Çek Cumhuriyetine karşı elde edilen galibiyet sonrası yeşeren umutlar dün gece sona erdi. Burası hakikaten çok enteresan bir ülke, her alanda olduğu gibi futbol alanında da yaşadıklarımız ve birbirimize hissettirdiklerimiz tam anlamıyla bize özgü. Son maç öncesi morallerin dip yaptığı, Türkiye futbol direktörünün ‘utanması gereken birisi varsa bu ben değilim’ diyerek bileti futbolcularına kestiği bir basın toplantısı gördük. Arada bir de yaşananlar üzerine yorum yapma gereğini hisseden Cumhurbaşkanının açıklamalarına şahit olduk. Bu arada ülke içinde teknik direktör ve futbolcularımıza sahip çıkmamızı salık veren çok sayıda açıklama yapıldı. Sanki oynanan karşılaşmalar sonrasında işi tamamen duygusala bağlayıp, gaz yetersizliğinden oynayamayan bizlermişiz gibi ‘sahip çıkma’ şiarı dolaşıma sokuldu. Her nedense daha öncede belirtmiştim bu ülkede hiç kimse yaptıklarının sorumluluğunu almak durumunda olmadığı ve aynı zamanda rezil de olmadığı için yaşadığımız her şey sanki suya yazılıyor gibi oluyor. Neden böyle oynanıyor ya da bu futbolcu tercihleri doğru mu? Diye soranlar ise adeta vatan haini ilan ediliyorlar. Kendisi gibi olmayan, düşünmeyen ve bu doğrultuda davranmayan herkesi düşman gibi görmeyi çok seven duygu halimiz burada da devreye girdi ve ‘içimizdeki İrlandalılar’ yüzünden bu hallere geldik. Maç günü yüzlerinden düşen bin parça olan futbolcular, saha kenarında her zamanki gibi gerginlik abidesi bir teknik direktör ve durumu nasıl aktaracağını bir türlü çözemeyen bir medya vardı. Maçın henüz onuncu dakikasında bu turnuvadaki tek olumlu hareketimiz olan Emre Mor’un harika pasını gol yapan ama attığı gol sonrasında yine kendini belli eden bir Burak Yılmaz’ın, buram buram argo kokan hareketine maruz kaldık. Bir tarafta son derece temiz, masum ve futbol oynamaya çalışan daha 18 yaşında bir çocuk, öbür tarafta ise feleğin çemberinden geçmiş ve ne derseniz deyin ben bildiğimi okurum diyen bir futbolcu yer alıyordu. Atılan golden sonraki hareketin sadece gol sevinci olmadığını, bu gol ile birlikte mesaj vermek için nasıl çırpındığına da lütfen dikkat edin! Maç boyunca Çek’lerin kontrolünde oynanan oyuna karşın sonuç bizim istediğimiz gibi iki farklı galibiyet ile sonuçlandı. Tabii işin atmış olduğumuz ikinci gol öncesinde hakemin pozisyonu nasıl kestiği ve gol pasını veren Mehmet Topal’ın ofsayt pozisyonunda olduğu meselesi ise neredeyse futbol medyamızın tamamı tarafından görmezden gelindi. Amaç hasıl olmuş ve milli takımımız grup üçüncüsü olarak ‘üzerine düşeni’ yerine getirmişti! Maç bitiminde kahraman imparatorumuz basın toplantısında kendisine soru soran TRT muhabirine yönelik tepkisini dile getirmek suretiyle toplantıyı bitirdi. Turnuvanın naklen yayınını üstlenen kuruluşu ülkenin futbol koordinatörü tarafından protesto ediliyordu. Takım kaptanı ‘…Annemi ağlattılar, adamlığıma laf ettiler. Buna kimsenin hakkı yok, tek tek hesap soracağım’ açıklaması yapıyordu. İmam-Cemaat ilişkisini anlatan çok özlü bir sözümüz vardır ve bu günlerde tam da bunu yaşıyoruz. Gücü elinde bulunduranların istedikleri gibi konuşabildikleri, asıp kesebildikleri buna karşın ise eleştirilmeye tahammül edemedikleri bir dönemden geçiyoruz. Tarih yazma hastalığımızın en çok karşılık bulduğu futbol alanında da bu tip insanlardan fazlasıyla bulunmakta ve tarih istedikleri kadar güçlülerin, muktedirlerin tarihini yazar anlayışına sahip olurlarsa olsunlar: bütün bu tuhaflıkları, pespayelikleri de yazacak! Turnuvaya katılmak için verilen paraları az bulan ve bunun için takım olmaktan vazgeçenleri de yazacak! Turnuvaya turnuvada hazırlanılmayacağını, yaşananlardan kendisinin sorumlu olmadığını belirtenleri de bu vesile ile bir kez daha görmüş olduk. Uçlarda yaşayan insanımız açısından turnuvanın ikinci karşılaşmasında yuhalanma da, üçüncü karşılaşmasındaki ‘bu ülke seninle gurur duyuyor’ sloganları da aynı derecede acayiptir. Bu durum bizim ‘kol kırılır yen içinde kalır’ anlayışımızın halen nasıl devam etmekte olduğunu da bir kez daha ortaya koymuştur.
Elinden geleni yapmanın haklı gururunu taşıyan milli takım oyuncuları ve onların yaptıklarını acaba nasıl aktarabilirim diye ne yapacağını şaşıran futbol medyası açısından asıl büyük sınav, bir gün sonra çok kötü bir şekilde verildi. ‘Bu Gece Belçikalı’yız, İtalya’nız’ başlıkları atıp 78 milyonun kalbinin bugün İtalya, Belçika ve Macaristan ile atacağını’ öğrenmiş olduk. Hani hepimiz Türküz ifadesinin dışındaki bütün ifadelerden nefret ediyorduk! Bu nasıl bir başarıdır ki biz üzerimize düşeni yapıyoruz ama bizim yaptıklarımız yetmiyor, bizim yerimize Belçika, İtalyan ve Macar futbolcuların da istediğimiz sonuçları almaları gerekiyor. Karışık matematik denklemleri üzerinden programlar yaparak bir üst tura çıkarsak önümüzün açık olduğu hatta kupayı bile alabileceğimiz söylendi. Umutlarını başkalarının eline bırakanların sonunun her zaman hayal kırıklığı olduğu gerçeği ile bir kez daha karşı karşıya kaldık.
Son ana kadar her şeyin istediğimiz gibi gittiğini hatta Avrupa’nın bütün takımlarının bize çalıştığını söylediler. Son dakika şansımız gülmedi ve turnuva dışında kaldık. Maçları bize aktarmakla görevli olan ancak bunu propaganda malzemesi yapmadan gerçekten futbol anlatacak spikerlere ihtiyaç giderek artıyor. Hamaset edebiyatının boyutları milli takım sınırlarını aştığından bu yana bu kez farklı ülke milli takımları için içlenen spikerler de görmüş olduk. Macaristan-Portekiz karşılaşmasında ‘Gerçekten ah dediğimiz bir an’, Belçika-İsveç karşılaşmasında ise ‘Bizim istediğimiz gol bu’ ifadeleriyle maçları anlatan ve hayal kırıklığını katlayan yayıncılık anlayışı da tarihe not düşülecektir. Maçların bitimindeki futbol programlarında yine klişeler üzerinden bir yayıncılık anlayışı hayata geçirildi: ‘biz aslında ilk iki maçta kaybetmiştik-canınız sağ olsun- yine de teşekkürler-Dünya Kupası elemelerine odaklanmalıyız.’ Bugün futbol medyasının attığı başlıklar yine harika malzemeler içeriyordu. “Gözümüz kulağımız İsveç-Belçika ve İtalya-S.İrlanda maçlarındaydı. Belçika üzerine düşeni yaptı. İtalyanlar maça asılmayınca milliler son 16 dışında kaldı” Milli takım üzerine yapılması gereken tartışmaların aynı zamanda bu ülkenin futbol medyasındaki pespayelik üzerine de yapılması gerekmektedir. Belçika üzerine düşeni yapmış, Türkiye için görevini yerine getirmişmiş böyle bir futbol zihniyeti nerede var? İtalya yedek kadroyla sahaya çıkmış ve bizi arkamızdan hançerlemiştir. Hayatı kendinden menkul ve sadece kendisi için değerli gören zihniyet kalıpları sürekli olarak komplolar üretmeye ve düşman yaratmaya bayılırlar. Kendileri için gerekli olan biteni yerine getirmeyi başaramadıkları anlarda bile suçlayacak başkaları daima olacaktır. ‘İçimizdeki İrlandalılar’ ifadesini yıllar önce Mustafa Denizli kullanmıştı ve o dönemde de çok konuşulmuştu. Ülkemizin siyasal, toplumsal, kültürel alanlarında yaşanan ayrışma çizgisinin artması sonrasında ‘İçimizdeki İrlandalılar’ ifadesinin karşılığı daha da artmaktadır. Gezi-Ramazan-Futbol-Kızlı Erkekli-LGBT-Liseliler-Yaşam Tarzı-Dokunulmazlıklar-10. Yıl Marşı-Nöbetçi Editörlerin Cezalandırılması vb. gibi pek çok alanda yaşadıklarımız ülkenin birlik ve beraberlik edebiyatıyla uzaktan yakından ilgili olmadığı tam tersine sürekli olarak gerilim ve kutuplaştığının göstergeleridir. Mutluluk birbirimiz hakkında neler hissettiklerimizdir ve ne yazık ki bu coğrafyada hissedilenler her geçen gün biraz daha azalıyor!