Hayatın kompartımanlara ayrıldığı bir yerde ölümlerin de benzer akıbete uğraması kaçınılmaz bir durumdur. Buna karşın ölüm üzerinden yaşanan ayrışma girişimleri, hayata yönelik olanlardan çok daha sıkıntılı bir durumu da önümüze çıkartmaktadır. Ölümün dengeleyici ve adil olduğu gerçeğini her ne kadar görmezden gelmeye çalışırsak çalışalım, buradan kaçışın olmadığını hepimiz biliyoruz. İster zengin olun isterse fakir aynı sonla karşı karşıya kalıyorsunuz. Ha burada arada geçen sürenin nasıl olduğu meselesi asıl belirleyici olan diyorsanız, yine de konuşmamız gereken ölüm değil hayatın ve o hayata dair atfettiklerimiz olmalıdır.
Uzun bir süredir bu ülkede ortak sevinç ve tasada bir arada olma vasfını gösterme durumu ile ilgili bir sıkıntı yaşıyoruz. Hatta bu durum zaman zaman öylesine uç noktalara kadar gidebiliyor ki, ideolojik körlüklerimiz, insani hasletlerimizin önüne geçmek suretiyle zıvanadan çıkan sözleri rahatça söylememize bile yol açabiliyor! Yaşanan yer ve orada yaşayanların yapıp ettiklerini genellemeler yapmak suretiyle çıkarsamalar yapabiliyor ve topyekûn bir karalamayı gerçekleştirebiliyoruz. Depremin olma sebebini ahlaksızlık üzerinden açıklamak, Gavur İzmir’de neden deprem olmadığını söyleyebilmek veyahut x beldesindekilerin başlarına geleni fazlasıyla hak ettiklerini açıklayabilmek sadece birkaç örnek.
Yaşamı kötücül bir hale dönüştürdüğümüz ölçüde ölümün kendine özgü ağırlığını ve kederli yanını da ortadan kaldırabilmeye başladık. Ölen insanların ardından yakılan ağıtlarla bile dalga geçebilecek kadar alçalabilecek bir hale düştük. Oysa ölüm ve ölüm acısı hepimizin bir zamanlar kenetlendiği, bir araya gelmemize ve acıları paylaştığımız ölçüde yüreklerimizin ferahlamasına yol açabilen bir duruma karşılık geliyordu. Yaşamı bencilleştiren ve bunun üzerinden etrafımızdakilerin hayatlarını da didikleyen yapımızla birlikte ölümlerimiz de artık kendi ölümlerimiz olmaktan çıkartılmak suretiyle kamusal alan üzerinden değerlendirilen ölümler haline dönüştürülmüş oldu.
Burada elbette gündelik hayat içerisindeki yaşanan bütün ölümleri kast etmiyorum, işin medyatik boyutu ile birlikte önümüze servis edilen ve sadece bununla da yetinilmeyerek hayatların kurcalandığı ölümleri işaret ediyorum. Çünkü artık buradaki ölümler sadece belirli bir aileyi, bir çevreyi değil tüm topluma yönelik bir takım çıkarsamaları ve nitelemeleri de beraberinde getirebilecek durumları bünyesinde taşımaya başlıyor. İşte asıl mesele de tam bu noktadan sonra kendisini gösteriyor, çünkü ölenlerin nasıl öldüklerinden başlayarak cenaze törenlerindeki detaylara kadar uzanan bir dizi ayrıntı üzerinden her ölüm yeniden ve yeniden yazılır hale getiriliyor.
Bu kez ölümlerin ardındaki faillerin öne çıkartılması, canlandırmaların yapılması ve ölenlerin nasıl öldüklerinden başlayarak rating sağlayacak her türlü unsur işin içerisine sokulmaya başlanıyor. Ölen kişilerin ardında bıraktıkları anne, baba, kardeş, eş, çocuklar, akrabalar ve yakın dostlarının ilerleyen süreçte söz konusu kişinin ölümü hakkında işitecekleri sözlere nasıl tepki verebilecekleri hususu, hiçbir şekilde düşünülmüyor! Teknoloji çağında yaşadığımız şu günlerde sosyal medya üzerinden bu bilgilerin ortadan kalkmayacağı gerçeği göz ardı ediliyor.
Yıllar sonra ölen kişinin çocuğunun büyüyüp annesi veya babasının nasıl öldüğüne ilişkin haberler ile bir kez daha şoka uğrayabileceği ihtimali, insanlık sınırlarımızın çizgisine nedense hiç ama hiç uğramıyor. Oysa asıl olan kişilerin nasıl öldüklerinden ziyade ölmüş olduklarıdır. Ölümleri ayrıştırmaya ve ölümler üzerinden nefret içeren söylemler üretmeye başladığınız andan itibaren insanlıktan uzaklaşmaya başladığınızı fark edemezsiniz bile! Nefretin çok yaygın bir salgı olduğunu ve dalga dalga yayıldığını en çok siyasiler anlamak durumundadırlar. Çünkü bu durum, onların hiç öngöremeyeceği kadar tehlikeli sonuçları da beraberinde getirebilecek bir potansiyeli bünyesinde barındırmaktadır.
Ölümün kutsandığı ve yaşamın anlamsız hale dönüştürüldüğü yerlerde, ölümün de yaşamın da ağırlığı ortadan kaybolur. Şiddet ve korku iklimi bütün kesimleri etkilemeye ve yaşananların giderek daha da saçma bir zemin üzerinde olup bitmesine yol açar. Dilin kemiği olmadığı gibi yazdıklarınızın da telafisi yoktur. Her özür temizleyici, arındırıcıdır. Ama özürlerin çirkinlikleri ucuz ve pratik haline getirmesi, kaçınılmaz bir şekilde kirletici de olabilir. Ölümlerin arkasından yazdıklarımız dillerimizin de ruhlarımızın da ne kadar kirlendiğini ve ne kadar çok insanlıktan çıktığımızı gösteriyor.
Ölümlere dönük yaklaşımlarımız kadar utandırıcı ve incitici olan bir diğer husus ise ölenleri tanıyanların, sırf bu yaklaşımlar nedeniyle kendilerini göstermekten imtina etmeleridir. Yıllarca sürdürdükleri arkadaşlıklarını, dostluklarını, atılan çirkin ifadeler yüzünden gösterememek de, bu çirkinlikleri yazanların yaptıklarını bir anlamda onaylamak anlamını taşımaktadır. Halbuki tam tersine böylesi zamanlarda daha fazla ses yükseltmeye, dostlukları, arkadaşlıkları ve bilhassa hayatı/ölümü korumaya gereksinimimiz bulunuyor. Bu vesile ile İran’daki uçak kazasında ölen tüm yurttaşlarımıza Allah'tan rahmet, kederli ailelerine ve yakınlarına başsağlığı diliyorum.