Son birkaç yıldır yaşadığımız her olayın ardından hissettiğimiz duygu durumundan çok daha vahimini yaşamımıza yol açan olaylarla karşı karşıya kalıyoruz. İnsanlarımızı kaybediyoruz, ölümler üzerinden dalga geçen tipler ortaya çıkıyor.
Öleni ve geride kalanları hedef alan tuhaf sözler, garip paylaşımları daha sık duyuyoruz. Kendileri ve ait olduklarını düşündükleri kimlikler üzerinden bu insanlık dışı eylemlerini son derece ‘normal’ görüp, hayatlarına kaldıkları yerden rahatlıkla devam edebiliyorlar. Bombalar patlıyor, patlayan bombaların bir an önce sona ermesini değil de bir başka kentte patlamasını arzu edenlerin paylaşımları ile ne diyeceğimizi şaşırıyoruz!
İnsanlıktan uzaklaşma hallerimiz bununla da sınırlı kalmıyor, 15 Temmuz’un kahraman evlatlarından Hacı Ömer Halisdemir’in aziz hatırasını kendi yaptırdığı sitenin adına vermek suretiyle pazarlama yapmaya kalkışan uyanık müteahhitler devreye giriyor. Gelen yoğun tepki üzerine ismi geri çekip özür diliyorlar ama tabii ki iş işten çoktan geçmiş oluyor. Bir diğer pazarlama canavarı ise İzmir’deki adliye önünde yaşamını kahramanca feda eden Fethi Sekin’in adını kendi saç ekme firması için kullanabiliyor.
Ne ölümün ne de hayatın herhangi bir anlamının kalmadığı bir dönemin içerisinden geçiyoruz. Maalesef bu geçiş sürecini öylesine vahşi bir biçimde yaşıyoruz ki, geçmişte olup bitenleri mumla aratacak bir durum var artık karşımızda. Bu daha önceki dönemlerde olup bitenleri bilenler açısından her geçtiğimiz gün biraz daha büyüyen bir nostalji duygusunun kapılarını ardına kadar açıveriyor. Boşuna değil yılbaşı gecesi TRT ekranlarında eski yılbaşı görüntülerini izleyenlerin, şimdi keşke o yıllarda olabilseydik demeleri.
Başta teknoloji, ulaşım olanakları ve gündelik hayatlarımızdaki çeşitlilik alabildiğine arttı buna karşın hayatlarımızdaki o, naiflik duygusu ise bir daha geri gelmemek üzere aramızdan ayrıldı. Televizyonlarımız, giysilerimiz, arabalarımız, eşyalarımız renklendi buna karşın hayatlarımızın rengi ise giderek daha fazla grinin tonları halini almaya başladı. Mutsuzluğun, umutsuzluğun, yılgınlığın ortasında hayat mücadelesi içerisinde kendi kendisini kandıran insanlar haline dönüştük. Tabii bir de işin asıl rengini karartan kötüler, kötülükler devreye girdiler.
Her dönem kendi kötüsünü ve kötülüklerini üretirken, bunun karşıtı olan iyiliği de üretir. Biz tam geçiş aşamasında toplumsal hayatın içerisinde önemli bir yer teşkil eden değer yargılarımızı birer birer kaybettik. Onların yerini maddi temel içerisinde bulunmanın verdiği haz ve iktidar kaplamaya başladı. Gücün iktidarı beraberinde kendi insan tipini ve bu tipe uygun eğitim anlayışını, sözleri üretir.
Kendi gibi olamayan buna karşın olmak istediğini de gerçekleştiremeyen milyonlarca insan açısından durum tam anlamıyla bir bilinmez halini aldı. ‘Benim memurum işini bilirden’ başlayarak adım adım çürüyen yapı, ‘ben istediğimi yaparım sana mı soracağıma’ kadar uzanıverdi. Komşudan utanma, olmayanların, alamayanların düşünüldüğü günlerden geriye kalan sadece bir avuç tortu. Şimdi ‘zengin olamayanlar aptaldır’ anlayışı üzerinden yürütülen ve emek harcamadan kazanmaya yapılan vurgunun önemini dile getirme zamanı. Güce tapınılan bir dönemden geçiyoruz ve burada ‘hamili kart yakınımdır’dan başlayarak mafyatik yapılardan siyasal alandaki hemşeri örgütlenmelerine ya da cemaatlere kadar her türlü bağlantı ön planda yer almaktadır. Şiddetin gündelik hayat içerisinde bu denli yer kaplamasının ardında tam da bu yeni dönemin etkisi bulunmaktadır. Başta kadınlar ve çocuklar olmak üzere herkes şiddet tehdidi altındadır.
Sokakta, trafikte, metroda, otobüste, çarşıda, apartmanda kısacası hiçbir yerde güvende değiliz. Çünkü sizin gibi olmayan, düşünmeyen yada sizin tipinizi, giyiminizi, konuşmanızı beğenmeyen biri ya da birileri tarafından darp edilmeye maruz kalabilirsiniz ki bu da sıkça yaşanmakta. En son olay Kadıköy’de Alper Engeler adlı yurttaşımız kediler için bir kulübe yaptığı gerekçesiyle sokakta tartıştığı bir kişi tarafından bıçaklanarak öldürüldü.
Artık yaşadıklarımızı neyin içerisine sokabileceğimiz ve buradan nasıl bir çıkış üzerinde durabileceğimiz hususu bile tartışmalı hale geliyor. Giderek daha fazla kötücülleşen ve kendisi dışındaki insanların yaşama haklarını ellerinden alabilme hakkına sahip olduğunu düşünenlerin ülkesi haline dönüştük.
Vicdanlarımızı ve adalet duygumuzu terk edeli bir hayli zaman oldu. Yaşanan bütün olaylar konusunda önce ‘insan’ demek yerine önce ‘hangi partili, hangi etnik, dinsel kökenden geliyor ya da cinsel tercihi neymiş’ soruları sormayı sıradanlaştırdık. Sıradanlığın yarattığı tek tipliği ve onun tüm ülkeye yaymış olduğu garip bir vasatlığı da el birliğiyle normalleştirdik.
Burada artık eğitim-öğretim sadece bir diplomadan ibarettir. Gerçek anlamda eğitimin önemini unutalı ve bu kavramı okullarımızdan uzaklaştıralı da bir hayli oldu. Eğer böyle olmasaydı, kendi kafalarından kitlelere tuhaf mesajlar verenlerin söyledikleri bu denli kabul görmezdi. Onların söylediklerini doğru zanneden zavallılar çıkmaz ve yazdıklarıyla kendilerini daha da acınası hallere düşürmezlerdi.
Neresini düzelteceğinizi şaşıracağınız kadar cehalet içeren tweet’ler atmazlar ve en azından bilmediklerini bilirlerdi. Ancak tuhaf zamanlardan geçtiğimiz ve tuhaf zamanların kendi insan tipini de yarattığı gerçeğini hatırladığımız sürece tüm bu olup bitenler bir yerlere tekabül ediyor. Giderek daha fazla vasatlaşan bir insan tipinin bu akıl almaz yaklaşımlarına gündelik hayatımız içerisinde çok daha fazla mahsur kalacağız.
Bilme ağacının meyvesinden yemek yerine ağacı kökünden kesmek suretiyle yaşananları tersine çevirebileceğini sanan tipler her geçen gün daha da artacak. Bambaşka bir kafada ve bambaşka Saikler içerisinde yaşamak suretiyle kendi gerçekliklerini dünyanın asıl gerçekliği olarak hepimize sunmaya çalışacaklar. Ama burada tam da bunlar olurken dünyada bambaşka konular bambaşka meseleler üzerinden yaşanmaya devam edecek ve ‘oyuncu’ olmayı istediğimiz bir mücadelede ‘seyirci’ olarak tribünlerden karşılaşmayı izlemeyi sürdüreceğiz.