Spor, içinde yapıldığı toplumdan beslenen ve ortaya çıkarttığı değerler aracılığı ile toplumsal hayatı besleyen bir etkinlik türüdür. Dünyanın en eski kurumlarından birisi olarak, insanlığın yaratmış olduğu kültürden etkilenmekte ve aynı zamanda kültürü etkilemektedir. Her toplumun sporu ve spor kültürü kendi kültürünün bir yansımasıdır. Bu açıdan spor ve spor kültürüne bakmak, toplumsal hayatın minik bir minyatürünü inceleme anlamına gelmektedir. Sporun yaratmış olduğu büyülü etkinin seviyesine ulaşabilen başka bir etkinlik türü bulunmamaktadır. O halde spor; sadece dinlenmek, eğlenmek ya da yarışma içeren bir aktivite türü olmaktan çok daha öte bir değer ve anlama sahip bulunmaktadır.
İçinde yaşadığımız toplumsal ve kültürel dünyanın bir parçası olarak spor, sadece fiziksel performansın üst düzeyde sergilenmesi ve ulaşılan rekorlardan, derecelerden ve başarılardan oluşmamaktadır. Aynı zamanda sadece eğlenmek ya da gelir elde etmek amacıyla gönüllü olarak katıldığımız fiziksel etkinlikler de değildir. Katılmayı ve izlemeyi tercih ettiğimiz sporlar sadece bizim bireysel tercihlerimiz olarak görülemezler. Bu tercihlerimiz içinde yaşadığımız toplumsal ve kültürel ortamın etkisiyle biçimlenmektedir. Dolayısıyla spor, aynı kültürün içinde ve farklı kültürlerde çeşitli anlamlarda kullanılmakta ve spor toplum içerisinde yapılış amaçlarına göre yarışma (verim) sporu, elit spor (yüksek verim sporu), profesyonel (medyatik, gösteri, şov) spor, okul sporu, sağlık sporu, eğlence sporları, aile sporları, kadın sporları, mücadele sporları, engelliler için spor, yaşlılar için spor, fitness, boş zaman sporu, kitle sporu, herkes için spor, rekreasyonel sporlar, macera sporları, doğa sporları vb. gibi değişik içerik ve özellikleri ile karşımıza çıkmaktadır.
Her toplumda satın alınamayacak olan konforlar vardır ve parasız olarak o coğrafyanın hizmetlerinden yararlanılır. Sonradan yapılmış doğal olmayan bir coğrafya olarak kentin bünyesinde yeşilliklere, oyun alanlarına ihtiyaç duyulmaktadır. Kentlerde yaşayan nüfus miktarı arttıkça ihtiyaçlar da çeşitlenmekte ve bu doğrultuda yerel yönetimlerin yerine getirmesi gereken hizmetler de artmaktadır. Yerel yöneticilerin kentlerin geleceği üzerine yapacakları her türlü açılımda özellikle halkın boş vakitlerine yatırımı ön plana almaları zorunludur. Çünkü modernleşme insanın nasıl çalıştığıyla değil, boş vaktini nasıl geçirdiğiyle ilişkilidir. İnsanların evlerine kapandığı bir kentin sağlıklı bir kimliğe sahip olmasını beklemek hayalcilikten başka bir şey değildir. Bunun aşılabilmesinin yolu, kentin her yerinde vatandaşların spor yapabilecekleri alanların yaratılmasından geçecektir. Asıl yapılması gereken kent içindeki tüm bireylere sağlıklı spor yaptırabilecek yaşam alanlarının genişletilmesi olacaktır.
Gelişmiş toplumların belediyeleri, herkesin 10 dakikada yürüyerek ulaşabilecekleri, beceri ve isteği doğrultusunda ve uzman desteğinde düzenli egzersiz yapabilecekleri, her cinsiyetten, her yaştan, her kültürden ve her ekonomik sınıftan insanların spor olanaklarından eşit olarak yararlanabileceği en az 6 dönümlük açık hava tesisleri kuruyorlar. Bu tesislerin kullanımını teşvik edici programlar hazırlıyorlar: Daha sosyal, çok daha sağlıklı, özgüvenli, stresi ve şiddeti azalmış, üretken ve dayanışma içinde bir toplum yaratıyorlar. Koruyucu sağlık hizmetlerini ön plana çıkartan bütün ülkelerde sağlık sisteminin en büyük yardımcısı spor uygulamalarıdır. Beyaz Kitaba (2007) göre, sağlığı geliştirici fiziksel aktivite için bir araç olarak spor hareketi, diğer sosyal hareketlerden daha büyük bir etkiye sahiptir. Dünya Sağlık Örgütü (WHO) yetişkinleri için günde en az 30 dakika ılımlı fiziksel aktivite (sporla sınırlı olmaksızın) ve çocuklar için 60 dakika önerir. Spor katılımcılığı teşvik ederek, ayrımcılığa uğrama olasılığı yüksek sosyal grupların (kadınlar, yaşlılar, göçmenler, engelliler vb.) toplumun diğer üyeleriyle etkileşime geçmesini, sosyal bağların kurulmasını kolaylaştırır.
AB üyesi 28 ülkede yapılan Eurobarometer araştırmasına göre, AB vatandaşları arasında spor ve fiziksel faaliyete katılma oranı oldukça yüksektir. Araştırmaya katılanların yüzde 65’i haftada en az bir kez fiziksel faaliyette bulunduklarını belirtirken, yüzde 40’ı düzenli olarak spor yaptığını belirtmektedir. Erkekler kadınlara göre daha fazla spor faaliyetlerine katılmaktadırlar. Spor yapma oranı yaşla birlikte azalma eğilimi gösterse de, 70 yaşın üstündeki AB vatandaşlarının yüzde 22’si spor yaptıklarını belirtmişlerdir. Spor yapma oranı AB ülkeleri arasında farklılık göstermektedir. Kuzey ülkelerinde bu oran yüksek iken (İsveç’te yüzde 72), güney ülkelerinde (İtalya ve Yunanistan’da yüzde 3) düşmektedir.
Spora dair istatistiksel verilerimiz hiç de iç açıcı değil. Ülkemizde spor yapma oranları kadar lisanslı sporcu sayılarında da büyük sıkıntı söz konusu. Öte yandan spor yönetimine yön verenler ise tesis konusundaki yerimize vurgu yapmak suretiyle var olan sorunları görmezden gelmeyi sürdürüyorlar. Veyahut kendisi çok büyük buna karşın yarattığı etkilerin sıradanın ötesine geçemediği 'bilimsel toplantılar' adı altında var olan durumun aynen sürdürülmesine katkıda bulunuyorlar. Bir kentin/ülkenin sporunu, o kentin/ülkenin yönetim/yönetilememe olgusundan bağımsız düşünemeyiz. Daha müreffeh ve güvenli bir toplumsal çevrede yaşama hakkımız olduğu kadar daha sağlıklı bir yaşam sürdürebilmemiz için gereken şartların oluşturulmasını talep etme hakkımızın olduğunu da unutmamalıyız. “Sporu önce yapanlar ve yaptıranlar sever, sonra da izleyenler. Spor sıcaklık ister; spor herkesi kucaklayan ve kendini aşmaya çağıran alçakgönüllü bir insanlık mirasıdır.”
Sonraki iki yazımda ise önce Türkiye’de sporun bir türlü istenilen düzeye gelmemesine yol açan etmenlerinin neler olduğunu ardından da neler yapılabileceği üzerinde duracağım.