Son bir yıl içerisinde on bir kez patlamalarla sarsılan ve her defasında aynı cümleleri adeta ezberleyen bir ülke haline getirilen Türkiye. Bu ülkede ağzını her açanın mutlaka birlik, beraberlik edebiyatına dem vurduğunu, ülkemizin önlenemez yükselişini çekemeyenlerin bizleri karıştırmak için bir kez daha ülke içerisindeki iş birlikçileri kullandıklarını dinlemekten artık sıkıldık. Güvenlik önlemlerinin üst düzeyde alındığını söylenmesine karşın her patlama sonrasında aynı cümleleri kullanmaktan imtina etmeyen yöneticilere sahibiz. Ayrıca olan bitenlerin arkasından vaziyeti nasıl kurtaracağını bilemeyen ve saçmalamakta sınır tanımayanlar sayesinde, olan bitenleri konuşamıyoruz bile. Bir patlama oluyor, ardından yayın yasağı getiriliyor, internet yavaşlatılıyor ve devreye bu zevatlar çıkıp konuşmaya başlıyorlar. Ülkenin galibiyetleri sonrasında patlamalarla huzur ortamını bozmak isteyenlerden, canlı yayınlarla terör görüntülerini göstermek suretiyle matah iş yapıyorsunuz sanki diyenlere kadar bir dizi ipe sapa gelmez cümle kuran sorumsuz sorumlularla karşı karşıya kalıyoruz. Nasılsa ne olsa gider anlayışının egemen olduğu ve sempatiyle oluşturulmuş güvenlikli medya sayesinde olan bitenlerin bile gösterilmediği bir ülkeden bahsediyoruz. Böylesine dikensiz gül bahçesinde sorumluların sorumsuz buna karşın gerçek anlamda sorumluluğu bulunmayan tüm kesimlerin sorumlu ilan edilebilmeleri çok kolay. Tam da böylesi bir süreç yaşanıyor ve söz konusu zevatların açıklamaları da tam bu durumu ortaya koyuyor. Ölenlerin, yaralananların kelle hesabı olarak görüldüğü, gündemin hızla buharlaştığı buna karşın ülkenin adım adım şiddet bataklığına çekildiği günlerden geçiyoruz. Bu öylesine tehlikeli bir süreç ki, maalesef ülkenin yarısı açısından yaşadıklarımızın hiç ama hiçbir kıymeti harbiyesi yok! Yabancı turistler gelmiyormuş, ülkenin itibarı yerlerde sürünüyormuş, eğitim alarm veriyormuş bu gibi meseleler önemli değil. Ülkeyi yönetenlerin ardı ardına yaptıkları açıklamalarla gündemin bu konular olmadığını öğreniyoruz. Cumhuriyetin açtığı aranın kapatılması için var güçle çalışılması gerektiğini söyleyen bir başbakan yardımcımız var. Bu uğurda ne kadar muhafazakarlaşırsak o kadar iyidir anlayışını hayata geçirebilmek için eğitim sisteminden başlayarak hayatın her alanında dindarlaşmayı hedefliyorlar. Bunun için Ramazan ayları bulunmaz bir fırsat sağlıyor, bir taraftan hoşgörü timsali bir dinin mensupları olduğumuzu söylüyoruz öte yandan ise oruç tutmayanlara karşı bildik hassas vatandaş pozlarını sürdürüyoruz. Sadece biz varız ve bizim dışımızdaki hiç kimsenin biz müsaade etmediğimiz sürece bir hakkı/hukuku olamaz! Huzurumuzun hızla kaçtığını, güvenlik takıntımızın paranoyaya dönüştüğünü ve hepsinden önemlisi bu ülkenin yaşanabilir bir ülke olmaktan çıktığını istediğiniz kadar görmezden gelin! Yabancı turistlerin ahlaksızlığı da beraberinde getirdiğini bu yüzden gelmeseler de olur düşüncesinde olan insanlarımız açısından bu durum bir kayıp değil tam tersine kazanç olarak görülebilir. O zaman üçüncü bir hava limanına, küresel bir kente bu kadar yatırım yapmaya ne gerek vardı? Amerikan hükümetinin vatandaşlarını bir yıl içerisinde kaç defa uyardığını ve her seferinde haklı çıktığını hep birlikte gördük. Dünyanın en kozmopolit kentlerinden birisi olan ki bu durum sadece cumhuriyet sonrası dönem için söz konusu değildir, aynı zamanda Osmanlı döneminde de İstanbul, farklı bir kent olma özelliğine haizdi. Tüm bu olan bitenler sonrasında bu kente gelecek olan yabancı sayısının azalması sadece otel işletmecilerini etkilemeyecek, tüm ülkede önemli etkilerde bulunacak. Hepsinden önemlisi ülkemize dışarıdan nasıl bakıldığı meselesi açısından durum giderek kötüleşecek ve dünyanın tüm ezilen uluslarının gözlerinin, kulaklarının bizim ülkemizde olduğunu zannedenler açısından bile işler beklendiği gibi gitmeyecek. Kendi güvenliğini sağlayamayan bir ülkenin, bir başkasına önderlik edebilmesi ancak masallarda gerçekleşebilir. Gerçi kendilerini dev aynasında görenler açısından masallar bir hayli işlevseldir, olanı ‘mış gibi’ anlatmak suretiyle durumun normalleştirilmesine katkıda bulunabilir. Hayatın ‘mış gibi’ yaşandığı bir ülkede ise sürekli olarak masal dinlemek en azından ülke insanının yarısı açısından çekilmez bir hal almaya başlamıştır. Olan biten her şeyi komploya bağlayan, anayasa değişikliği olsaydı durum farklı olurdu diyebilen anlı şanlı profesörler bile kesmiyor artık. 28 insanımızı kaybettiğimiz bir gecede bile vıcık vıcık ifadeler kullanmaktan kaçınmayan ve olan biteni sanki başka bir dünyada yaşıyormuşuz gibi anlatmak suretiyle vaziyeti idare edenlerden gına geldi. Bu arkadaşların yaptıkları bu açıklamaları dinleyenler sanki başka bir ülkede, başka bir coğrafyada ve bambaşka koşullarda var olan bir ülkede bulunduklarını zannederler! Ama her defasında patlayan bombalarla birlikte kendi küçük çöplüğümüzde bile huzursuzluk içinde debelenmek zorunda olduğumuzu fark ettiğimizde ‘misliyle karşılık bulacaklar’ masalının tutmadığını ölenlerin ardından bir kez daha yaşamak zorunda kalırız. Ölüyoruz ve ne uğruna öldüğümüzün bile farkına varamayacak kadar kirli bir düzen içerisinde sadece kafa sayısı olarak var olabiliyoruz. ‘Şehit’ kelimesinin anlamının bile tuhaflaştığı hatta şehitlerini anmak isteyenlerin ölenlerden özür dilediği garip bir ülkeyiz. Yaşadığı hiçbir şeyin hesabını soramayan, hiçbir olayın nedenini ortaya çıkartamayan ve hiçbir olayda bir araya gelemeyen insanların olduğu ülkeye Türkiye deniyor. Birlik, beraberlik kelimeleri gibi huzur, güven kelimeleri de hızla bu ülkeyi bir daha geri dönmemecesine terk ediyorlar. Kendisiyle bir türlü barışamayan ve bir türlü hesaplaşamayan insanların, bu kadar güvensiz bir ortamda nasıl bir araya gelebileceklerini hiç kimse tahmin edemez. Bunun yanında bu kadar ayrışan bir ülkenin birlikte nasıl yoluna devam edebileceğini de kimse tahmin ve tahayyül edemez! Çocuklarımıza yaşanası bir ülke bırakmak istiyorsak, hızla aklımızı başımıza almak zorundayız. Aksi takdirde Ortadoğu coğrafyasında gördüğümüz ülkelerin yaşadıklarını yaşamamız çok uzun sürmeyecektir.