Kendi ritmi içerisinde yaşadığımız hayatlarımızın olağanlığını yitirirken kaybettiğimiz sadece masumiyetlerimiz olmadı. Hayatı anlamlandıran ilişkilerden tutun da yediğimiz içtiklerimize, oturduğumuz evlere, koşuşturduğumuz sokaklarımıza kadar pek çok öğeyi de yitirdik. Artık hiçbir şeyin eskisi gibi olamayacağını bilmenin ızdırabı içerisinde debelenip duruyoruz. İşte tam bu noktada kötülüğün onulmaz yaraları her birimizi hiç ummadığımız anlarda ve de ummadığımız şekillerde buluveriyor.
Geçmişi parlatmak veyahut orada olup bitenleri pamuklarda sarıp sarmalamak gibi bir niyetim de yok buna gücüm de yok! Buna karşın bir zamanlar değer verdiğimiz şeylere ilişkin yaklaşımlarımızın şimdikilerden çok daha farklı olduğunu bilecek kadar tecrübeye sahibim. Her şeyden önemlisi sadece konuşmak adına konuşan ve bunu yaparken birilerini incitebileceğini, kırabileceğini düşünmeden hatta çoğu kez bunu bilerek, isteyerek bir başka şekilde söyleyecek olursak taammüden yapan bir kitle var artık.
Her defasında adeta piyangodan çıkar gibi ortaya yere bir şeyler saçmak suretiyle içinde bulunulan çağın ruhuna uygun hareket etmek suretiyle ortalığı karıştırmaya bayılıyorlar. Kötü düşünüyor ve kötü söz söylemeyi meziyet zannediyorlar. Her şeyin birbirine karıştığı bir dönemde söylediklerinin önemsenmesini ve kendilerinin mühim insanlar olduklarının kabullenilmesini arzuluyorlar. Hayatlarımızın sıradanlaştırılması yolunda ellerinden geleni yapmayı çok ama çok iyi beceriyorlar. Tabii burada ufuklarının darlığı ve kalp gözlerinin kapalılığı devreye giriyor ve bütün bu yapılanlarla birlikte hepimizin kaybettiğini göremeyecek kadar öngörüsüz olduklarını da bir kez daha yüzlerine haykırmamız gerekiyor.
Bugünü ve yarını sağlayanın geçmiş olduğunu unutmadan yola çıkanlar henüz hala varlıklarını sürdürüyorlar. İyi ki de vefa sahibi bu insanlar içinde yaşadığımız toplumda yön göstermeye devam ediyorlar. Aksi halde bugünden dünü yargılamayı matah bir şey zannedenlerle işimiz nice olurdu! Her defasında bu tarz ileri geri konuşanların, tweetler atıp ahkam kesenlerin tıpkı futbol maçlarında olay çıkartan bir avuç kendini bilmez gibi nitelendiği gerçeğini hatırlatmak isterim. Söz konusu olan bu kişilere prim vermemek ve onların fikir içermeyen yargılarını tartışmamak belki de en iyi cevap olacaktır. Öte yandan tarihe not düşmek ve kötülükle mücadele etmek için iyiliği, güzelliği de desteklemek durumundayız.
Sosyolojik anlamda giderek birbirinden uzaklaşan ve değer verdikleri hususunda anlaşmazlıkları artan bir kitle var karşımızda. Yaşadığımız toplumsal dönüşümlerin, siyasetin, ekonominin, dünyadaki dönüşümlerin bu olup bitenler üzerinde büyük bir etkisi bulunmaktadır. Bunun yanı sıra geçmişten getirdiğimiz ve hala halledemediğimiz ikili yapının etkilerini içinden geçtiğimiz süreçte çok daha fazla hissediyoruz. Farklılıkların bir arada yaşayabileceği bir anlayıştan gittikçe tek tipleşmenin özendirildiği bir yaklaşıma doğru savruluyoruz. Saygı ve sevginin yerini güç ve onun dolayımıyla ortaya konulan uygulamaların aldığı davranışları içselleştirmeye zorlanıyoruz.
Birbirimize dönük nefret içeren ve ayrımcılaştıran yaklaşımları olağan hale dönüştürdükçe yarınlarımızı biraz daha fazla karanlığa attığımızı fark edemeyecek kadar körleşmiş haldeyiz. Siyasetin gerdiği toplumsal hayat içerisinde birbirinden uzaklaşan ve bu olup bitenler karşısında ötekileşmenin hızlandığı bir ülke var artık karşımızda. Öylesine büyük bir nefret besleniyor ki, sevgisizlikle bir arada kendisi gibi olmayanın yok olmasını isteyebilecek kadar büyük bir kötülüğe de sahip. Bizim asıl sorunumuz sevgili Nadir Suğur hocamızın yerinde tespiti ile ekonomik değil sosyolojik. Bu kopukluğu ortadan kaldıracak adımları atamadığımız sürece yaşayacağımız her türlü sorun/sıkıntı farklı noktalarda farklı şekillerde algılanmaya devam edecek ve çözümsüzlüğün boyutunu daha da arttıracaktır.
İşte bu noktada birilerinin çıkıp Kemal Sunal filmlerinin çok iyi yapımlar olmadığını söylemesi ve buradan ülke insanlarının zihinsel anlamda büyük kötülük yapıldığını ileri sürmesi söz konusu tuhaflığa güzel bir örnek teşkil etmektedir. Türkiye’nin sinema tarihi içerisinde en çok izlenen filmlerin başında Kemal Sunal filmleri gelmektedir. 1970’lerle 1980’li yıllara damgasını vurmuş ve ölümüne kadar bu etkisini sürdürmeyi başarabilmiş bir karakterden söz ediyoruz. Filmlerini beğenmiyor olabilirsiniz veyahut canlandırmış olduğu karakterleri başarılı da bulmayabilirsiniz. Ama bütün bunları ‘linçe hazırım ama doğrusu bu, beğenmeseniz de’ diyerek ifade ediyorsanız o zaman daha baştan samimi olmadığınızı da kabullenmiş oluyorsunuz.
Günümüzün teknolojik olanakları içerisinde yapılan çalışmalar üzerinden giderek geçmişte olanları yargılamak ve milyonların teveccüh gösterdiği bir karakteri yok saymak hiç birimizin hakkı da haddi de değildir. Değişen koşulların yarattığı etkilerin ülke insanına aktarılmasında Kemal Sunal sinemasının ve onun hayat verdiği karakterlerin büyük bir katkısı olmuştur. Bugünün mizah anlayışı ile çok farklılaşan bir dönemden ve bunun yaratmış olduğu etkilerden söz ediyoruz. Ama yine de sıradanlaşan hayatlarımız içerisinde bugün hala keyifle izlemeyi sürdürdüğümüz, özlemini çektiğimiz o sıcak komşuluk ilişkilerini, sahiciliği gördüğümüz filmleri ve onların unutulmaz karakterlerini de minnetle anıyoruz.
Belki de bu yüzden hem onlara hem de kendi kaybettiklerimize üzülüp, öfkeleniyor ve çok daha farklı olması gereken bir ülkenin neden bu halde birbirine yüzünü çevirdiğini anlama gerekliliğini bir kez daha hatırlıyoruz. Geçmişi karalamak veyahut geçmişten bugüne dönük rant devşirmeye çalışmak hiç birimize fayda getirmez. Hatta tam tersine hem bugünü hem de yarını kaybetmemizin önünü açar. Öte yandan ikili yapının çatışmalarını bundan sonra gündelik hayatın içerisindeki farklı mecralarda daha fazla göreceğimizin kanıtı olarak da bu tartışmaları okuyabiliriz.
Sanatta, müzikte, sinemada, sporda gündelik hayatın bütün alanlarının yansımaları içerisinde farklılaşan zihniyet kalıplarının etkilerini daha çok hissedeceğiz. Ama bunu yaparken birbirimizi yok farz ederek veya yapılanları küçümseyerek değil hakkını teslim ederek ve başka türlü olabileceğini de ortaya koyarak gösterebilmeliyiz. Hayatla inatlaşmadan zevk alarak ve yaşadığımız sürece dokunabildiğimiz hayatlara renk katarak yaşayabilmeliyiz. Kötülüğü sıradanlaştırmak ve bu suretle arttırmak hiçbirimize yarar getirmeyecektir. Anadolu coğrafyasının ve onun üretmiş olduğu bilge insan tipinin değerlerini hatırlamanın vaktidir:
Gelin tanış olalım İşi kolay kılalım Sevelim sevilelim. Dünya Kimseye Kalmaz.