Son yıllarda sürekli olarak sağlık çalışanlarına yönelik şiddet haberleri ile karşı karşıya kalıyoruz. Pandemi süreci ile en çok konuştuğumuz konulardan bir tanesinin yetişmiş doktorların ülkeyi terk etmeleri olması ise durumun bir başka boyutuna işaret ediyor. İşte tam bu noktada önce Selçuk Üniversitesi Tıp Fakültesinin mezuniyet töreninde yaşanan yemin krizi ardından ise Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi birincisinin konuşmasının dekan tarafından engellenme girişimi gündeme damga vurdu. Öncelikle şu vurguyu yapmanın tam sırasıdır diye düşünüyorum. Son yıllarda sistematik olarak arttırılan bir eğitim karşıtlığı ve eğitimli kitleye yönelik tepki anlayışı söz konusu. Cahilliği öven ve bunun üzerinden prim yapmaya çalışanlar sayesinde belki de hiçbir dönem olmadığı kadar vasatlığın iktidarının ses getirdiği bir süreçten geçmekteyiz. Bu öylesine tuhaf bir iklimi beraberinde getirdi ki, söz konusu kitle her konuda kendilerinin haklı olduğuna inanmalarının yanı sıra gittikleri her kurumdaki personelin kendilerinin sorunlarını çözmeye mecbur olduğu kanısı ile hareket ediyorlar. Bu istekleri yerine getirilmediğinde veyahut getirilme süreci uzadığında ise şiddet kullanmayı 'normal' bir durum olarak addediyorlar.
Uzun bir süredir bu ülkede ölçü ve basiretin kalmadığı gerçeğini göz ardı ediyoruz, işte bu noktada vasatlığı dayatan zihniyet kalıpları birleştiği anda ise karşımıza yapılanları 'normalleştiren' bir güruh çıkmaya başlıyor. Ölen, yaralanan veya mağdur edilenlerin arkasından yazılanları okuduğunuzda adeta küçük dilinizi yutuyorsunuz. Yok artık bu kadar da olmaz dediğiniz her şeyin birer birer olmaya başladığı ve her seferinde bir adım daha öteye gidildiği günlerden geçiyoruz. Bu yazının konusu ülkenin yetişmiş insan gücünün neden yurt dışına gitmekte olduğu değil o yüzden baştan bununla ilgili olarak yapılan yorumların da yine yaşanan gelişmeler çerçevesinde değerlendirilmesi gerektiğini göz ardı etmemeliyiz. Fakat orada da benzer bir durum ortaya çıkmaya başlıyor. Kendisi dışındakilere yaşam hakkı tanımayacak bir anlayışla olup bitenler hususunda tek bir bakış açısı üzerinden yapılan değerlendirmeleri onaylayan, bunun dışında olup bitenleri olduğu gibi reddeden bir anlayış devreye giriyor.
Mezuniyet törenlerinin kendisi değil orada yapılma/söylenme ihtimali olanlar genellikle korkutuyor ve yönetimler söz konusu bakış açısı üzerinden var olan durumda ortaya çıkabilecek en küçük bir eleştiriyi dahi duymak/görmek istemiyorlar. Bu durumda aslında bizlerin uzun zamandan bu yana bu ülkenin yüksek öğreniminde yaşanan gelişmeleri tartışmaya açmamız icap ediyor. Öğrencilerden önce öğretim üyeleri ve öğretim elemanlarının yaşadıkları ve üniversiteye ilişkin zihniyet kalıplarını yeni baştan düşünmek durumundayız. Öğrencilerin yılda bir defa gerçekleşen törenlerde söyledikleri veya yapmaya çalıştıkları sadece buz dağının üzerinde kalan küçük bir kısma işaret etmektedir. Asıl mesele daha derinlerde yatmakta olup burada yaşananları deşmek suretiyle gerçek anlamda üniversite kurumundaki özgür, eleştirel ve içinde yaşadığı ülkeye, dünyaya katkı veren bir yaklaşımı hayata geçirebiliriz. Bunun en önemli adımlarından bir tanesi ise hiç kuşkusuz söylenen sözleri yasaklamak, bastırmak yerine konuşmayı, tartışmayı, eleştirmeyi serbest bırakmaktan geçecektir. Hacettepe Üniversitesi mezuniyet töreninde Kaya Avşar'ın söylediği mezuniyet törenlerindeki konuşmalara kısıtlama getirildiğini öğrendik sözlerinin ardından mezuniyet töreninin nesnesi değil öznesi oldukları söylemi son derece dikkat çekici.
Her iki mezuniyet töreni ile ilgili olarak da yaşanan gelişmelerin Türkiye'nin üniversite tarihi açısından parlak bir duruma karşılık gelmediğini söylememe bile gerek yok herhalde. Bir tarafta Selçuk Üniversitesinde genç doktorlara üstelik hocaları tarafından dikte ettirilmeye çalışılan bir hekimlik andı söz konusu. Çünkü önceki andın içerisinde geçen bazı ifadeler, birilerinin hoşuna gitmiyor. Bu ülkenin üniversitelerinde tartışılan işlerin söylenen antların yeniden yazılması, soyunma odası ifadesinin sökülüp yerine giyinme odası yapılması gibi tuhaflıklarla geçiyor olması ne kadar acı! Üstelik bunlar da yetmiyor söylenileni yapmayan öğrencilerin sözlerini kesebilmek için perdeyi indiriyor, ışıkları kapatıyorsunuz. Komik duruma düştüğünüzü ve kendinizle birlikte tüm akademi camiasını da aynı pota içerisine soktuğunuzu dahi göremiyorsunuz. Bir diğer törende Hacettepe Tıp öğrencileri adına mikrofondaki gencimizin konuşması yanı başındaki dekan tarafından engellenmeye çalışılıyor. Tabii hemen tepkiler gelmeye ve ardından söylenen her söz daha fazla alkış almaya başlıyor.
Son yıllarda gençlerin ülkede yaşanan gelişmelerle ilgili olarak yeterince ilgi göstermediklerine ilişkin çok sayıda kişinin söz söylediğini gördük. Oysa bu gençlerin söz söylemek istediklerinde ise sözlerinin kesilmeye çalışıldığını veya engellendiklerini de yaşanan törenlerde görüyoruz. Evde, okulda, sokakta kısacası hayatın her alanında engellemeye çalışılan bu çocukların, gençlerin konuşmalarına ve kendilerini ifade etmelerine ne zaman gerçekleşebileceğini düşünüyorsunuz. Onların konuşmaları, tepkileri olmadan gerçekleştirilen törenlerle ülkenin yüksek öğreniminin düze çıkabileceğine mi inanıyorsunuz? Bu gençlerin ülkemizin en zorlu eğitim süreçlerinden geçtiklerini ve mezuniyet sonrasında alacakları görevlerle ülkenin sağlık sektöründe can suyu olacakları gerçeğini kabul edenler, onların bütün bu görevleri ifa ederken adeta dilsiz olmalarını istiyorlar. Oysa eğitim süreci uzadıkça beraberinde bireysellikten toplumsallığa doğru uzanan yepyeni bir alan açılmaya başlar. Kendiniz için çıktığınız yolda içinde yaşadığınız topluma olan borçlarınızı, hassasiyetlerinizi daha fazla düşünmeye başlarsınız. Burada her türlü ideolojik, etnik, dinsel, cinsel ön yargılardan arınmış olmak ve insan olma vasfını sahiplenebilmek büyük bir önem arz etmeye başlayacaktır. Eğitim olgusu hepimizi bir yerlere kadar getirir bırakır gerisini daha ileriye götürebilmek biraz da bizlerin elindedir. Burada eleştiri, hoşgörü, hakkaniyet, değerlere sahip çıkabilmek, empati duygusunu geliştirebilmek ve benzeri pek çok duygu bize eşlik etmeye başlar. Akademisyenler olarak yetişmelerine katkı verdiğimiz gençlerin içinde yaşadıkları bu ülkeye ve dünyaya daha fazla katkı sağlayabilmeleri için onların önünü kesmek yerine ardına kadar açmanın savunucuları olmak durumundayız. Yasaklar, dikteler ve kısıtlayıcı uygulamalar üniversitenin içeriği ile örtüşmeyen noktalardır. Bu açıdan mezuniyet törenlerinde bile konuşmalarına müsaade etmediğiniz öğrencilerinizin tepkilerinin benzerlerini bir zamanlar sizlerin de verdiği gerçeğini ne yazık ki çabuk unutuyorsunuz. Acı olan ise Ahmet Hamdi Tanpınar'ın yıllar önce söylemiş olduğu noktanın bu ülkede hiç ama hiç değişmiyor olmasıdır: Türkiye evlatlarına kendisinden başka bir şeyle meşgul olmak imkanını vermiyor.
Mübarek Kurban Bayramınızı en içten dileklerimle kutluyorum.
Ahmet Talimciler kimdir? Ahmet Talimciler, 1970 yılında İzmir Karşıyaka'da dünyaya geldi. Karşıyaka spor kulübünün minik ve yıldız takımlarında, Tarişspor kulübünün genç takımında oynadı. 1988 yılında Ege Üniversitesi Coğrafya bölümüne kaydoldu ve iki yıl burada okuduktan sonra tekrar sınava girerek aynı üniversitede Sosyoloji bölümünü kazandı. 1994 yılında “Futbolun Toplumsal İşlevi” başlıklı lisans teziyle bölümden mezun oldu. Ardından Ege Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsünde 1998 yılında Türkiye'de Futbol Fanatizmi ve Medya İlişkisi başlıklı yüksek lisans tezini, 2005 yılında da Türkiye'de Futbol ve İdeoloji İlişkisi başlıklı doktora tezini tamamladı. 2001 yılında Milliyet Gazetesi Sosyal Bilimler ödülünü kazandı. 1996 yılında Araştırma Görevlisi olarak başladığı Ege Üniversitesi Sosyoloji bölümünden 2019 yılında ayrılarak İzmir Bakırçay Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Sosyoloji Bölümü Uygulamalı Sosyoloji ana bilim dalına profesör kadrosuyla geçiş yaptı. Halen aynı üniversitede görev yapmayı sürdürmektedir. Son yirmi yılda yerel ve ulusal düzeyde gazetelerde, internet sitelerinde yazmıştır. Mart 2016'dan bu yana T24'te başta spor ve gündelik hayata ilişkin olmak üzere gündeme ilişkin yazılar yazmaktadır. Karşıyaka Belediyesinin çıkartmakta olduğu Gazete Karşıyaka'nın yazarlarındandır. Bir diğer önemli tutkusu ise radyo yayıncılığıdır, üç yıl boyunca TRT İzmir Kent Radyosunda Sporun Arka Planı programını hazırlayıp sunmuştur. Halen TRT Türkiye'nin Sesi Radyosu Memleketim FM'de Spor Daima programına cuma günleri konuk olmayı sürdürmektedir. YouTube üzerinden yayınlanmakta olan Geek Futbol programının da yorumcularından birisidir. Evli ve spor tutkunu bir çocuğun babasıdır. Kitapları -Türkiye'de Futbol Fanatizmi ve Medya İlişkisi (2003,2014, Bağlam Yayınları) -Sporun Sosyolojisi Sosyolojinin Sporu (2010,2015, 2018, Bağlam Yayınları) -Futbol Yazıları (2017, Bağlam Yayınları) -Türkiye'de Futbol En Az Futboldur (2020, Spor Yayınevi ve Kitabevi) -Saçmanın İktidarı (2021, Sakin Kitap) -Beklentilerin Tersine Çıktığı Alan: Eğitim (2022, Sakin Kitap) -İlkelerimizi Kim Yazacak? Cem Can Yazıları (Yayına Hazırlayan- 2012, Moss Spor) -Fair Play Yemin İstemez (Yayına Hazırlayan-2012, Moss Spor) -Şiddet, Şike ve Medya Kıskacında Futbol ve Taraftarlık (2015, Litera Türk Academia, Müge Demir ile) -Football in Turkey (Editör- 2016, PL Academic Research) |