Modern anlamda sporun 19'uncu yüzyılın ikinci yarısında içinde yaşadığımız topraklarda yapılmaya başlandığını biliyoruz. Burada öncelikle askeri anlamda yaşanan dönüşüm sürecinin yansımalarının yanı sıra ülke içerisindeki özellikle yabancı dilde eğitim veren kurumların büyük bir etkisi söz konusu olmuştur. İşte tam bu noktada adını hem Osmanlı devletinin son döneminde hem de Türkiye Cumhuriyeti'nin kurulması sonrasında spor alanında sık sık duyacağımız bir isim söz konusu olacaktır: Selim Sırrı Tarcan. Kendisinin sporla ilgili olarak bırakmış olduğu muazzam etkinin boyutlarını iyi anlayabilmek için gayet iyi bir çalışma söz konusu. Dr. Tolga Şinoforoğlu tarafından yazılan Selim Sırrı Tarcan ve İsveç Jimnastiği* isimli eser, bir anlamda hem içinde yaşadığımız ülkenin spor tarihinin nasıl bir gelişim gösterdiğini ortaya koyuyor hem de bu gelişimin arka planındaki önemli bir ismin ayak izlerini daha yakından tanımamıza olanak sağlıyor.
Üç bölümden oluşan kitabın ilk bölümünde Türkiye'de beden eğitimi akımının öncüsü Selim Sırrı Tarcan'ın hayatı ve hayatının farklı dönemlerinden kesitlere yer veriliyor. İkinci bölüm ise 18 ve 19'uncu yüzyıllarda Avrupa'da ortaya çıkan beden eğitimi akımlarına ayrılmış olup burada Alman jimnastiği, İsveç Jimnastiği ve Avrupa kökenli beden eğitimi akımlarının Türkiye'ye gelişi konu ediliyor. Bu bölümün özgün yanı iki farklı jimnastik ekolünün esaslarının yanı sıra önde gelen temsilcilerinin kimler olduğuna dair bilgilerin de burada yer alıyor oluşu. Kitabın son bölümünde ise Selim Sırrı Tarcan ve İsveç jimnastiğinin Türk eğitim sistemine entegrasyonuna yer veriliyor. Aslında bu bölüm bir anlamda ülkemizin kuruluş dönemindeki spor politikasının arkasında yatan saiklerin neler olduğunu anlamamıza da yardımcı olacak nitelikte bilgileri içeriyor.
Selim Sırrı beyin jimnastik aşkının doğduğu yerin Mekteb-i Sultani olması ve ona bu tutkuyu kazandıran kişinin de bu toprakların öncü beden eğitimi isimlerinin başında gelen Ali Faik Üstünidman olması dikkat çekici.
"Fransız sistemine göre düzenlenmiş programı gereği jimnastik derslerinin birey yönelimli John-Amaros jimnastiği uygulamaları kapsamında yapıldığı Mekteb-i Sultani'de okuduğu dönemde derslerinde pek başarılı olamamış sıklıkla yaramazlıklarıyla anıldığı okulunda, belki de başarılı olduğu tek ders olan jimnastikten dönem sonlarında sınıf birincisi olarak ödül almıştır. Ancak maddi imkansızlıklar sonucunda bitirmesine iki sene kala Mekteb-i Sultani'den ayrılmak zorunda kalmıştır" (s.23).
Selim Sırrı Tarcan daha sonra Mühendishane-i Berri-i Hümayun'da eğitime başlamış ve aldığı eğitimden hoşnut olmadığı için arkadaşı Rıza Tevfik Bölükbaşı'yla birlikte jimnastik ve spora yönelmiştir.
"…Meraklısı olduğu ve okul programında yer almasına rağmen kılıç tutmasını bile bilmeyen jimnastik öğretmenin verdiği eskrim derslerinden bir fayda göremeyeceğine kanaat getirince Beyoğlu'nda İtalyan Lambertini'den eskrim dersleri alır. Paralel, halka ve barfiks aletlerinde uzmanlaştığı jimnastik dışında, spora olan ilgisi Mühendishane yıllarında gittikçe artar. Kuşdili Çayırında İngilizleri takliden futbol oynamakta, Fener deniz hamamında yüzmekte, at binmekte, kürek çekmekte, güreşmekte ve 'manevi evlatlarım' dediği değişik ağırlıktaki gülleleri her gittiği yere taşımaktadır!" (s.27). Alıntıdan da anlaşılacağı üzere, sporun farklı branşlarını yapmaya çalışan ve bundan keyif alan bir kişinin portresi var karşımızda. İlerleyen zamanlarda sadece spor yapmakla kalmayacak aynı zamanda spora ilişkin yazılar da yazmaya başlayacaktır. "1903'te Servet-i Fünun'da spora ilişkin olarak Terbiye-i Bedeniye dersleri başlıklı seri yazılar yazacaktır. "Galatasaray lisesi öğretmeni Mösyö Gouvery ile Türkiye'deki ilk boks maçını Tepebaşı Millet bahçesinde 21 Eylül 1908 tarihindeki programda yapar" (s.28).
II. Meşrutiyetin ilanı sırasında ateşli bir hatip olarak Selim Sırrı Tarcan'ın yapmış olduğu konuşmaların ünü yurt dışına kadar taşmıştır. Harbiye Nezareti tarafından rütbesi binbaşılığa yükseltilerek Paris'e ateşemiliter olarak atanmak istenmesiyle, Selim Sırı Tarcan aradığı fırsatı yakalamış ve beden eğitimi konusunda öğrenim görmek için Paris'e değil İsveç'e gitmeyi istediğini belirtmiş ve talebi kabul görmüştür. "İsveç'ten 11 Mayıs 1910'da yurda döndüğünde kendisindeki anlayış değişikliğini 'İsveç'e pazılarımla gittim, kafamla döndüm' ifadesiyle açıklayan Selim Sırrı Bey. İsveç'te sadece jimnastiğin bilimsel esaslarını farkına varmamış, burada keşfettiği ve sosyal hayatın vazgeçilmez bir parçası olarak gördüğü halk danslarının Türkiye'de de geliştirilmesi fikrine kapılmış ve bunu gerçekleştirmiştir" (s.44-45).
Selim Sırrı Tarcan'ın hayat hikâyesi bir anlamda yaşadığı dönemin tarihsel dönüşümlerini anlamayı ve bu dönemde etkili olan kimi kişi ve görüşleri de daha yakından tanımaya olanak sağlıyor. Örneğin Tarık Zafer Tunaya hocanın "II Meşrutiyet Cumhuriyetin Siyasal Laboratuvarıdır" sözünün ne kadar yerinde olduğunu bir kez daha anlıyorsunuz. Ya da Ziya Gökalp ile Prens Sabahattin arasındaki ayrımda Osmanlının son döneminde henüz Prens Sabahattin'in etkisini sürdürdüğünü bizzat Selim Sırrı'nın kurduğu Türkiye'nin ilk beden eğitimi ve spor alanındaki kurumsal yapısı olan özel Terbiye-i Bedeniye mektebinin 20 Aralık 1908 tarihindeki açılış konuşmasını yapmasında görebiliyorsunuz.
"Selim Sırrı Bey 1620 sicil numarası ile 27 Temmuz 1910 günü İstanbul Vilayeti Terbiye-i Bedeniye Müfettişliği görevine 2000 kuruş maaşla başlar. Bu, II. Meşrutiyet'e kadar devam eden ve jimnastiğin 'John-Amaros' usulüne göre uygulandığı 'birey yönelimli' sürecin, artık yerini 'kitle yönelimli' İsveç jimnastiği anlayışına terk etmesi anlamına gelmektedir. Eğitimde yenileşme ortak paydasındaki hemfikir, ancak yöntemler konusunda farklı düşüncelere sahip aydınlar arasında Selim Sırrı Bey'in tarihi misyonu böylece başlamıştır."(s.53).
Tarihi misyonunu hızla yerine getirmeye çalışan Selim Sırrı Tarcan, önce 1911 yılında Terbiyevi İsveç jimnastikleri ve Mektep oyunlarını kaleme almış, bu çalışma 7 yaşından 12 yaşına kadar kız ve erkek okul çocukları için hazırlanmış olup aynı tarihte çıkartılan kararname ile ders kitabı olarak belirlenmiştir. Bu arada düzenlediği konferans ve seminerlerle kitlelere sporun önemini anlatmaya ve söz konusu olguyu kitlelerle buluşturmaya devam etmiştir. Kız çocuklarının spor yapmasının teşvik edilebilmesinin önünü açabilmek için ise dersin medreselere sokulabilmesini sağlayacak adımların atılması yoluna gitmiştir.
"Ekim 1914'te Medreset'ül Vaizin'e beden eğitimi öğretmeni olarak atanmıştır. Beden eğitimin bireysel fonksiyonlarını kendi üzerlerinde yaşayan din görevlilerinin beden eğitimine karşı önyargılarını kırarak her cinsiyetten insanın beden eğitimi yapmasının doğal karşılanmalarını amaçlamıştır. Böylece kız okullarına beden eğitimini sokmak daha kolaylaşmıştır" (s.57).
Selim Sırrı Tarcan'ı özgül kılan bir diğer önemli başarısı ise ülkemizde milyonlarca insanın hafızalarına kazınmış olan Gençlik Marşını ortaya çıkartan kişi olmasıdır.
"Beden eğitimi ve spor hayatımızda büyük önemi olan ve günümüzde 19 Mayıs Atatürk'ü Anma, Gençlik ve Spor Bayramı olarak kutlanan bayramların ilk uygulamasını 12 Mayıs 1916'da Kadıköy İttihada Spor Kulübünün sahasında 'Birinci İdman Bayramı' adı altında düzenlenmiştir. Birinci İdman Bayramında nizam ve intizamın yurt dışındaki örneklerinde olduğu gibi bir yürüyüş marşı ile desteklenmesi gerekliliğini düşünmüş ve böylece İsveç'te duyduğu Felix Körling tarafından bestelenen 'Tre Traillande Jöntor'(Şakıyan Üç Genç Kız) isimli halk türküsünü Türkçe'ye uyarlayıp, güftesini arkadaşı Ali Ulvi(Elöve) Bey'e yaptırarak milli bir marş niteliği kazanan 'Gençlik Marşı'nı ortaya çıkarmıştır…'Sarı Zeybek' türküsüne yaptığı beste ile geliştirdiği 'Tarcan Zeybeği'ni öğretmenlik ve müdürlük yaptığı Darülmuallimin'de öğrencilerine öğreterek yaygınlaşmasını sağlamıştır" (s.59).
Selim Sırrı Tarcan'a Milli Olimpiyat Komitesini kurmasında aracı olması için teklif bizzat Baron De Coubertin tarafından yapılmış olup, "Selim Sırrı Bey Uluslararası Olimpiyat Komitesi'ndeki mevcut üye listesinde 37.üye olarak yerini almış ve Asya kıtasının da ilk üyesi olmuştur" (s.64). Cumhuriyetin ilanı sonrasındaki Türkiye Milli Olimpiyat Cemiyetinin 1923 yılındaki kuruluşu da yine Selim Sırrı Tarcan'ın başkanlığında gerçekleşmiştir.
Kitabın ikinci bölümü 18 ve 19'uncu yüzyıllarda Avrupa'da gerçekleşen Beden eğitimi akımlarına ayrılmıştır. Burada belirleyici olan husus aslında sporun militer yanların hayata geçirilmesinde nasıl bir etkide bulunduğu gerçeğidir ki bu noktada Alman jimnastiği son derece belirleyici bir görünüm arz etmektedir. Askeri anlamda sıkıntı yaşayan ülkeler açısından bu model adeta bir can simidi olarak görülmüş ve Osmanlı ülkesinde de karşılık bulmuştur.
"'Paramiliter' amaçlı Sparta ve Roma beden eğitiminin benzeri ideolojik anlamlar yüklenerek 'Jahn Jimnastik Sistemi' olarak Almanya'da ortaya çıkmış, 'sağlık' yönelimli geç klasik ve Helenistik çağ Atina beden eğitimin ardılı sayılabilecek jimnastik türü ise 'Ling Jimnastik Sistemi' adıyla İsveç'te baş göstermiştir. 'Agonistik' ya da diğer bir deyişle 'yarışma' amaçlı Antik Yunan Jimnastiği ile yüksek performans çabası ve rekabet prensipleriyle benzeşen 'spor' yine 19. Yüzyıl içinde İngiltere'de diğer sistemlerden tamamen ayrı bir kulvarda gelişmiştir" (s.72-73).
Bu bölümde ayrıca bazı öncü isimlerden ve onların çalışmalarından da bahsedilmektedir ki, ilginizi çekebileceğini düşündüğüm birkaç isim ve onların kitaplarının tarihlerini vermekle yetineceğim. Örneğin GutsMuths 1793'te jimnastikte bir çığır açan Gençlik için Jimnastik kitabında tırmanma, denge, atlama, koşma, sıçrama ve atmadan, yüzmeye, buz patenine ve yürüyüşe kadar egzersizler ve oyunlar hakkında geniş bir koleksiyonu egzersiz algısını arttırmak için ortaya koymuştur" (s. 77).
Guts Muths 1804 yılında ikinci baskısı yapılan çalışmada bu kez kızlara ait hareketleri de içine dahil etmiştir. Alman modelinin ortaya çıkartılmasındaki en önemli isim olan Ludwig Jahn'a göre "toplu geziler, gizli faziletleri uyandırır'…Jahn ayrıca bir jimnastik geleneği yaratmıştır. Jimnastikçiler kardeşliğin belirtisi olarak birbirlerine 'sen' diye hitap ederken, gri renk kumaştan yapılmış bir örnek elbiseler giymiş, göğüslerine tanınmak için özel işaretler takmışlardır. Turnekreuz(turner haçı) denilen bu işaret, jimnastikçilerin (canlı, dindar, neşeli, özgür) olmak gibi dört erdemini sembolize etmektedir" (s.85-86).
İsveç Jimnastiği militer bakış açılı Alman jimnastiğine oranla çok daha fazla doğayla bütünleşme yanlısı bir amaç içermektedir. "Ling'in amacı, vücudun ahenkli gelişimi ile bedensel ve entelektüel becerilerin birbirleri ile bağlantılı olarak gücünü ve kapasitesini egzersiz yoluyla sağlamak ve bunu insanların genel eğitiminin bir temeli teşkil etmektir…Ling'in üzerinde durduğu konu, jimnastiği sadece eğitimin bir parçası yapmak değil aynı zamanda hastalıkların da tedavisinde kullanmaktır. 3 ana kitap yazmıştır. 1836'da yayınlanan Jimnastik Talimatnamesi, 1838'de yayınlanan Jimnastik Talimatları ve Askerler için Süngü Egzersizleri ve ölümünden sonra 1840'da yayınlanan Jimnastiğin Genel Esasları." (s.95-96).
İsveç jimnastiğinin hem açık hem de kapalı alanlarda kolayca yapılabiliyor olması yaygınlığının artmasına yol açmış olup genç cumhuriyetin de bu doğrultuda söz konusu yaklaşımı daha kolay bir biçimde uygulamasına yardımcı olmuştur. İsveç jimnastiğinin bir diğer ilgi çekici noktası kadınların da sporun içerisinde yer alıyor olmaları noktasıdır ki, cumhuriyeti kuran kadro açısından bu husus da son derece önem arz etmektedir. Kitabı okuduğunuzda ilginizi çeken bir diğer husus ise Danimarka'da 1814 yılında, İsveç'te ise 1824 yılında beden eğitimin yasal düzenlemelerle okulların zorunlu dersi haline getirilmiş olmasıdır. Bugün Avrupa'da en fazla spor yapan iki ülkenin bu ülkeler olmasının tesadüf olmadığının bir anlamda kanıtıdır bu bilgi.
Selim Sırrı Tarcan her yaştan bireylere spor yaptırabilmek amacıyla Alman jimnastiğini değil İsveç jimnastiğinin önemine vurgu yapmayı hayatı boyunca sürdürmüştür.
"Selim Sırrı Bey sayesinde II. Meşrutiyet öncesinden itibaren daha çok tedavi edici, iyileştirici bir formatta gelişen İsveç jimnastikleri Cumhuriyete geçişle birlikte rejimin genel sağlık politikasındaki 'tedavicilikten 'sıhhiyeciliğe' dönüş ile çakışınca popülaritesi ve meşruiyeti artmıştır. Bu nedenle İsveç jimnastiğinin Türkiye'deki asıl görünümünü Selim Sırrı Tarcan merkezinde değerlendirmek doğru olacaktır." (123).
Kitabın son bölümünde ise Selim Sırrı Tarcan'ın İsveç jimnastiğini Türk eğitim sistemine entegre etmesine dair bilgileri içermektedir. Bu bölüm aynı zamanda genç cumhuriyetin yavuz ve gürbüz evlatlar talebini karşılamada niçin İsveç jimnastiğinin daha etkili olabileceğini de ortaya koymaktadır. Selim Sırrı Bey, 11 Mayıs 1928 tarihinde yapılan Cumhuriyetin ilk İdman bayramında ise beden eğitiminin gerçek anlam ve amacını şu şekilde anlatmıştır: "Jimnastik ne bir hüner, ne bir marifet ne de güçlü kuvvetli olanlara inhisar etmiş bir sanat değildir. Şuurlu bir terbiye vasıtasıdır. Gençler jimnastik sayesinde kuvvetlerini tasarruf ve hüsnü idare etmeyi öğreneceklerdir. Vücut egzersizleri ruhun ve fikrin yükselmesine hadim oldukça makbuldür. Cimnastikten kadın, erkek, büyük, küçük her yaşta herkes istifade edebilir. Mekteplerimizde tatbik ettiğimiz beden terbiyesinin umumi gayesi uzviyetin sıhhat ve ahengidir" (s.165).
Dr. Tolga Şinoforoğlu'nun Prof. Dr. İbrahim Yıldıran hocamızın danışmanlığında hazırladığı doktora tezinden hareketle oluşturulan bu titiz çalışmanın spor bilimciler kadar sporun ülke içinde nasıl bir gelişim gösterdiğini öğrenmek isteyen herkesin okuması son derece yararlı olacaktır. Çalışma hem tarihsel arka planı iyi anlamamıza yardımcı oluyor hem de ülkemizin tarihsel geçmişinde yaşananların özümsenmesine katkıda bulunuyor. Selim Sırrı Tarcan, kişilik olarak son derece özgül bir isim olarak tanıyanların bile söz konusu bu çalışmayı okuduktan sonra hakkında daha fazla bilgi edinmek isteyecekleri bir kişi olarak durmaktadır. Tolga hocamız bu açıdan son derece önemli bir katkıya imza atmış ve tarihsel bir kişiliğin, içinde yaşadığımız ülkenin sporuna ve kültürüne yapmış olduğu etkiyi gözler önüne sermiştir.
⃰Tolga Şinoforoğlu, Selim Sırrı Tarcan ve İsveç Jimnastiği, Spor Yayınevi ve Kitabevi, Ankara 2020