Ata Demirer’in senaryosunu yazdığı ve başrolünde Cengiz Sezen karakterini oynadığı, Hakan Algül’ün yönettiği Bursa Bülbülü filmi 13 Ocak tarihinde ücretli bir yayın platformunda izleyicileriyle buluştu. Film, 1986 yılında Mudanya sahilinde Cengiz Sezen karakterinin seksenli yılların piyanist şantörlerinin meşhur ettiği şarkıları eşliğinde yazlık mekânda eğlenmeye gelen kadınları eğlendirme sahnesi ile başlıyor. Bursa Bülbülü uzun zamandır seyrettiğim en iyi Türk filmlerinden bir tanesi ve Ata Demirer’in bugüne kadar yaptığı en iyi film. Bu filmi izlerken bir anda geçmişte bir yolculuğa çıktığınızı ve iki saatlik zaman dilimi içerisinde bir zamanlar bu ülkenin içinden geçtiği kavşak noktalarını, huşu içerisinde yeniden gözlerinizin önünden geçtiğini hissediyorsunuz. Filmin güzelliği de tam olarak işte bu noktada kendisini göstermeye başlıyor ve Ata Demirer (Cengiz) ile Özge Özacar (Arzu) karakterinin birlikte sahneye çıkıp, şarkı söylemeleri ile giderek tırmanışa geçiyor. Şimdilerde bizlere çok ama çok uzak bir geçmiş gibi gelen seksenlerin ortasındaki deniz kıyısı eğlencelerinin tutun da yine o dönemin ünlü gazino eğlenceleri ile filmin içerisinde adeta bir selam çakılan Deve Kuşu Kabare gösterileri sayesinde geçmişin içimizde hiç unutulmayacak bir yeri olduğunu hatırlıyoruz. Zaten bu durum filmin etkisini ve seyirciye geçebilme veya başka bir ifade ile onları etkileyebilme kapasitesini de yükseltmiş oluyor.
Türkiye’de aradan geçen otuz beş ila kırk yıl içerisinde çok fazla şeyin değiştiğini hepimiz gayet iyi biliyoruz. Öte yandan içinden geçmekte olduğumuz yılların yansımaları karşısında geçmişe dönük özlemlerimizin her geçen yıl biraz daha artmakta oluşu da dikkat çekici. İşte bu noktada söz konusu filmin, bu dönemi yaşamış olan benim gibi pek çok kişinin kalbinde derin izler bırakması, şaşırtıcı değil. Çünkü daha ilk sahnedeki deniz kültürünün, o günlerden bugünlere ne kadar büyük bir dönüşüm geçirdiğini gayet iyi biliyoruz. Aslında üzerinde durmamız gereken hususun geçmişteki o güzel zamanlardan ziyade içinden yaşadığımız dönemdeki samimiyetsiz ve duygusuz ortamlar olduğunu belirtmeliyiz. Bugün özlem duyduğumuz pek çok anıyı, geçmişteki o günlerde fazlasıyla yaşamıştık buna karşın elimizdekinin kıymetinin farkında değildik! Onları kaybettiğimizi anladığımız şu zaman dilimi içerisinde, bu açıdan özlem duygusu ağır basmaya başladı ve geçmişin izlerini yansıtan şarkılar, görüntüler ile izlerin her birisi adeta birer mıh gibi yeniden zihnimizde taht kuruverdiler. Filmi benim için özel kılan noktalardan bir diğeri ise Aşk Olsun oyunundaki ‘Metin Akpınar’ın unutulmaz ‘Kız Nalan Sen Kambur musun?’ repliğine konu olan kurban kesmenin tarif edildiği sahnenin neredeyse bire bir yeniden hayata geçirilmesidir. Bu isimlerin çok büyük oyuncular olduğu vurgusu da yine bu sahnede bu kez seyircilerin arasındaki Cengiz karakteri üzerinden izleyicilere aktarılmasıdır. Ata Demirer hem büyük usta Metin Akpınar’ı sahnede nefis bir biçimde yansıtmış hem de büyük oyuncular vurgusu ile kendisine müthiş bir selam çakmıştır.
Film içerisinde gidilen eğlence mekanındaki oynanan oyunlardan tutun da bir zamanların değişilmez eğlencesi aynalarda kendini seyretmek ve oraya yansıyan siluetine gülme halini İzmir fuarında benim kuşağım da çokça yaşadı. Gündelik hayatın içerisinde var olan küfür ve argonun bulunduğu ölçüde filme yansıtıldığını belki de bu yüzden son dönemlerde ortaya çıkan bol küfürlü filmlerin ötesinde bir yerde Bursa Bülbülü filminin konumlandığını görmekteyiz. Küfretme meselesinin yıllar içerisinde şekil değiştirdiğini ve son yıllarda erkekler kadar kadınların da küfretme üzerinden gündelik dil kullanımını hayata geçirmekte olduğuna şahit olmaktayız. Bu durum beraberinde dizi ve filmlerde de küfrün daha yaygın bir kullanım biçimine dönüşmesine ve toplumsal hayat içerisinde bir karşılık biçimine dönüşmesine yol açıyor. Geçmişte küfür yok muydu? Şeklinde bir soru anlamsız olacaktır buna karşın geçmişin küfür alışkanlıkları ve bunun kullanım biçimlerinin de yine o dönemin koşulları içerisinde şekillendiği gerçeğini göz ardı etmemeliyiz. Bu filmde küfür var ancak küfür kullanımı son dönemde gördüğümüz biçimlerde abartılı bir hale dönüştürülmemiş. Yine bu film içerisinde bira şişelerinin olduğu, rakının içildiği sahneler yer alıyor. Fakat bu durum da ülkenin geçmişindeki o sıcaklığın kendi iç dinamikleri içerisindeki akışıyla bağlantılı bir biçimde işlediği bir sürece karşılık geliyor. Ne yazık ki aradan geçen zaman dilimi içerisinde bu bağlantıyı tuhaf bir hale sokmak suretiyle buradan aslında var olmayan bir ikiliği ürettik ve ülkeyi içki tüketimi üzerinden bir ikiliğin içerisine hapsettik.
Film içinde başta Arzu karakteri olmak üzere Küçük Emrah, Bülent Ersoy, Fahrettin Aslan ve Dr. Fatih tiplemelerinin çok ama çok başarılı bir performans sergilediklerini söylemeliyim. Cengiz karakteri ile Ata Demirer zaten filmin en önemli karakteri ancak Arzu rolündeki Özge Özacar’ın çok başarılı bir oyunculuk sergilediğini ve filmin hızlanmasında büyük katkısı olduğunu belirtmeliyim. Taşkın karakterini oynayan Cem Gelinoğlu’nu da unutmayalım, Aykut Enişte filmleri ile iz bırakan ismin, bu filmde de kanarya hastası bir müzisyen tiplemesini başarı ile oynadığını görmekteyiz. Filmin içerisinde 1986 yılı olması hasebiyle Dünya Kupası ve Arjantin milli takımı üzerinden iki yıl önce kaybettiğimiz Dieogo Armando Maradona’ya da bir göndermenin olduğunu hatırlatalım. Hatta yarışmaya sokulan kanaryanın ismi bile Maradona ve bir zamanlar çok yaygın olan kuş besleme alışkanlıkları ile bu kuşları yarıştırmak suretiyle satmanın gerçekleştirildiği organizasyonlar da filmde unutulmamış. ‘Kuş ötmüyor’ göndermesi üzerinden hem geçmişe hem de bugüne bir gönderme söz konusu. Öte yandan Dr. Fatih tiplemesini oynayan Toygan Avanoğlu, sahnelerdeki kadın ve erkek sanatçıların yanı sıra arada kalanları yansıttığı karakteri ile çok başarılı bir oyunculuk çıkarıyor. Zeki Müren’in de unutulmadığı filmin en başarılı ve unutulmaz sahnelerinden bir tanesi Cengiz karakterinin yaşadığı hayal kırıklığı ile çıktığı yere dönmesi ve kuşun ötmesi sonrasında bülbül kasidesini seslendirmesidir. Bu sahne içerisinde hayata dair hayal kırıklıkları ve aşkın kişiler üzerinde bıraktığı izleri birlikte buluyoruz. Tabii bir de buna eklenen müthiş bir doğal görünüm söz konusu.
Ata Demirer’in filmlerinde genellikle mutlu sonla bitiş söz konusudur bu kez ise film bize hayatın her zaman mutlu son ile bitmediğini gösteriyor. Buna karşın yaşananlar insanın yanına kâr kalıyor ve filmde de Beyaz Zambaklar şarkısı eşliğinde son noktayı izleyicilerin koyması amaçlanıyor. Filmin beğenilip beğenilmeyeceği hususunda ikili bir yapının ortaya çıkacağı kanaatindeyim. Yaşı otuz beş ve yukarısındaki izleyiciler açısından film, geçmişte bir yolculuğa çıkmak ve orada olup bitenleri yeniden hatırlama anlamında güzel bir görünüm arz ediyor. Buna karşın Z kuşağı olarak adlandırdığımız kesim açısından burada gösterilenler, olup bitenler ve basitlikler, kendi hayatları içerisinde bir karşılığı bulunmayan durumlar. Bu yüzden de film ile kuracakları bağlantının daha farklı bir görünüm arz edeceği kanaatindeyim. Keşke bu film dijital bir platform yerine sinemalarda izleyicileri ile bulaşabilseydi. Aslında bu yeni durum bile sinema ile kurmakta olduğumuz bağlantıyı ve bu bağlantının gündelik olan ile kurduğu ilişkinin nasıl bir dönüşüm gösterdiğini ortaya koyuyor. Bütün bunlara karşın Bursa Bülbülü filmi, duygulara dokunan ve geçmişteki o güzel günleri özlemle hatırlamamıza yol açan bir film olma başarısını göstermiş. Emeği geçenlere şükranlarımı sunuyorum.
Ahmet Talimciler kimdir? Ahmet Talimciler, 1970 yılında İzmir Karşıyaka’da dünyaya geldi. Karşıyaka spor kulübünün minik ve yıldız takımlarında, Tarişspor kulübünün genç takımında oynadı. 1988 yılında Ege Üniversitesi Coğrafya bölümüne kaydoldu ve iki yıl burada okuduktan sonra tekrar sınava girerek aynı üniversitede Sosyoloji bölümünü kazandı. 1994 yılında “Futbolun Toplumsal İşlevi” başlıklı lisans teziyle bölümden mezun oldu. Ardından Ege Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsünde 1998 yılında Türkiye’de Futbol Fanatizmi ve Medya İlişkisi başlıklı yüksek lisans tezini, 2005 yılında da Türkiye’de Futbol ve İdeoloji İlişkisi başlıklı doktora tezini tamamladı. 2001 yılında Milliyet Gazetesi Sosyal Bilimler ödülünü kazandı. 1996 yılında Araştırma Görevlisi olarak başladığı Ege Üniversitesi Sosyoloji bölümünden 2019 yılında ayrılarak İzmir Bakırçay Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Sosyoloji Bölümü Uygulamalı Sosyoloji ana bilim dalına profesör kadrosuyla geçiş yaptı. Halen aynı üniversitede görev yapmayı sürdürmektedir. Son yirmi yılda yerel ve ulusal düzeyde gazetelerde, internet sitelerinde yazmıştır. Mart 2016’dan bu yana T24’te başta spor ve gündelik hayata ilişkin olmak üzere gündeme ilişkin yazılar yazmaktadır. Karşıyaka Belediyesinin çıkartmakta olduğu Gazete Karşıyaka’nın yazarlarındandır. Bir diğer önemli tutkusu ise radyo yayıncılığıdır, üç yıl boyunca TRT İzmir Kent Radyosunda Sporun Arka Planı programını hazırlayıp sunmuştur. Halen TRT Türkiye’nin Sesi Radyosu Memleketim FM’de Spor Daima programına cuma günleri konuk olmayı sürdürmektedir. YouTube üzerinden yayınlanmakta olan Geek Futbol programının da yorumcularından birisidir. Evli ve spor tutkunu bir çocuğun babasıdır. Kitapları -Türkiye’de Futbol Fanatizmi ve Medya İlişkisi (2003,2014, Bağlam Yayınları) -Sporun Sosyolojisi Sosyolojinin Sporu (2010,2015, 2018, Bağlam Yayınları) -Futbol Yazıları (2017, Bağlam Yayınları) -Türkiye’de Futbol En Az Futboldur (2020, Spor Yayınevi ve Kitabevi) -Saçmanın İktidarı (2021, Sakin Kitap) -Beklentilerin Tersine Çıktığı Alan: Eğitim (2022, Sakin Kitap) -İlkelerimizi Kim Yazacak? Cem Can Yazıları (Yayına Hazırlayan- 2012, Moss Spor) -Fair Play Yemin İstemez (Yayına Hazırlayan-2012, Moss Spor) -Şiddet, Şike ve Medya Kıskacında Futbol ve Taraftarlık (2015, Litera Türk Academia, Müge Demir ile) -Football in Turkey (Editör- 2016, PL Academic Research) |