Beton, o kadar düz, çoğunca pürüzsüz ve o kadar sert bir şeydir ki, betonla sosyolojinin üzeri örtülebilir ya da yeni bir sosyoloji inşa edilebilir.
Beton, sadece yeşilin üzerini örtmekle, denizi doldurup dalgaları uzakta bırakmakla kalmaz, insan ilişkilerinin, aşkın, yeni fikirlerin, sınıf mücadelesinin üstüne de dökülür.
Beton, yeri geldiğinde biraz yükseltilir ve toplumsal kurtuluş ve barışın önüne set çekilir, biraz daha yükselir, biraz daha yükselir, cezaevi, hücre olur, kışla olur, garnizon olur, betonun içine insanlar hapsedilir.
Beton, önce şehir olur, sonra bütün şehri bir cezaevi avlusuna dönüştürür.
Beton, bir inşaat malzemesi olduğu kadar bir ideolojidir de.
Beton, taş gibi somut ama resmi ideoloji kadar, genel ahlâk kadar da koyu sıvı bir soyutluktur.
Beton, fizik olduğu kadar sosyolojidir de, politikadır da.
Beton, sadece yağmurda toprak kokusunu, denizden esen yosun kokulu yeli duyulmaz kılmaz, farklı fikirleri, özgürlük çağrısını, yeni iletişim biçimlerini de susturur.
Beton, ormanlar kadar toplumları da mahveder.
İktidar mekanizmaları aynı zamanda beton karma ve beton dökme makineleridir.
İktidarlar, betona tutulurlar, beton tutulmasına uğrarlar. İşleri güçleri beton dökmek olur bir süre sonra.
İktidarlar, beton tutulmasının belli bir aşamasında kendilerini ve kendileriyle birlikte bütün bir toplumu da betondan ördükleri bir kozaya mahkûm eder. Plazalarla, gözetleme kuleleriyle birlikte despotizm de yükselir; toprakta erozyon, göllerde, nehirlerde çölleşme, köylerde, kentlerde susuzluk, toplumda suskunluk, umutsuzluk, insan karakterinde aşınma başlar.
Dalgalar, gel git, kumsal ile deniz arasındaki alışverişe set çekilirken betonla; insanlar ve toplumsal gruplar arasındaki iletişim de durdurulur, susturulur. Beton, toplumu toplum olmaktan çıkarır.
Beton, sadece denizi doldurmaz, resmi ideoloji ve genel ahlâk olarak toplumsal adaları, adacıkları da birleştirip sosyolojik fiziki haritadan üzerine iktidarın kendi otoriter talimatnamesinin kazınacağı tek renkli bir siyasi harita, dahası düz bir levha elde eder.
Beton, dikey olarak yükseldikçe toplum disipline edilir, zapturapt altına alınır, otorite şiddetlenir. Beton, yatay olarak yayıldıkça, toplumun üstünden silindir geçer, dümdüz edilir, toplumsal yaşam ortalamanın, dahası cehaletin hemzemini olur.
Beton, kurumsaldır. Ortalamanın hemzemininde kentliler, köylüler, sayıklıyormuş gibi volta atar. Hep aynı şeyleri söyleyerek aynı hareketleri yapar.
İdeolojik beton, iktidar kurumlarında, danışma kurullarında, akademik şuralarda, parti çalıştaylarında, komisyon ve konseylerde karılır, sansür ve denetleme kurulları, yasama, yürütme ve yargı organları tarafından toplumsal zemine dökülür.
Resmi ideoloji ve genel ahlâk betonsa, RTÜK, YÖK ve benzeri mekanizmalar beton dökme makineleridir.
Şehrin meydanları, plazaların görkemli girişleri, adliye binalarının atriumları, alışveriş merkezlerinin parıltılı koridorları, turizm komplekslerinin pürüzsüz piyasa iskeleleri, lüks ve korunaklı marinaları neyse, nasılsa, toplumsal ve kültürel hayatın da aynısı olması istenir.
İnsanların toplumsal adacıklar, farklı görüşler ve yaşam tarzları arasındaki yolculukları sınırlanır, engellenir, yolculuk vasıtaları ve iletişim araçları sıkıcı marinalara, tek düze ve suskun iskelelere çekilir, kunt iskele babalarına bağlanır.
2004 yılında yayımlanan 'Tam Yakalandığımız Yerden' adlı kitabımdaki bir yazımdan bir alıntı kitabımın arka kapağına da alınmıştı. Şöyle derim orada:
"Uzun süre cezaevinde yatmışlarınız bilir. Yatmamışlara da biz anlatalım. Cezaevinden çıktıktan sonraki birkaç gün eski mahpus sokakta doğru yürüyemez, sık sık tökezler. O kadarki o günlerde sokağa çıkmaktan çekinir. Çünkü sokaklar onun cezaevi avlularında, koridorlarında alıştığı gibi dümdüz değildir. Kabarır, yükselir, eğilir, sapar, küçüklü büyüklü taşlar, aniden açılan çukurlarla şaşırtır. Ayağı takılır, kayar, partisyonunu iyi ezberlememiş bir müzisyen gibi eli ayağına dolanır. Kimse avluda volta atarkenki gibi onunla uygun adım yürümemekte, oradan buradan çıkıp üstüne gelmektedir. Kızıp, küsüp eve kapanır mahpus. Bazen düşünüyorum, acaba siyasetçisinden CEO'suna, akademisyeninden kurmayına bütün bir iktidar erbabının üzerinde maydancılar tarafından gıcır gıcır parlatılmış o meclis, kışla, genel müdürlük holleri, toplantı salonları da benzeri bir kodes etkisi mi yapıyor? Sistemin onlar için dümdüz ettiği yönetim katlarından, alanlarından bu yüzden mi sokağa biraz korku, biraz nefretle bakıyorlar?"
Bunları bir yandan Kazdağları'ndaki altın arama faaliyetleri, siyanür kullanımı ve ağaç katliamını, bir yandan da Netflix, Blu TV gibi yeni yayın mecralarının RTÜK denetimine alınması kararını izlerken düşündüm.
Ama işte beton da çatlar, çatlakları ile vardır, değil mi?
Leonard Cohen'in 'Anthem'de (1992) dediği gibi: "Hâlâ çalabilen zilleri çal / Mükemmel teklifini unut / Her şeyde bir çatlak, bir çatlak vardır / Işık içeri böyle girer…"