Bu ülkede üzerinde tartışma yaşamadığımız konu hemen hemen hiç yok gibidir. Bütçe görüşmelerinin ardından yeni yıl arifesinde asgari ücretin 2018 yılı için ne kadar olduğunu öğrendik ve bu kez de asgari ücret rakamı üzerinden tartışmaya başladık. 1980’lerin ikinci yarısındaki bütçe görüşmelerindeki muhalefet liderlerinin söz almaları ve ardından yaşanan gelişmeleri hatırladığımızda, içinden geçtiğimiz dönemin bu açıdan son derece kısır olduğunu bir kez daha görüyoruz.
Büyüklük ve mukayese ile kendi dönemlerinin diğerlerinin önünde olduğunu ortaya koyma anlayışı, şimdiki iktidarın ortaya çıkarttığı bir durum değildir. Bundan önceki bütün iktidarlar da, benzer bir biçimde kendilerinin daha önceki gelenlerden ne kadar farklı olduğunu gösterebilmek için aynı yola başvurduklarını biliyoruz. Öte yandan bütün karşılaştırmaların kendi içerisinde sorunlu olduğu gerçeğini de işaret etmek durumundayız. Çünkü çoğunlukla elmalarla armutları aynı potaya atıp karıştırmaktan öteye gitmemiş oluyoruz.
Ayrıca karşılaştırmaların kendi içerisinde bir diğer tuhaf yönü ise tarihin kendi akışı içerisinde gerçekleşmekte olan değişimleri/dönüşümleri bu şekilde hiç göremiyor oluşumuzdur. Kendi farklılıklarını belirtmek isteyenlere göre tarihin en yüksek büyüme oranı, bu dönemde gerçekleşmekte, en yüksek alım hacmi yine bu dönemin başarısı olarak kayda geçmektedir. Tabii bir de şu zamandaki ücretle alınanlar bu kadardı oysa şimdiki ile alınanlar bakın ne kadar yüksek deme durumu da bulunmaktadır ki, işin asıl zıvanadan çıktığı yerde burasıdır.
Açıkçası burası da benzer problemlerle yüklü bir alanı oluşturmaktadır. Sizin nereden baktığınız ve kendi döneminizi nasıl göstermek istediğinize göre karşılaştırmalar sıralamanız olasıdır. Ancak bunun karşısında daha farklı bir durumu ortaya koymak isteyenlerin de elinde bir hayli malzeme bulunduğu gerçeğini de unutmamanız kaydıyla. Başbakan yardımcısı Hakan Çavuşoğlu “2002’de asgari ücret 184 liraydı, bugün bin 603 lirayı tartışır hale geldik. O zaman asgari ücretle çalışan bir kişi 90 maaşıyla 1.4 motor gücüne sahip bir sıfır araç alabilirken şimdi 42 maaşıyla sıfır bir araç alabiliyor” karşılaştırmasında bulundu.
Bunun karşısında örneğin 2002 yılında bir cumhuriyet altını 86 liraydı ve 184 liralık asgari ücret ile 2 adet alınabilirken geriye 12 lirada artıyordu. Buna karşın 1603 liralık asgari ücret ile içinde bulunduğumuz gün açısından 1065 lira olan cumhuriyet altınından sadece bir adet alabilirsiniz geriye de 538 liranız kalır. Yukarıda sayın bakanın dönem kıyaslamasında bir diğer sıkıntı ise bir asgari ücretlinin yemeden içmeden arabayı nasıl alabileceği meselesi ile de ilgilidir.
Karşılaştırmaları benzerler arasında yapmak ve bunun üzerinden bir çıkarsamada bulunmak çok daha yararlı sonuçlar verebilir. Bu ekonomi bilimi ile uğraşanların alanı olduğu için bu konuda bir şey söylemek bana düşmez. Buna karşın ekonomik alanda yaşanan dönüşümlerin toplumsal hayat üzerindeki etkileri meselesi kanımca çok daha fazla üzerinde durulmayı hak etmektedir. Çünkü burada rakamların yanı sıra rakamlarla birlikte hayatın asıl gerçekleri de bizleri karşılamaktadır.
İşte burada son on beş yıl içerisinde teknolojide yaşanan büyük değişim dalgasının hane başına giderlere olan etkisi meselesini de düşünmemiz gerekliliği ortaya çıkmaktadır. 2000’li yılların başında cep telefonu ve internet tüketimimiz şimdi olduğunun çok ama çok gerilerinde bir yer teşkil etmekteydi. Hatta nüfusa oranlandığında az sayıda hanede bir harcama kalemi olarak işaretlenebilmekteydi. Oysa şu anda elektrik, su ve ısınma giderlerimiz kadar sabit hale dönüşen bir durumla karşı karşıyayız. Yani sayın bakanın söylediği anlamda oransal olarak asgari ücretimiz yükseliyor ama buna karşın harcama kalemlerimiz ve ödediğimiz vergi miktarları da yükseliyor.
Sorular ve yanıtlar çeşitlendirilebilir ancak bir diğer dikkat çeken husus, 2001 yılının bir ekonomik krizle birlikte ülke ekonomisi üzerinde büyük bir etkide bulunduğu gerçeğini de aklımızdan çıkarmamamız gerektiğidir. Örneğin 2002 yılında enflasyon sepetine sokulan ürünler nelerdi? Şu anda neler? Vergilerin oranları nasıldı? Vb. gibi çok sayıda örneği içinde bulunduğumuz durumu daha anlaşılabilir kılmak için kullanabiliriz.
Ama bütün bunlara karşın şu kadar araba alabilirsiniz şeklindeki bir söylem en hafifinden acıtıcı olmaktadır. Bir tarafta büyüme rakamlarında dünya rekoru kırdığımızı söylemek öte tarafta kişi başına düşen milli gelir oranlarının ülkelere göre dağılımında dünyanın sondan üçüncü sırasında yer almak. Türkiye %32 ile yoksul ile zengin arasındaki uçurumun en yüksek oranlarda seyrettiği üçüncü ülke konumunda, Hindistan(%43) ve Çin(%48) ile ilk ikiyi paylaşıyorlar.
Ekonomi sadece rakamlardan ibaret olan ve paranın nasıl dolaşımda bulunduğunu ortaya koyan bilim dalı değildir aynı zamanda ekonomi sayesinde toplumların gelişmişlik düzeyleri ve kültürel refah seviyeleri hususunda da bilgi sahibi olabilme olanağını yakalarız. Tekrar başa dönecek olursak bizler sürekli olarak büyüklük üzerinden kendimizi bir yerlere taşımaya çalışan bir kültüre sahibiz. Bu anlayış bizlerin, ekonomi ve gündelik hayat ilişkisinin de bu boyutta son derece pragmatist bir hal almasına yol açıyor.
Öte yandan bu durum çoğu kez yaşadıklarımızı doğru bir biçimde teşhis edebilmemizi ve bu yüzden sonuçların da hayatlarımıza gerçek anlamda dokunabilmesinin önüne geçebiliyor. Hayatı anlık olarak yaşayıp, sonuçları da buna uygun bir şekilde ikame etme yolunu tutuyoruz. Tabii bu durum nabza göre şerbet vermeye alışkın olan politikacıların işlerini kolaylaştırıyor. Sahi uzun bir zamandır ekonomiden bu kadar çok şikayet etmemize karşın başta muhalefet partilerimiz olmak üzere, iktidarın söylediklerinin dışına taşabilen neler söyleyebiliyorlar? Onlar da benzer yollara sapmak suretiyle havanda su dövmemize yarayacak ifadeler söylemekten öteye maalesef geçemiyorlar.
Ekonomik anlamda pastayı büyütemediğimiz veyahut iktidarın tüm söylemlerine karşın yaşanan büyümenin tüm topluma yansımadığı gerçeği üzerinden olan bitene yaklaşmak durumundayız. Buradaki tuhaf kıyaslamalar yerine reel alanda sokaktaki insanın yaşadıkları çok daha çarpıcı ve yakıcı olacaktır. Bu zamana kadar ise ‘şu alınır, bu alınır veya kolaysa sen geçin’ demek yerine, var olan paranın asgari harcamalar karşısındaki durumunun ne olduğu üzerinde durmalıyız.