktan uzaklaşmamızın zemininin artmasına katkıda bulunur.
Korku, her geçen gün gündelik hayat içerisinde daha çok ön plana geçmeye başlayan bir duygu haline dönüşür. Farksızlaşan hayatlar, fark yarattığını düşündüğü her türden yapıya düşmanlık beslemeye ve onları ortadan kaldıracak hamleleri hayata geçirmeye başlar.
Not: İstanbul’da yaşadığımız hain saldırıda hayatını kaybeden tüm yurttaşlarımıza Allahtan rahmet, geride kalan ailelerine baş sağlığı ve yaralılarımıza da acil şifalar temenni ederim. Tüm ulusumuzun başı sağolsun.