Sadece çevre sorunlarıyla mücadelede değil genel olarak daha adil, daha yaşanılası bir dünya için mücadelede bir akşam sefası gibi hareket etmek gerekiyor. Ya da bir küstüm çiçeği. Açılmak, kapanmak, belli bir ritimle, duyarlı bir zamanlamayla, doğal bir taktik, kararlı bir yaşama stratejisiyle. Coşkulu ve hüzünlü bir çiçek yani.
Açılma sadece coğrafyaya olmayacaktır, yüzeye değil; derine ve yukarıya doğru da olacaktır. İlla bir yüzeye yayılınacaksa, yaprak açılacak, kol uzatılacak, el atılacaksa, mücadelenin bütün veçhelerine olacak bu açılma, iktidarın bütün etki alanlarına, sınıf mücadelesinin bütün sahalarına.
Yani, eni konu kapsamlı bir mücadele bu. Yerelden küresele, tekilden çoğula.
Çevre mücadelesi ise çok riskli bir alan. Egemen sınıf mensupları, otoriteryan iktidarın sözcüleri derelerinizde hem ellerini yıkayıp hem de suyunuza zehir katmayı sürdürebilirler bir yandan da.
Çevre mücadelesi gerek aciliyeti, gerekse masumiyetiyle egemen sınıflar ve siyasi iktidarlar için, çok kolay bir suni muhalefete dönüştürebileceği, pansuman tavizlerle kendini aklayabileceği, sorumlusu yine kendisinin olduğu sorunu başka suçlarını kamufle etmek için kullanabileceği bir alan açıyor. Sınıf çelişkisi ve iktidarın dayattığı ölümcül hiyerarşi, çevre mücadelesinin görüntüdeki müşterekleri ve yansızlığı ile gözden ırak tutulabiliyor.
Bütün bunları ukalalık olsun diye söylemedim. Zaten bu mücadelenin içindeki çoğu insan bunları görüyor. Yine de şöyle demek isterim: Ne Kaz Dağları ne de Hasankeyf'teki mücadele ülkedeki savaş politikası ya da işçi katliamına karşı mücadeleden mesela, bağımsız yürütülebilir.
Türkiye'nin ve hatta dünyanın bütün doğal ve tarihsel çevre sorunlarında acımasız kapitalizm ve dinci ya da muhafazakâr iktidarların geçmiş ve geleceğe saygısız ve duyarsız, pervasız egoizmi kristalize oluyor, olur.
Senkronin, eşzamanlılığın egoizmidir bu: Senkronik egoizm.
Kapitalist de, siyasi muktedir de, ne geçmişi ne de geleceği umursar, umursayabilir hatta, senkroniye meftun ve mahkûm olmuş; biri kâr maksimizasyonunun aksiyomu, diğeri uhreviyatın dünya ve akıl dışılığı ile davranır. Egoizmde buluşur, egoizmde ayrışırlar birbirlerinden.
Kapitalistin egoizmini ve senkroni tutkunluğunu biraz daha tarif edecek olursam, 'aritmetik bir egoizm', 'prodüktif bir senkroni' derim. İşinde kâr artırımı, dahası kâr maksimizasyonu olmadı mı, toprağın altından kayacağını düstur edinmiş kapitalist, Karl Marx'ın dediği gibi "gölgesini satamadığı ağacı keser." Maksimum prodüktif, verimliliği engelsizce artıran bir eşzamanlılığın esrikliği içinde bir gün cıscıbıldak kalacağı bir geleceği yonttuğunu fark etmesi ya da umursaması imkânsızlaşmıştır onun.
Dinci muhafazakârın egoizmi ve senkroni tutkunluğu ise, 'irrasyonel egoizm' ve 'dünya dışı senkronizm'dir. Kendisine dışsal bir adaleti varsayan ve kendisini dahil etmediği bir dışsal etiği tanıyan dinci muhafazakârın dünyevi olan her meselede egoizme savrulması işten bile değildir, hatta uhrevi adalet anlayışının doğal sonucudur. Çünkü adalet onun meselesi değildir inancına göre. Uhrevi olana yaklaştıkça tarihsellik ve olgusallıktan uzaklaşır ve maddenin tarihselliğinden inancın eşzamanlılığına yönelir o artık. Kendisine ve iştahına kısıt getireceği varsayılan inancı tam tersine ona egoizmin ve senkroninin geniş ve mümbit özgürlük alanını açmıştır.
Biri maddeyi maddeyle sömüren, maddeden mal üreten, diğeri maddeye ve maddeselliğe karşıt uhrevi söylem üreten, söylem tekrarlayan ama her ikisi de maddi dünyaya duyulan sorumsuzluk ve düşmanca iştahta buluşan iki egemen güç, dünyayı hızla yaşanılamaz hale getirmekle meşgul ve çoğunca da iş birliğinde.
Biri kârınını maksimize etmek, diğeri iktidarını ve ideolojisini hakim kılmak için alım gücümüze, satılık iş gücümüze, vergi mükellefiyetimize ihtiyaç duymasa ağacı değil bizi de keser.
Çevre mücadelesi aynı zamanda dünyanın ve insanlığın tarihselliği ve zamanın bütünselliği için bir mücadeledir. Raydan çıkmış bir senkroniye karşı toplumsal yaşamın ve üretimin aklın rayına oturtulması ve elbette dünyevi bir etik inşa etmektir.