Geçtiğimiz hafta içerisinde gündeme gelen ve üzerinde çok da durulmayan bir olay yaşandı. Popüler kültürün yeni fenomenlerinden Kerimcan Durmaz, konser için gittiği Samsun’da saldırıya uğradı. Olayı gerçekleştirenlerin kameralara yaptığı açıklamalar dikkat çekiciydi: ‘Tek gözlü canavarlar bilsin, bu gençlik her şeyi biliyor. Sayın Cumhurbaşkanımıza ve Bahçeli’ye sesleniyoruz. RTÜK bunları kaldırsın. Gençliğimizi i… yaptılar. Bunu herkes bilsin’ dediler. Kendilerini polis merkezinin önünde bekleyen yaklaşık 20 kişi ise ‘Böylelerini Samsun’a getirmesinler. Büyük memleketlere gitsinler. Karadeniz böylelerini kaldırmaz. Aslan kardeşlerim’ diye bağırarak olayı gerçekleştirenlere alkışla desteklerini gösterdiler. ‘Hassas Vatandaş’ manzaralarının hiç eksilmediği ve her daim yaptıklarının yanlarına kar kaldığı bir memlekette yaşıyoruz.
Son dönemin yarattığı şöhretlerden bir tanesi kentlerine geliyor, dinlemek isteyenlerin gittiği bir organizasyonda sahne alıyor. Buna karşın kendilerini içinden çıktıkları kentin ve ülkenin ideal insan tipi sayanlar tarafından darp ediliyor. Ardından olayı gerçekleştirenler, yaptıklarının ne kadar önemli bir davranış olduğunu ispat edermişçesine bu kez de sayın cumhurbaşkanı ve Milliyetçi Hareket Partisi başkanını göreve çağırıyorlar. Radyo ve Televizyon Üst Kurulundan bunların ekranlara gelmesinin yasaklanmasını talep ediyorlar. Nihayetinde ise bu ve buna benzer insanlar sayesinde gençliğimizin i… olduğunu ileri sürüyorlar. Kapı önünde bekleyip arkadaşlarıyla gurur duyduklarını ifade etmekten çekinmeyenler de tıpkı arkadaşları gibi raconu kesiyorlar. ‘Böylelerini Karadeniz kaldırmaz, bunlar büyük memleketlere gitsinler.’
Nicedir bu memlekette çok yoğun bir şekilde kendisi gibi olmayan insanlara karşı nefretle yaklaşma ve bu nefretini onların yaşam alanlarını sınırlandırabilmeye kadar götürebilme olayları yaşanıp duruyor. Bu nefretten en çok payını alanlar ise hiç kuşkusuz eşcinseller. Hatta bu ülkedeki erkekler ile ilgili yapılan bütün çalışmalarda en çok imtina edilen ve erkeklerin üzerinde ısrarla durdukları nokta da tam olarak burası. Kendi erkekliklerini en çok kadınlar ve kadınların ardından da erkek olarak görmedikleri hem cinsleri üzerinden gösterme konusunda bir hayli mahirler.
Hatta biraz daha ileri gidersek bu ülkede bir eşcinsellik bir de gayri Müslim azınlıklardan bir tanesine mensup olmak en büyük tehdit unsurları arasında görülüyor bile diyebiliriz. Ancak işin ilginç tarafı erkekliklerine laf söyletmeyen ve erkeklik uğruna her türlü haltı işleyebilen söz konusu ‘erkeklerin’, işledikleri trans cinayetlerinde savundukları noktanın hep aynı olması: Erkekliğime laf etti. Bir taraftan erkeklik vurgusu yapıp sürekli olarak eşcinsellere yönelik bir nefreti homofobik bir hale dönüştüreceksiniz. Öbür taraftan ise cinselliğinizi bu insanlarla yaşamayı ve erkekliğinizi böyle sürdüreceksiniz. Bir de işin bu hassas vatandaş kısmı var ki orası çok daha sorunlu ve çok daha karanlık bir yapıyı beraberinde taşıyor. Kendilerini bütün bir ülkenin namus bekçisi olarak görebilen ve bu noktada ilgilileri göreve çağıran bu vatandaşlarımız açısından her şey klasik akışı içerisinde gerçekleşmek zorunda. Eğer gerçekleşmezse kendileri devreye girmek suretiyle akışı yine düzeni içerisine sokabilme hakkına sahipler. Birileri onlara bu ülke gençliğinin nasıl olması gerektiği konusunda uykularında tüyolar veriyor. Gençliğimiz şöyle olmalı, ya da böyle olmamalı. Eğer istediğimiz gibi bir gençliğimiz olmazsa ileride ülkemizin manevi çöküşü hızlanır ve hiç istemediğimiz biçimde yozlaşırız.
Ancak her nedense bu hassas vatandaşlar ülkenin içinden geçtiği zor zamanlarda çocuklarımıza gerçekleştirilen taciz, tecavüz vakaları konusunda en ufak bir açıklamada bulunmuyorlar. Tıpkı yanarak ölen kız çocuklarımızın ardından herhangi bir uyarıda bulunmadıkları gibi. Kendi gibi düşünmedikleri için akıllarını almayı göze aldıklarının dışında hiçbir şey onları ilgilendirmiyor nasıl olsa. Asli görevlerini yerine getirdikten ve uyarıları yaptıktan sonra gönül rahatlığıyla yataklarında uyuyabilirler. Onları yaptıklarının ne kadar önemli bir ülke hizmeti olduğu konusunda destekleyen ve çoğu zaman ‘Türkiye Sizinle Gurur Duyuyor’ sloganları atanlar da bu kategoriye dahildirler. İşin ilginç kısmı tıpkı Hrant Dink’in öldürülmesi sonrasında bir katille değil kendi sevdiği bir kardeşiyle fotoğraf çektiriyormuş gibi davranan güvenlik görevlileri için de durum çok farklı değil.
Hatırlıyor musunuz geçen yıl Trabzonspor ile Fenerbahçe arasında oynanan karşılaşma sırasında sahaya atlayıp hakeme vuran gencin, polis merkezinden çıkışındaki halini. Yüzünü kapatmak istediğinde güvenlik görevlileri ona ‘sen utanılacak bir şey yapmadın ki, neden yüzünü örtüyorsun!’ şeklinde çıkışmışlar ve kapı önünde bekleyenler de kendisini, alkış yağmuruna tutmuşlardı. Bir örnek daha vereyim ki bu çok daha can yakıcı; Galatasaray ile Leeds United takımları arasında oynanan karşılaşma öncesinde çıkan olaylarda iki İngiliz taraftar bıçaklanarak öldürülmüşlerdi. Mahkeme çıkışında ‘Türkiye Sizinle Gurur Duyuyor’ sloganları ile uğurlandılar. Yer ve zaman değişse bile zihniyet ve mantık hiç ama hiç değişmiyor.
Kendisi gibi olmayanı zorla kendisine benzetme hali ve bunun için her türlü şeyi yapabilmeyi kendisinde hak görme durumu. Ne yazık ki var olan kanunlarımız ve toplumsal anlayışımız bu insan tipini koruyup, kollamak suretiyle hayatlarımızın her geçen gün biraz daha fazla tek tipleşmesinin önünü açmakta. Halbuki kimin nasıl bir yaşantısı olup olmayacağı ve bu doğrultuda hareket ederken bağlı bulunduğu hukuk kuralları ve toplumsal normlar dışında kimsenin bir başkasının hayatı üzerinde yaptırımda bulunamayacağı gerçeğini her sefer es geçiyoruz. Bırakalım herkes kendisi gibi olsun ama gerçekten önce insan olma vasıflarını taşıyabilsin.
Ardından isteyen milliyetçi, isteyen ümmetçi, isteyen sosyal demokrat ya da sosyalist olsun ama yeter ki tüm bunları olur iken kendisi dışındakilerin de yaşam haklarının olduğunu unutmasın! Benzer durum dinsel inanış, cinsiyet tercihlerimiz ve yaşamdaki önceliklerimiz için de geçerli. Kendisi dışındakilerin yaşamları hakkında karar alabileceklerini düşünenlerin hayatları da pranga altındadır ve ilginç bir biçimde ayaklarından değil beyin hücrelerinden bağlı oldukları bu prangalar onları çok daha fazla baskı altında tutmaktadır. Bu ülkenin farklı seslere, farklı renklere ve hayata dair yeni sözlere ihtiyacı var. Bunun yolu ise gençliğin ne olup olmayacağından çok daha önce ülkelerini diğer ülkelerin seviyesine getirebilecek zihinsel donanıma kavuşturulabilmesinin önünün açılmasından geçecektir.
Daha düne kadar alnı secdeye değen çocuklar denilenlerin başımıza ne çoraplar ördüğünü unutmayalım. Sorgulayan, düşünen, merak eden, soru soran ve içinde yaşadığı ülkeyi, dünyayı kucaklayan bir gençlik yetiştirmenin önünü açın, o zaman ne bu tip sorunlarınız ne de bu tip tartışmalarınız olacaktır.