Dün sosyal medya üzerinden ‘yok artık’ denilen iki olaydan haberdar olduk. İlki bir otobüs firmasının muavininin şehirlerarası yolculuk sırasında sabaha karşı koltuğunda uyuyan bir kadına yönelik cinsel saldırısıydı. Uyanan kadının bağırması sonrasında otobüs içerisinde yaşananların jandarmaya haber verilmesi ve olay yeri inceleme ekiplerinin gelinceye kadar, delillerin silinmemesi için yüzündeki spermleri temizleyemediği gelen haberler arasındaydı. Otobüs firması yaşananlardan ötürü özür dileyip, olaya karışan çalışanı ile ilgili ilişiğini kestiğini bildirmesine rağmen yaşanan olayı örtbas etmek isteyen ve koskoca bir firmayı karalayamazsınız diyen ‘namus bekçileri’ yine devreye tam zamanında girdiler. Her zaman yaptıkları gibi benzer ifadeler kullanmaktan, alçalmaktan, seviyeyi yerlere çekmekten kaçınmadılar.
İkinci olay, Fenerbahçe-Galatasaray arasında oynanan basketbol yarı final karşılaşmasının ardından Galatasaray antrenörü Ergin Ataman’ın telefonuna gönderilen mesajın içindekilerin, Ataman tarafından instagram hesabından paylaşılması ile ortaya çıktı. Mesajda, ‘Bu gece validenizle girdiğimiz ilişkiden ziyadesiyle memnun kaldık. İki gün sonra tekrarını gerçekleştirmeyi can-ı gönülden istiyoruz’ yazıyordu. Bu olup bitenlerin arkasından yapılan yorumlar ve oradan ortaya saçılanlar ise çok daha vahimdi. İçimizdeki ‘kötü’yü dışarı dökmekten sakınmayan yanımız sayesinde giderek tuhaflaşan ve olanların ardından ikiye bölünen bir gündemi yakalamayı başarabiliyoruz. Olanların bir tarafında yaşayamadığı, hayal bile edemediği hayatları yaşayanlar üzerinden kendisini/kendilerini temize çıkararak ahlak bekçiliğine savunanlar var. Sürekli olarak Batı’nın ahlaksızlığı üzerinden görüşler ileri sürerek kendi toplumunda olup bitenlere göz yummayı maharet zannediyorlar. Her olan olay sonrasında ‘orada ne işleri vardı, mini etek giyip adamları tahrik etmeselerdi, kadın başlarına dolaşmaları caiz değil, zaten hak etmişlerdir, kuyruk sallamasalardı’ vb. gibi yığınla mazeret üreterek suçluyu değil aslında kendilerini aklayabileceklerini sananlar. Farkında mısınız ister eski ister yeni Türkiye lafının kullanın giderek daha fazla bel altına iniyoruz. İndikçe biraz daha fazla çirkinleşiyor ve asıl yüzümüzü biraz daha fazla ortaya çıkartıyoruz. Hiç kimsenin rezil olmadığı, kimsenin sorumluluk almadığı bir ülkede bütün sorunları başkanlığa kilitleyebiliyoruz. Hoş orada da işler diğer taraflardan çok farklı değil; sonuna kadar destekleyenler ve aynı şekilde karşı çıkanlar: Ortası yok! Ortası aslında büyük bir boşluk ve o boşluk her geçen gün biraz daha hepimizi içine doğru çekmeyi sürdürüyor. Geleceğini karanlık olarak gören ve hiç kimseye güvenmeyen insan sayısı artıyor.
Buna karşın olan bitenlerden ülke içinde yaşayanlardan ziyade dışarıda bizde olup bitenlere bakanlar daha fazla endişeliler. Birbirini sevmeyen, birlikte/bir arada olmaktan nefret eden insan sayısı artıyor. Ayrışıyor, bölünüyor ve bütün bunlar olup biterken ‘birlik ve beraberlik’ edebiyatına daha fazla sarılıyoruz. Cinnet halinde yaşayan, her tarafından hata veren bir sistem içerisinde çocuk tacizlerini, kadın cinayetlerini, pisipisine ölümleri velhasıl kelam sürekli olarak iç karartıcı olaylarla günlerimizi geçirmeyi sürdürüyoruz.
Olanların sorumluları olarak günah keçilerini yargılamayı ve onlar üzerinden temizlendiğimizi düşünerek mutlu, mesut hayatlarımıza biraz daha sarılmakta herhangi bir sakınca görmüyoruz. Son olayda sapık muavini işten attık, cezayı erteledik ve sistemi temize çıkardık. Ya sonra? Tacizcilerini, katillerini adalet önünde cezalandıramayan buna karşın adaleti cezaevi içinde tecelli ettiren ve bundan mutluluk duyan insanlar topluluğu hepimizi kucaklıyor. Hatırlayın Özgecan Aslan’ın katili cezaevinde öldürüldükten sonra yazılanları, cenazeyi kabul etmeyen mezarlıkları, en sonunda annesinin yaşadıklarına isyan etmesini. Katil, sapık öldürüldü, cenazesi gömdürülemedi sorun çözüldü mü? Sorunları çözmeyi değil sorunlarla yaşamayı ve bununla hemhal olmayı maharet sayan bir anlayış hayatlarımızı çepeçevre sarıp sarmalamış vaziyette. Bu öylesine yaygın bir bakış açısı ki hepimizi esir alabiliyor.
Sapığın cezasının koğuştakiler tarafından verileceği için ‘içinin yağlarının eridiğini’ söyleyen kanaat önderleri var. Okumuşu, aydını, cahili hepsi bir potada az sayıda olayda buluşabilen yurdum insanı açısından bu tip olaylar adeta birer turnosol kağıdı işlevini yerine getiriyor. Kadınlarımız birer ikişer katlediliyorlar, bunu bize haber yapan medyamız her defasında öldürenlerin gözlerini bantlıyor, baş harflerini vererek katilleri koruyor/kolluyor. Öldürülenler ise afişe ediliyorlar, geride bıraktıkları çocukları, anneleri, babaları, kardeşleri, arkadaşlarının hiç ama hiç önemi yok. Çünkü onlar kurbanlar, onların haklarını savunacak bir düzen yok. Yaşananların medya tarafından bu şekilde haberleştirilme tarzı değişmediği sürece her defasında kadınların cinayetlere kurban gitmesi normalleştirilmiş ve erkek egemen değer yargıları bir kez daha güçlendirilmiş olacaktır. Tam tersini yapabildiğimiz öldürüleni değil öldüreni ön plana çıkartabildiğimiz ve adalet sistemimizi tüm yurttaşlarımızın haklarını koruyabilecek hale getirebildiğimiz zaman işler daha farklı bir mecrada akacaktır.
Kişiliklerimizin üzerinde geçmişten getirdiğimiz defolarımız gizil bir biçimde duruyor. Ne kadar uğraşırsak uğraşalım gerçek bir yerlerden patlak veriyor ve gözümüze doğru fışkırıyor. Sorunlarımız çok daha derinlerde gizli buna karşın gündelik olanı yaşayarak idare etme kültürü üzerinden kendimizi temizlemiş, ruhlarımızı arındırmış, namuslarımızı kurtarmış oluyoruz. Ama ne yaparsak yapalım içimizdeki rahatsızlıktan bir türlü kurtulamıyoruz, bu bazen bir takım taraftarı olarak rakibimize yönelik ifadelerde karşılık buluyor bazen sokakta yürüyen bir kadına atılan bakışta, lafta. Siyasetimiz de, adaletimiz de, sporumuz da kısacası hayatlarımızın her alanı benzer sıkıntıları üretip dolaşıma sokuyor. Çözümümüz ise çözümsüzlükten ve yaşadıklarımızı olduğu gibi tekrardan ibaret.