Toplumsal değişme anlamında çoğu kez yapılan yanlış içinde bulunulan dönem üzerinden var olan durumu ortaya koyma eğilimidir. Bu yaklaşım bir kez başladığında ise siyasiler için bulunamaz bir fırsat ortaya çıkıverir ve her şeyin onlarla meydana gelmiş olduğu gibi bir durum ortaya konmaya başlanır. Oysa söz konusu olan durumun nereden gelip nereye doğru gitmekte olduğunu ortaya koymaktır ki ancak bu halde bir karşılaştırma yapabilmek mümkün hale gelecektir. Türkiye’de son kırk yıl içerisinde yaşanan büyük dönüşüm süreciyle birlikte kentsel nüfusun oranının devasa oranlara ulaşması sonrasında daha önce hem siyasette hem de toplumsal yaşamda etkin olan kır/köy yoğunluğu ortadan kalkmıştır. Fakat göç olgusunun farklı dinamiklerle birlikte nasıl bir gelişim süreci göstermiş olduğu gerçeği hala orta yerde durmaya devam etmektedir. İşte bu noktada son yıllarda giderek artan taşralaşma sürecinin gözler önüne serilmesi önem arz etmektedir. Bir zamanlar bambaşka bir gelişim gösteren ilçelerin, beldelerin içinden geçilen süreçlerle birlikte nasıl bir dönüşüm yaşadıkları ve nasıl bir hale dönüşmüş olduklarının ortaya konulması son derece mühimdir. Çünkü bu sayede sadece var olan durumun betimlenmesi gerçekleşmiş olmayacaktır aynı zamanda nelerin yapıldığı ve nelerin yapılamamış olduğu da gelecek kuşaklara yol gösterecek bir bilgi seti olarak tarihteki yerini alacaktır. Hacettepe Üniversitesi Nüfus Etütleri İdaresi’nde yıllarca çalışan ve daha sonra Ege Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Sosyoloji Bölümünde dersler verip oradan emekli olan Dr. Mümtaz Peker’in 'Bekilli’deki Değişim: Refahın ve Zenginliğin Yeniden Üretilememesi' isimli çalışması bu açıdan ufuk açıcı bir örnek olarak duruyor.
Bu çalışma bir sosyal bilimcinin doğup büyüdüğü yer ile kurmuş olduğu birlikteliği farklı bilim dallarının süzgecinden geçirmek suretiyle ortaya koyma çabasının ürünüdür. Burada bir taraftan hocamızın nüfus bilimle olan yoğun bağlantısı yer alırken diğer yanda üzerinde uzun yıllar çalıştığı göç olgusu ve bu yeni durumun ekonomi ile olan bağlantısı kadar sosyolojik anlamda ortaya koydukları da yine çalışmada yer verilenler arasında bulunuyor. Metin içerisinde aslında ülkemizin farklı bölgelerinde sık sık karşılaşılan fakat çoğu kez yazılı hale dönüştürülemeyen gerçekliklerinden bir tanesi olan yaşanan yer ile ortaya konulan somut üretim ilişkileri arasındaki bağlantıların zaman içerisinde nasıl kaybolduğuna ilişkin Denizli ili Bekilli ilçesi üzerinden örneklere de yer veriliyor. “…Bekilli mekânında yaşayanlar “insan-insan” ve “insan-doğa” ilişkileriyle birbirini etkilemiş, zaman içinde hep kültürleşmişlerdi. Bekilli’de fetihle/göçle oluşan bu kültürleşme yenilenmiş, yörede katmanlı bir yaşam gerçekleşmişti. Konuya bu açıdan bakınca “Bekilli’nin kuruluşu ne zamandır?” ve “Bekillili kimdir?” konusunda ilçedeki eğitim, aile ve din kurumunun bizim kuşağa (1940-1949 doğumlular) öğrettiklerinin, yüzeysel bir tarih okumasında sözel kültüre dayalı ve yanlı olduğu apaçık ortaya çıkıyordu. Bu tür bilgi, insan tarafından zaman içinde oluşturulan mekânın, mekândaki objelerin bütünlüğünden eklemlenerek oluşan kültürü hep göz ardı etmişti. Halen yaşanılan mekânı oluşturan, değişik objeleri zaman içinde yaratan insanların, ardıl kuşakların atası olduğu da hep yadsınmıştı. 1945-1965 döneminde Bekilli’nin ekonomik yaşamını yoğun biçimde belirleyen üzüm türevlerinin üretiminde kullanılan dağarların, küplerin bu bilgilerle neden örtüşmediği hiç sorgulanmamıştı. Asarın, Ören'deki kalıntıların, Eldelek'teki kuyuların kimler tarafından yapıldığı hiç araştırılmamıştı. Bazı evlerin taş duvarları içine konulan yontulu taşların üzerindeki okuyamadığımız yazıları, kimlerin yazdığını ne öğretmenimize sorabilmiş ne de arkasında namaz kıldığımız cami hocasına”(s.7). Çalışmanın girişinde Ramsay’in Anadolu Tarihi Coğrafyası isimli kitabından Bekilli’nin tarihine ilişkin bilgilere yer veriliyor. Ardından Bekilli ilçesinin Türklerin Anadolu’ya göçü sonrasında geçilen aşamalara ilişkin notlar okuyucularla buluşturuluyor. Aslında Mümtaz Peker hocamız bir anlamda Anadolu’nun tarihi içerisinden okuyucuları geçirirken bu süreç içerisinde yaşanan dönüşümün nasıl bir görünüm sergilediğini Bekilli örneği üzerinden bizlerle buluşturmuş oluyor.
Bekilli’nin İlber Ortaylı hocamızın yerinde saptamasıyla Osmanlı imparatorluğunun en uzun yüzyılı olarak adlandırılan on dokuzuncu yüzyılın ikinci yarısında yaşadığı dönüşüm sürecinin yeni kurulan cumhuriyetle birlikte farklı bir görünüm arz ettiği çalışmada şöyle dile getiriliyor: “Sosyoloji biliminin bulgusuna göre, merkezde camiden sonra mekânda ikinci olarak kahve beliriyor. Kahvehane ile beraber veya biraz sonra bakkal dükkânı merkezde yerini alıyordu. Kahvehanenin ilk beliren örgütlerden biri oluşu köyün sosyal hayatında oluşan değişimle ilintilidir. Demirci ile eskici de (ayakkabı tamircisi) kahve ve bakkaldan sonra toplumda ilk beliren zanaatkârlar oluyor. Bekilli’deki bu oluşumla birlikte merkezde küçük çaplı ticari kurumlar ile hizmete yönelik berber, terzi, fırın gibi iş yerleri zaman içinde merkezdeki yerlerini almışlardı. Merkezde görülen bu toplulaşmada dikkatimizi çeken nokta, Cumhuriyet döneminde Bekilli’deki değişimle birlikte, yeni iş yerlerinin ayrı bir mekânda değil, aynı merkezi caddenin güneyinde derinleşmeyle kazanılan alanda yerel yönetim örgütü (Belediye) ile birlikte yapılanması olmuştu. Kanımızca yapılanmanın bu şekilde gelişmesi, Bekilli’de görülen ekonomik büyümenin, kendisini yeniden üretememesi ile büyük ölçekte bağdaşıyordu. Eğer Bekilli’deki ekonomik büyüme kendini yeniden üretebilseydi, başka yerleşmelerde olduğu gibi eskinin hayatını sürdürmesi yanında; yeni ticari, sanayi iş yerlerinin yapılanması farklı bir mekânda oluşabilirdi. Bekilli’de bu olmamış, toplulaşma eski ve yeninin aynı mekânda birbiri ile tezat oluşturacak biçimde farklı iş kollarına ilişkin yapıların konumlanmasıyla bir bütün oluşmuştu. Bu bütün özellikle mimari yapıların farklılığından ötürü, mekândaki boşluğu doldurması açısından dikkati çekiyordu. Mekândaki çirkinliğin en güzel örneğini ise, Çarşı Caminin restore edilmesi değil, beton yığını şeklinde yapılan dini mimarinin herkesin gözüne sokulması olmuştu. Böylece eskinin sivil ve dini mimari örnekleri toplulaşmanın temeli olan çarşıda zaman içinde birer birer ortadan kaybolmaya başlamıştı” (s. 17-18).
Nüfusun yıllar içerisinde önce artması ardından ekonomik açıdan yaşanan dönüşümle birlikte azalmaya başlaması sonrasında nüfus sayımları üzerinden ilçenin nasıl bir görünüm arz ettiği de yine çalışma içerisinde yer alıyor. Burada ilgi çekici olan bir husus ise Bekilli eski belediye başkanı ile İzmir’de yapılan derinlemesine görüşme esnasında söz konusu nüfusa ilişkin yapılan düzenlemelerin kayda geçmiş olması. Ne yazık ki bugün ülkemizde halen varlığını sürdüren uygulamaların benzerinin Bekilli ilçesinde de 1985 nüfus sayımı sırasında gerçekleştirilmesi ve o anda Bekilli’de oturmayan Bekilli doğumluların da nüfus sayısına dahil edilmesi durumudur. “Buna göre 1985 sonrası nüfus yazım defterlerindeki Bekilli nüfusunun büyümesi ne doğal nüfus artışından ne de göçten kaynaklanmıştı. Uygulanan sayım yazım tekniğinden ötürü, aile ve kurum dışı olan bir nüfus sayım defterlerine rastgele yazılmıştı” (s.21). Nüfus ve göç ilişkisini sadece varılan yer ile açıklamanın var olan durumu her zaman anlatamadığını Bekilli örneği üzerinden ortaya konulan farklı bulgularla ortaya konulduğunu görüyoruz. “Nüfus bilimciler ülkemizde 1945-1950 döneminde başlayan iç göçleri, nüfussal dönüşüm kuramı içeriğinde olduğu şeklinde açıklamasını yapmışlardı. Yapılan çalışmalar; göçmenlerin varış noktası olan şehre uyumlarını, tuttukları kentsel işten elde ettikleri gelirlerini, kentin ceplerinde oluşan konut sahipliğini, kentlileşme ve köyden-kente kaynak aktarma biçimlerini analiz etme üzerinde yoğunlaşmıştı. Bekilli’de bu yıllarda ne tarım teknolojisi değişmiş ne de ülkemizdeki gibi 1945-50 dönemindeki yoğun iç göç yaşanmıştı. Bekilli’deki değişimi açıklamada bunlar yetersiz kalmıştı”(s.23).
Çalışmada Bekilli’de temel olarak görülen şu üç değişken ön plana alınıyor:
Yukarıdaki değişkenler bağlamında nüfusun, ulaşabildiği teknolojiyi kullanması sonucu oluşan üretimin büyüklüğü ve iş yönetimi zamanla değişiyor. Süreç içinde nüfusun farklılaşmış birimleri olan sosyal tabakalaşma Bekilli’de gerçekleşiyor (s.26). 1962 Temettüat Yazımına göre yönetim açısından köy olarak kabul edilen Bekilli’nin zaman içerisinde tarımın yanı sıra tarım dışı uğraşı ya da dokumacılık ve ticaret ile kurduğu bağlantıyı ve bu bağlantının şehirle olan ilişkisinin boyutlarının yine bu yazımın verilerinde olduğu görülebilmektedir. “Değişimi etkileyen faktör olarak; nüfusun eğitilmesi, göçmen nüfusa vergi muafiyetinin sağlanması, toprakta özel mülkiyetin başlaması, ulaşımın ağının değişimi; haberleşme sisteminin farklılaşması; şehirle olan ilişkinin yeni bir düzeye ulaşmasını sağlayan dinamizm Bekilli’de gerçekleşmişti. Bekilli köyü, değişik ilişkilerini sürdürdüğü şehir ile yeni bir ilişki içine girmişti. Sosyal yapının taşıyıcısı olan nüfusun şehirle artan ilişkisi, onun beklentilerini bir üst düzeye çıkarmıştı. Daha fazla üretim yapılan ve iç hareketlerin merkezi olan denetleyici şehir, sosyoekonomik değişimi, yenilikleri ve dinamizmi barındırıyordu. Kabaca, Bekilli bağlamında köy-şehir yerleşmeler düzeni yeni bir konuma ulaşmış; fakat kendi iç dinamiği ile birlikte şehre yönelen nüfus ve sermaye akışkanlığını da zaman içinde yaşanmaya başlamıştı. Nüfusun nitelik ve nicelik bağlamında artarak yoğunlaştığı, iktisadi sosyal hareketlerin fazla olduğu şehir yaşamında “insan-insan” ilişkileri, kişilerin, grupların karşılaştıkları sosyal uyanışları fazlalaştırıyor. Şehirde sosyal uyanışların şiddetlenmesi, çok çeşitli olması, sosyoekonomik değişmelerin, yeniliklerin, buluşların ve keşiflerin belirmesinde, köyleri denetlemesinde etkili oluyor”(s.26-27).
Çalışmanın içerisinde dikkat çekici olan hususların başında hiç kuşkusuz eğitim ve eğitim sürecinin yarattığı yeni insan tipi geliyor. Bekilli ilçesinin sakinleri bir taraftan cumhuriyetle birlikte artan eğitim olanaklarını kendi çocukları için sonuna kadar kullanma yoluna gidiyorlar. Öte yandan özellikle 1990’larla birlikte ülkemizin hemen hemen bütün kentlerine yönelik olarak açılan üniversiteler ve oradaki meslek yüksek okullarına ise kendi çocuklarını göndermekten imtina ediyorlar. “İlçedeki ebeveynlerin günümüzdeki temel sorunu, eğitim görmüş çocuklarının/torunlarının herhangi bir işte çalışamamaları olmuştu. Bekilli’nin geçmişinde görülmeyen bu örnek, günlük yaşamlarında geçmişi özlemle anmalarını çoklaştırmıştı” (s.42).
Ulaşımda yaşanan dönüşümün üretim süreci ile olan bağlantısını Bekilli örneğinde 1830’lardan itibaren görmeye başlıyoruz. “Köylünün sınırlı dünya görüşü, ilk küreselleşme dönemi ilişkileri (Bekilli açısından 1830’lu yıllar sonrası) içinde değişime başlamıştı. Değişim, köydeki tarım üretimini farklılaştırmış, hayvancılığı geliştirmiş, dokumacılığı yaygınlaştırmıştı. Köylünün gerek ürettiği gerekse tükettiği mallar hangi ulaşım ağı ile pazara ve şehre taşınmıştı?”(s.45). Kitap içerisinde ilgi çekici olan yerlerden birisi de yol yapımına ilişkin verilen bilgiler. Çünkü Varlık Vergisi adı altında konulan uygulamayı maddi olarak karşılayamayanların yol yapımında nasıl çalıştırıldıklarına ilişkin örnekler burada yer alıyor. İzmir’in liman ve tren yolu yapımı sonrasında artan bir ihracat kenti görünümüne bürünmesi ve bu süreçle birlikte Osmanlı devletinin son döneminde giderek artan önemi Bekilli ve benzeri ilçelerinde görece zenginleşmesine yol açmıştır. “Ancak burada dikkatimizi çeken nokta başta üzüm, afyon, tütün, palamut gibi ürünlerin işlenmesi, katma değerli konuma getirilmesi için gerekli teknolojinin ne İzmir’de ne de Ege Bölgesindeki şehir ve kasabalarda gerçekleştirilmiş olmasıydı. Başka bir deyişle belirttiğimiz tarımsal ürünlerin katma değerli hale getirilmesi Batı şehirlerinde gerçekleştirilmişti. Böylece Batı şehirleri ticaret şehrinden sanayi şehrine dönüşmüş, başta İzmir olmak üzere bölgedeki şehirlerde sanayileşme olmamış, ticaret şehri işlevlerini sürdürmüşlerdi” (s.54). Çalışma içerisinde Bekilli’nin neden benzer Yunan şehirlerindeki ilçe örneklerinde görüldüğü gibi zenginleşemediği ve gelişemediğine ilişkin yorumlarda yine bu bölümde yer almaktadır. Burada ayrıca dokumacılığa ilişkin bilgiler ve kasabada pekmez üretiminin başlaması sürecine de yer verilmektedir.
Bekilli’de ikinci çan eğrisi büyüme Kurtuluş Savaşı sonrası dönemde uygulamaya konulan politikalar sonrasında başlamıştır. Savaş sonrasında ülkemizde görülen dokuma ürünleri ve şeker yokluğu krizlerine karşı Bekillili aile üretimiyle fırsat yaratılmıştır. “ Üretim için temel faktör konumunda olan nüfus artışı 1945 sonrasında Bekilli’de sürdürülen ekonomik alanlarda çok iyi değerlendirilmişti. Ne var ki bu süreç boyunca tarım dışı üretimleriyle Bekilli’de sermaye birikimini gerçekleştirenlerin de hemen göçü başlamıştı. Öte yandan kasabada ortaokulun öğretime açılması ile birlikte yetişen genç nitelikli nüfus, ne tarım ne de tarım dışı olan dokumacılık ve ağda-pekmez üretim sürecine sokulmuştu. Bekilli’de ekonomik birikimi sağlayan sermaye ve nüfus faktörlerinin göçü, 1970-1980’li yıllarda ve sonrasında ilçede refah ve zenginliğin yeniden üretilememesinin temel nedeni olmuştu” (s.78). Motorlu dokuma tezgahlarının dolaşıma girmesi sonrasında Bekilli’de elle yapılan üretim komşu ilçelerdeki üretimle baş edemeyecek ve bu alana yatırım yapanlar işlerini kaybetmeye başlayacaklardır. “Gerçekleşen değişimle birlikte Bekilli’de tutunamayanlar 1960-1965 döneminde başlayan iç-dış göçe katılmışlardı” (s.83). Kitabın bu bölümünde dokuma tezgahlarını hurda fiyatına satanların yanı sıra ağda-pekmez üretimi ve şarap-sirke üreticiliği konusuna ilişkin ayrıntılı saptamalara da yer veriliyor.
Bekilli’de refahın ve zenginliğin yeniden üretilememesi konusunda yazar şu noktalara vurgu yapıyor; “Bekilli’de erken dönemde kısa sürede gerçekleşen kolay başarılar, üreticin eğitimsizliği, örgütsüzlüğü, sermaye ve teknoloji yetersizliği, nedeniyle bir üst düzeye çıkarılarak, refah ve zenginliğin yeniden üretilmesi sürecine sokulamamıştı. Benzer gelişim dokumacılıkta da gerçekleşmişti. Böylece iki sektör temelinde 1960’lı yıllardaki çöküşün zemini hazırlanmıştı. Yerel küçük üreticinin basit teknolojiyle ürettiği tüketim mallarını piyasadan kovacak, bu tüketim mallarını daha kaliteli ve bol üreten; rekabetin başında piyasaya daha ucuza mal sunan ileri teknolojisi olan işletmeler piyasaya egemen olmaya başlamıştı. Sonuç olarak Bekilli’de 1945-1965 döneminde gerçekleşen refah ve zenginleşme kendini yeniden üretme sürecine girememişti. Küçük üreticilerin sermayelerinin değersizleşmesi, yereldeki yaşamlarının zorlaşması onları şehre göçe yöneltmişti. Bekilli’de 1945-1965 döneminde gerçekleşen refah ve zenginleşmenin, kendini yeniden üretememesi iki sektör temelinde aşağıda açıklanan biçimde gerçekleşmişti”(s. 99). Bu bölümde önce dokuma alanındaki refah ve zenginliğin üretilememesinin nedenlerine değiniliyor ardından ağda-pekmez üretimindeki etmenlere yer veriliyor. Çalışmanın son bölümü olan Bekilli’nin göçle kaybeden yüzü başlığında ise son derece ilgi çekici şu tespitlere vurguda bulunuluyor. “Bekilli’den oluşan göç, Türkiye’nin 1945-1950 döneminde başlayan 1970’lere kadar yoğun biçimde süren köy-şehir göçünden farklı gerçekleşmişti. Bunun temel nedeni kasabada 1945-1965 dönemi boyunca görülen ekonomik gelişme ve büyüme sürecindeki üretim faktörlerinin etkileşim içinde birbirini tamamlamasından kaynaklanmıştı. İktisat yazınında iktisadi gelişme ve büyümenin; emek ve öteki kaynakların tarımdan, tarım dışı sektörlere kayması sonucu oluşan yapısal değişimle gerçekleştiği vurgulanmıştı. Türkiye’de iş gücü akımı ve kaynakların tarımdan, şehirdeki sektörlere kayması 1945-1950 döneminde başlamış; karayolu ulaşımı bunu kolaylaştırmış; süreç içinde yeni bir sosyal yapı oluşmaya başlamıştı. Bekilli’de görülense, tarımdaki kaynakların kasabadaki iç pazara yönelik dokuma, gıda (ağda-pekmez), beslenme (besicilik kaynaklı) ve içki sanayi üretimine aktarımı olmuştu. Türkiye’dekine benzer şekilde artan nüfus, iç göçle kente değil kasabada çalışma hayatına girmişti. Dokumacılık, ağda, pekmez ve şarap üretimi için 1953 yılında kasabaya gelen elektrik ve su hem üretimi çoklaştırmış hem de kasabada istihdamı artırmıştı. Ülkemizde karayolu ulaşımının kolaylaşması, kasabadan göçü özendirmesini değil, kasabalının üretimini çoklaştırmasına, pazara ulaştırmasına, çoğalan üretim için ham maddeyi kolaylıkla sağlamasına, bunları ucuz ve kolayca taşımasına neden olmuştu”(s.107).
Eğitimli kitlenin göçünün yarattığı etki Bekilli’de yaşayan nüfus sayısının azalmasına yol açmıştır. “Eğitimle okur-yazar olan, diploma alan, tanımlanmış mesleği yapan, bununla para kazanan, saygınlık gören, ebeveynlerin kaynak aktararak yetiştirdiği çocuklarının büyük çoğunluğu (%99) kasabaya geri dönmemişti…eğitimli nüfus, ebeveynlerin yarattığı ekonomik dönüşümün, kendini yenileyebilmesine hiçbir katkı koymamıştı. Gerçekleşen dönüşümle, ebeveynler çocuklarına kaynak aktarmışlar, nitelikli konuma getirmişler; fakat onlar yerelde değil, ülke sosyal sistemi içinde işlevsel olmuşlardı”(s.108). Göç sonrası değişen aile yapısı özellikle tarımsal üretimi büyük ölçüde etkileyecek ve bu durum ilçenin sosyal ilişkilerine de yansıyacaktır. “Göçün Bekilli’de kabaca 50 yıla yaklaşan bir dönemde, ailedeki üye sayısının yaklaşık yarı yarıya azalmasına neden olduğu anlaşılmıştı. Kabaca göç, göçün kalkış noktasındaki aile üyelerinin hem sayısını azaltmış hem de yaşlı bir nüfusun oluşumunu gerçekleştirmişti”(s.115). Nüfusun azalması ve yaşlanması sonrasında tarım arazilerinin işlenememesi gibi büyük bir sorun da orta yerde durmaya devam etmektedir.
Çalışmanın sonunda Bekilli örneği üzerinden benzer pek çok yerde yaşanan sorunlara ilişkin bir dizi öneri
Çalışmanın sonunda Bekilli örneği üzerinden benzer pek çok yerde yaşanan sorunlara ilişkin bir dizi öneride yer almaktadır. “İlk iş özellikle “Bütün şehirler” bağlamında merkez ilçeler dışındaki ilçeler ve bunlara bağlı mahalleleri (doğrusu köyleri) temel alan stratejik bir planlamanın yapılmasıdır. Bilindiği gibi bütün şehirlere bağlı tüm köyler, bağlı oldukları ilçelerin mahallesi konumuna getirilmişti. Böylece tarımsal uğraşının sürdürüldüğü köylerde yaşayanlar kentli nüfus olarak tanımlanmaya başlanmıştı. Yerelde hiçbir göç hareketliliği olmamasına karşın, yapılan bir tanım değişikliği ile Türkiye’nin kentsel nüfusu birden artmış ve yüzde 92 düzeyine ulaşmıştı. Gerçek olmayan bu durum birçok uluslar arası toplantıda “Coğrafya bilgimizin sınanmasına neden olmuştu”.
İkinci olarak bulgumuz olan topraktaki parçalanma sürecini doğuran miras hukuku ve göçe bağlı olarak tarım arazilerinin işlenmeyişi durumu çok iyi analiz edilmelidir. Hiç şüphesiz bu analiz gerek Bekilli’de gerekse Ege Bölgesinde görülmeye başlanan topraktaki yeni sahiplik biçimini açıklamalıdır. Bu yeni oluşumun anlamakta güçlük çektiğimiz yönü, tarımsal işletmelerin tarım dışı sektör aktörleri tarafından sahiplenilmesi; fakat tarımsal işletme olarak kullanılmamaları ya da boş bırakılmalarıdır. Türkiye’de işlenilmeyen tarım arazilerinden ötürü, tarımsal üretimin azalışı görüşümüz mutlaka bu plan aracılığı ile tartışmaya açılmalıdır” (s.129-130).
Sevgili hocam Dr. Mümtaz Peker’in çalışması içinde bulunduğumuz ülkenin pek çok yerinde yaşanan gelişmeleri daha iyi anlayabilmemiz açısından hem tarihsel bir bilgi birikimini içermekte hem de bu sürecin ekonomik ve toplumsal açıdan nasıl bir dönüşümle birlikte yol aldığını gözler önüne sermekte. Hocamızın açtığı yoldan ilerleyecek olan uygulamalı çalışmalara fazlasıyla ihtiyacımız var, sosyal bilimlerin üvey evlat olmadığını aksine ortaya koyduğu çalışmalarla içinde yaşadığımız ülkenin ve dünyanın daha yaşanılabilir ve anlaşılabilir kılınmasında olmazsa olmaz bir yeri bulunduğunu unutmamalıyız.
-Mümtaz Peker, Bekilli’deki Değişim: Refahın ve Zenginliğin Yeniden Üretilememesi, Mavi Nefes Yayınları 2021, Denizli