Milli Eğitim Bakanlığı Talim ve Terbiye Kurulu Başkanı Alpaslan Durmuş, müfredatla ilgili gazetecilere yaptığı açıklamada "Bir takım devrimler o kadar kolay devrimler değil. Şu anda bazı şeylerde devrim yapamadığımızı kabul etmek lazım. Müfredatta yüzde 20 ile yüzde 60 arasında sadeleştirme var ama daha köklü, yapısal şeyler için var olandan farklı düşünebilmemiz lazım. Şu anda var olanda farklı düşünebilir durumda değiliz. Türkiye’de eğitim sistemi değişmedi. Bunların hepsi fırça darbeleri aslında. Öznenin yerini değiştiriyorsan sistem değişikliğidir. Eğitim sistemimizin hiçbir tarafından sistemsel değişiklik yapmış değiliz. Türk eğitim sisteminin felsefe sorunu var” diyerek eğitimde yaşadığımız gelişmeleri anlatmış.
Eğitim sistemi oldum olası bu ülkenin en çok tartışılan alanlarından birisi olma vasfını hiç ama hiç kaybetmedi! Cumhuriyeti kuran kadro açısından eğitim, Osmanlı'dan devir aldıkları anlayışla yeni bir insan tipi yetiştirmenin en önemli aracı olarak görülüyordu. Bu doğrultuda da eğitimin, toplumsal hayat içerisinde kök salabilmesi amacıyla yoğun bir gayret içerisine girdiler. Pek çok alanda olduğu gibi eğitim konuşmaya başladığımız anda da önümüze çıkan en büyük engel, ideolojiler üzerinden konuşma durumunda olmamız gerçeğidir. Bu ise asıl konuşmamız gereken konuları hiçbir zaman konuşamamamıza ve fikirsel çeşitlilik içerisinde çıkış yollarını hiçbir zaman üretemeyişimize yol açmaktadır.
Eğitimin sosyolojik bir gerçeklik alanı olarak, içinde yaşanılan topluma, ülkeye dair ne kadar hayati bir alan olduğu meselesinden ziyade, eğitim üzerinden kendi anlayışını kalıcı hale dönüştürme düşüncesi egemen kılınmaya çalışılmıştır. Böylesi bir yaklaşım ise her iktidar değişikliğinde üzerinde oynanan bir eğitim politikasını adeta zorunlu bir hale dönüştürmüştür. Hatta daha da ileriye götürecek olursak, aynı partinin iktidarındaki farklı milli eğitim bakanları ile birlikte değişen eğitim politikaları!
İlkokuldan başlayarak sürekli olarak sınavlarla terbiye edilmeye çalışılan ve gerçeklikten uzaklaşan kitleler! Her yıl değiştirilen sınav sistemlerinin yanına ilkokul yaşına başlamadan, yazı sisteminin değiştirilmesine oradan da müfredata kadar uzanan oynamalar. Buna karşın her defasında istenilenin tam tersinin ortaya çıktığı bir tablo ve bu tablonun sorumlularının hiç ama hiç hesap vermedikleri bir eğitim sistemi.
Mânâ ile uğraşmaktan ziyade şekil ile uğraşmak zorunda bıraktırılan çocuklar ve oradan hayatlarımıza sirayet ettirilen tuhaflıklar silsilesi. Kim ne kadar soru çözecek ve nereye girecekten öteye gitmeyen, öte yandan her seferinde biraz daha fazla çocuklarımızı eblehleştiren bir anlayış. İlkokuldan başlayan fakat etkileri üniversite sıralarına kadar yansıyan ve geleceğimizi etkileyen bitmek bilmeyen bir eğitim tartışması.
Geçmişte olduğundan daha fazla binaya, dersliğe, öğretmene, araç gerece vb. sahibiz buna karşın daha kaliteli, daha başarılı, dünya ile daha fazla entegre çocuklar yetiştiremiyoruz. Üniversite açarak veyahut üniversitelerimizi bir örnek hale dönüştürerek çağı yakalayamayacağımız gerçeğini bir türlü idrak edemiyoruz. Eğitim, tek tip insan yetiştirilen kurumun adı değildir, tam tersine eğitim hepimizi ömür boyu süren bir anlayışın içerisinde yarınlara hazırlayan mekanizmadır. Burada belirleyici olan ise hiç kuşkusuz evrensel ölçüler içerisinde bilginin, kuşaklar boyunca aktarılmasını sağlayacak yol ve yöntemin öğretilmesidir.
Eğitim sistemini sürekli olarak deneme yanılma tahtası haline dönüştürmek suretiyle içinden çıkılmaz bir hale getirdik. Eğitimi kendi tercihlerimiz doğrultusunda toplumsal mühendislik aracı olarak kullanarak, eğitimin ayarları ile oynadık! Aslında tüm bunları yaparak eğitimi kendi kontrolümüze almaya çalışırken tam tersine yol açtık. Sınav sonuçları açıklandıktan bir hafta sonra organizasyonu yapan kurumumuz, pardon bir hata yaptık ve şu kadar kişinin puanlarını yanlış hesapladık şeklinde bir açıklama yapıyorsa, hakikaten sorunumuz göründüğünden çok daha derinlerde bir yerlerdedir demektir.
Eğitim, her ne kadar modern dönem ile birlikte bambaşka bir pozisyona oturtulmuş olsa da, klasik eğitim anlayışı da modern eğitim anlayışı da gelenek temeli üzerinde yükselmektedirler. Bu yüzden de ülkelerinin çocuklarını yetiştirmek isteyen bütün gelişmiş ülkeler, benzer saikler üzerinden geçmiş ile geleceği harmanlayacak anlayışları hayata geçirmeyi sürdürmektedirler. Son iki yüz yıl boyunca sürekli olarak arafta kalma hali içerisinde yaşayan bir anlayışın çocukları olarak, eğitim ile olan ilişkimiz de hep ikircikli bir temel üzerinden yürümüştür/yürümeye devam etmektedir. Kendi gibi olamama buna karşın olmayı hedeflediği gibi yapamama hali içerisinde kıstırılıp kalan bir ruh halindeyiz.
Eğitim ve eğitim sistemi içerisinde bütün yapıp ettiklerimiz aslında bir ayna gibi bizi, bize gösteriyor. Ancak ortada var olan bu aynaya her baktığımızda gördüğümüz kendi gerçekliğimiz değil, çünkü kusurlu bir aynadan kendimize bakıyoruz. Eğitimden beklediklerimiz her geçen gün biraz daha kayboluyor, buna karşın geçmişte olduğundan daha farklı olarak hem kendimize hem de çevremizdekilere duyduğumuz öfke ve şüphenin dozajı da giderek artıyor.
Eğitim, her ne kadar kendi ideolojik pozisyonlarınızı ortaya koymak suretiyle geniş kitlelerle buluşmanıza vesile olsa da aynı zamanda geleceğe dönük getirileri nedeniyle tüm ülkenin yarınlarını belirlediği için dar kalıplar içerisine sokulması sakıncalı olan bir alandır da. Çünkü burayı biçimlendirme girişimlerinizde yaşanacak her türlü başarısızlığın faturası sadece belirli bir dönem iktidarda olanlara kesilmeyecektir. Aynı zamanda tüm ülkenin geleceğine de ipotek koymanın bir başka adı olarak tarihteki yerini alacaktır.
İşte bu yüzden eğitimi siyasallaştırmaktan ve ideolojik bakış açılarının egemenliğine terk etmekten çok öte bir yaklaşımla davranmak zorunluluğu ortaya çıkmaktadır. Nasıl bir ülke ve nasıl bir gelecek hedeflediğiniz meselesi geçmişte olduğundan çok daha yakıcı bir soru veyahut sorun olarak karşımızda durmaktadır. Bu soruya/soruna yanıt verirken dar kalıplar içerisine sıkışmış bir ideolojik anlayışla hareket ettiğimiz sürece, hepimiz bundan zarar göreceğiz demektir.
Eğitim gibi hayati bir alanda devrim ve fırça darbeleri gibi ifadeler yerine felsefe sorununa odaklanmak ve buradan hareket etmek çok daha yararlı sonuçlara yol açacaktır. Evrim, Atatürk, Cihat gibi konular üzerinden eğitimin sorunlarını ne çözebilir ne de tartışabiliriz. Müfredatın içerisinde neyin nasıl olması gerektiği konusunda atılacak her adımın bir takım tabulara takıldığı noktada daha baştan kaybetmeye ve zamanı yitirmeye mahkum kalırsınız.
Artık eğitim sistemimiz, iyi insan, iyi vatandaş, iyi birer birey olma yolunda bizleri kuvvetli bir şekilde hayata hazırlayamıyor! Tam tersine hayata dair beklentilerimiz karşısında rahmetli hocam Prof. Dr. Nuri Bilgin’in sık sık söylediği; ‘Eğitim Acı Çekmektir’ sözüyle eğitim meyvesi ile tanışanları daha zor bir hayatın ortasına bırakıveriyor.