Büyük resmi görmeliyiz diyenler açısından futbol dünyamızın çok ama çok fazla şey anlattığı kanaatindeyim. Futbolumuza ve orada olup bitenlere dikkatle baktığınız takdirde, göreceklerinizin sadece bir spor dalı ile sınırlı olmadığını aynı zamanda toplumsal hayatımızın ayrılmaz bir parçası olduğunu fark edeceksiniz. Burası öylesine verimli bir alan ki, hiç şüphesiz böyle olduğundan dolayı da ne kulüp yönetimleri bütün şikayetlerine karşın gidiyorlar! Ne de siyasilerle iş birliği içerisindeki futbolun önde gelen aktörleri buraları terk ediyorlar. Tam aksine her defasında biraz daha fazla yerlerini kalıcılaştırmak amacıyla futbol üzerinden prim yapabilmek adına ellerinden geleni yapmayı sürdürüyorlar. Bu ise bir taraftan milyonlarca insanın kendisi için nefes alma imkanı yakaladığı futbolun kirlenmesine yol açarken, öte taraftan futbolun sağaltıcı işlevinin de öne çıkartılmasına yardımcı oluyor.
En taze gelişmeden başlayarak son dönemde olup bitenleri şöyle bir ardı ardına sıralayalım. Milli takım kaptanı ve dünya starımız olan Arda Turan’ın, uçakta gazeteci Bilal Meşe’ye saldırması ile başlayan polemik ve sonrasında yaşananlar henüz çok yeni. Hatırlayacaksınız, olup bitenlerin arkasından Türkiye futbol direktörü Fatih Terim, kameralar karşısında yaşananları eleştirdikten sonra çözümü de faş etmişti. Olayın iki tarafını bir araya getirme ve öpüp barıştırma! Bu aşamaya gelmeden milli takım kampında basın toplantısı düzenleyen kaptan ise yaptıklarıyla gurur duyduğunu ve yine olsa yine yapacağını söyledikten sonra milli takımı bıraktığını açıklamıştı! Bu olayla ilgili olarak duruma müdahil olan federasyon başkanımız ise, dünya yıldızlarının kolay yetişmediğini ve Arda Turan’ın da tıpkı kendisi gibi referandumda evet oyu vereceğini açıkladığı için başına bunların getirildiğini belirtmişti. Tüm bunların üzerinden bir buçuk ay sonra bu kez Türkiye futbol direktörü Fatih Terim, damadının mekanın yanındaki mekanın sahibi ile yaptığı telefon konuşmasının ardından gece yarısı, mekanı basıyor ve yaşanan olayların haber yapılması engelleniyordu. Bu tabloya maç bitiminde gazetecilere saldıran ve aralarında milli takım kalecisinin de olduğu Başakşehir takımının futbolcularını da eklediğinizde, şiddetin nereden geldiğini de görmüş olursunuz. Tüm bunlar sonucunda verilen cezalar veyahut alınan kararlar ne olmuştur derseniz ise alacağınız yanıt ise ‘her zaman ki gibi olmuştur’ şeklindedir. Nasıl olsa bizlere tüm bu olup bitenlere takılmadan büyük resmi görmemiz tavsiye ediliyor. Çünkü orada futbol alanındaki dahili ve harici bedbahtlarımızın, bizim için ne gibi oyunlar döndürdükleri üzerinde duruluyor.
Geçen hafta U13 finalinde Altınordu ile Osmanlıspor takımları mücadele ettiler ve kupayı Altınordu kazandı. Buraya kadar her şey normal ancak karşılaşmada oynatılan Osmanlısporlu futbolculardan özellikle iki tanesi-birisi kaleci- bu yaş kategorisinin çok üzerinde olan futbolcular olarak dikkat çekiyordu. Zaten biz de oldum olası bu kategorilerde oynatılan futbolcuların yaşları meselesi bir sıkıntı kaynağıdır. Yaşı büyük olan buna karşın nüfusa geç kaydedilmiş çocukları, kendilerinden çok daha küçüklerle bir arada oynatma ve buradan gelen başarılar ile övünme! Gerçeği kendinize göre istediğiniz kadar eğip bükmeye çalışın, gerçek gerçektir ve sizin tüm üzerini örtmeye çalışmanıza rağmen gerçekler, gizli kalmazlar! Futbol gibi bir alanda yıllardır yapmaya çalıştıklarımıza karşın her defasında yüzümüze tokat gibi çarpan şey de işte bu gerçeklerdir. Kendimizi kandırmayı adet haline getirdiğimiz gibi bizim dışımızdakileri de kandırabileceğimizi ve bunun üzerinden bir oyunu, her defasında yutturabileceğimizi zannediyoruz. Bu yaştaki çocuklarımızın şevklerini kırmanın ötesinde, onları daha şimdiden fair play ruhunun tam aksi yönde yetiştirmek suretiyle, geleceklerini kararttığımızı fark etmiyoruz bile. Amaca giden her yol mubahtır ilkesi uyarınca, yaptıklarımız yapacaklarımızın teminatı haline dönüşüyor. Olan ise hem futbolun belirsizliği ilkesine hem de seyir zevkine oluyor.
Geçtiğimiz hafta bir başka ilginç olay yaşandı, Gaziantepspor kaptanı Elyasa Süme’nin, birinci lig kulüplerinden Gaziantep büyükşehir belediyespor’un ligde kalabilmesini sağlayabilmek için Manisasporlu dört futbolcuyla Şanlıurfaspor’u yenmeleri doğrultusunda konuşup, teşvik primi teklif ettiğine yönelik tapeler dolaşıma girdi. Bir tarafta Gaziantep kentinin iki takımı öte tarafta ise Şanlıurfa kentinin tek takımı bulunuyor ve şike iddiaları ayyuka çıkmasına karşın, federasyon durumu ilgili kurullara aktarmak için bile beklemeyi sürdürüyor. Hatırlayacaksınız 3 Temmuz sonrası yaşanan gelişmelerin ardından artık bu ülkede şike yapılamaz açıklamaları yapılmıştı, bakalım bu açıklamaları yapanlar, tüm bu olup bitenler üzerine nasıl bir şekilde gidecekler! Çünkü çok hassas bir çizgide ve işin sportif boyutundan çok daha derinlerde olan ilişkileri de gözetmek durumundalar.
Gençlik ve Spor bakanımız Akif Çağatay Kılıç, Haziran ayının sonunda TRT ekranlarında katıldığı bir programda, sahalarımızda yaşanan şiddeti ve olan bitenin nasıl önleneceğini dile getirmişti. Daha sonraki açıklamalarında da artık olay çıkartanların tribünlerden direk olarak alınabileceği vurgusunu yapmıştı. Önce Konya’da ardından Antalya’da oynanan final mücadelelerinde yaşanan basiretsizliklerin ardında federasyon yönetiminin bulunduğu gerçeğini de aslında kısmen bu açıklamalarıyla ortaya koydu. Hatta Antalya’da tribünlerin sahaya girmesini engellemek için, bariyerlerin kendi talimatlarıyla yerleştirildiğini söyledi. İlgi çekici olan husus ise spor savcılarını göreve çağırması ve olay çıkartanların saha kapatma cezaları ile tribünlerden uzaklaşmaya başladığını belirtmesiydi. Başta özel güvenlik olmak üzere, son derece yetersiz olan ve işlemeyen bir stadyum güvenliği gerçeğimiz bulunuyor. Federasyon ve bakanlık bu aksamayı doğrudan tribün kapatma yoluyla çözdüğü zannına kapılıyor. Oysa her tribün kapatma cezası, sürekli olarak vurgu yapılan bir avuç kendini bilmezin elini güçlendirmeye ve daha kolay kitle bulmalarına olanak sağlıyor. Gelin sadece suçluları cezalandırın ve suçlu ile suçsuzu birbirinden ayıran anlayışın, futbol sahalarımızda hakim kılınmasının önünü açın. Ardından futbolda yaşanan şiddetin arka planında yer alan başta yöneticiler ve medyanın tarafgir yorumcularının açıklamaları olmak üzere, bu aktörleri de kapsayacak yasayı uygulayın!
Atiker Konyaspor’un taraftar gruplarından Nalçacıların geleneksel ‘birlik, beraberlik ve istişare’ gecesinde konuşan kulüp başkanı Ahmet Şan, ‘bugün Türkiye’de maalesef tüm statlar İzmir Marşını söylüyor, Konya hariç. Konya çünkü bu ülkenin birliğini ve her zaman o milli maçlarda gördüğümüz ‘tek bayrak, tek devlet, tek vatan’ duygusuyla hareket eden Nalçacılardan bu gücü alıyor’ açıklamalarında bulunmuş.
Bu ülkede spora siyaset karıştırılmasın diyenler önce kendilerine bakmalılar. Her defasında kendilerini bir yerlere göstermek uğruna yaptıkları açıklamalara ve kullandıkları cümlelere dikkat etmeliler. İzmir marşını söylemeyi adeta bölücülük olarak gören bu anlayışa, kullandığı cümlelerin birlikten ziyade bölünmeye hizmet ettiğini de birilerinin kendilerine hatırlatması gerekiyor. Seksen milyonluk ülkede sayın başkanın söyledikleri ne sadece Konya kentinin tekelindedir ne de sadece Konyalıların özelliğidir. Böylesi ayrıştırıcı ifadelerle bir araya getirdiği ‘tek’lik vurgusu yara alır. Üstelik İzmir marşı, bu ülkenin kurtuluş destanının söze dökülmüş halinden başka bir şey değildir ve bu marş tüm ülkenin ortak değerini oluşturan Türkiye Cumhuriyetinin sembollerinden bir tanesidir. Bu marş ne İzmir’in ne de İzmirlilerin malı değildir tam tersine bu marş bu ülkenin seksen bir ilinin ve seksen milyon insanının bir zamanlar yaşadığı sıkıntılı günlerin yansımasıdır.