Uygarlık -bu olmadı-, kapitalizm öyle bir aşamaya geldi ki, artık her kıpırdadığınızda etrafa ve kendinize zarar veriyorsunuz. Kâr maksimizasyonundan başka derdi olmayan bir üretim sisteminin ve yaşam tarzının, geçmişe ve geleceğe yönelik her türlü sorumluluktan azade eş zamanlı bakışı, 'senkronik egoizm'i bu hale getirdi dünyayı. Her kıpırdanmanız, sıkıştığınız, sıkıştırıldığınız bu klostrofobik eş zamanlılığın içindeki her hareketiniz, artık bireysel ve toplumsal bir intihar sonucunu veriyor. 'Zamanın etiği'ni kaybetmiş bu geç kapitalist toplumda, artık her birey istemeden dönüştüğü/dönüştürüldüğü bir müntehir olarak gelmekte olan felaketi tehir etmenin imkânsızlığını deneyimliyor bir yandan da. Oysa bu 'senkronik egoizm' düzenine alternatif, zamanla dost, zamandan öğrenen, zamanda öğrenerek zaman algısını genişleten, bu geniş alanda geçmişe ve geleceğe sorumlu bir 'zaman etiği' inşa etmiş bir uygarlık mümkün olabilirdi, olmalıydı.
'Zaman etiği' olmayan, 'senkronik egoizm'e tutsak bugünkü üretim sistemi maddeye yönelik dev bir iştah, doymak bilmez bir yağmacılık ve bağımlı bir nefretle yeryüzündeki hayatı sürdürülebilir kılacak her kaynağa körlemesine saldırıyor, her kaynağı cahilce tüketiyor, yakıyor, yıkıyor. Kapitalist üretim, evet, artık bir toplu intihardır. Böyle oldu sonunda.
İklim değişikliği, küresel ısınma gibi konular aslında yine çokça konuşuluyor dünyada. Gündelik siyasi labirentimizden çıkabilsek bizim ülkede de daha fazla konuşulacak. Batı'da bilim ve siyasetin gündemini en fazla bu konular meşgul ediyor şu sıralar. Fakat görünen o ki orada da gelmekte olan felaketi önlemeye ya da geciktirmeye yönelik her önlem bu açılmış yaraya pamuk basmak, pansuman tedavisi yapmaktan ileri gitmiyor. Batı kapitalizminin ve yaşam tarzının da 'senkronik egoizm'inden taviz vermeye niyeti yok. Oysa dediğim gibi, gelinen aşamada kıpırdasanız dünyaya yönelik bu eş zamanlı yıkıcılığın tuzağına düşüyorsunuz.
Sadece şu geçen birkaç gün içinde şunları öğrendim:
Bir kere iklim değişikliğini önlemek ya da geciktirmek için tembelleşmemiz lazım. Yapılan bilimsel araştırmalara göre herkesin haftada ortalama dokuz saatten fazla çalışmaması gerekiyor. Ancak böylesi bir 'tembelleşme'nin iklim değişikliğine karşı en etkili ve sürekli önlem olabileceği öngörülüyor biliminsanlarınca.
Internette online-video yayınları yılda 300 milyon ton karbondioksit salınmasına sebep oluyor. Bu yıllık küresel emisyonun yaklaşık yüzde biri. Bunun üçte biri ise Netflix'in yayınlarından ve pornografi tüketiminden geliyor. Internette porno seyretmenin sonucunda salınan karbondioksit Belçika gibi bir ülkenin bir yıllık üretimine tekabül ediyor.
Yani durum öyle bir aşamaya gelmiş ki, hırslı üretim de tembel keyif de küresel toplu intihara katkı sağlıyor artık. Avusturya'da yayımlanan ciddi bir gazete olan Der Standard'ın spot olarak geçtiği bu iki haberi özellikle seçtim örnekleme için.
İklim değişikliğine karşı tedbir olarak aylaklık yapmaya karar verip Netflix'te sezonlar dolusu dizi seyretmeye otursanız da, 'elbette meraktan' bir başka sitede porno izlemeye kalksanız da aynı döngüye yakalanıyorsunuz.
Olanı biteni Marksist terminoloji ve metodolojiyle çözümler ve betimlersek durum daha da netleşecek. Karl Marx, Ocak 1859'da, Londra'da kaleme aldığı Ekonomik Politiğin Eleştirisine Katkı'nın önsözünde şöyle diyor:
"Gelişmelerinin belli bir aşamasında, toplumun maddi üretici güçleri, o zamana kadar içinde hareket ettikleri mevcut üretim ilişkilerine ya da, bunların hukuki ifadesinden başka bir şey olmayan, mülkiyet ilişkilerine ters düşerler. Üretici güçlerin gelişmesinin biçimleri olan bu ilişkiler, onların engelleri haline gelirler. O zaman bir toplumsal devrim çağı başlar."
Evet, bugünün dünyası tam da Marx'ın sözünü ettiği aşamayı zorluyor şimdi. İnsani ya da teknolojik üretici güçlerin geldiği bu aşamada modern kapitalizmin üretim ilişkileri, gelişmiş üretici güçleri sadece engellemekle kalmıyor, yıkım aktörlerine ya da aygıtlarına da dönüştürüyor.
Her buluş ya da gelişme, gelmekte olan felaketin hızına ivme kazandırıyor.
İnsanlık bugün sarhoş edici bir panik, şehvetle arzulanan bir dehşet içinde intiharına koşuyor.
Dünyayı hızla işgal eden otoriter yönetimler, sağ popülizmdeki küresel yükseliş tam da bu panik durumunun, şehvetle deneyimlenen bu dehşet ortamının, arzunun yerine geçen bir müntehirliğin sonucudur bugün.
Bugünün sağ popülist, otoriter liderleri en uzun ve en kısa bir şimdiki zamanın 'maestro'larıdır artık. Tarih ve tarihsellik bilinciyle kazanılmış zaman etiğini bertaraf edip yerine senkronik egoizmi empoze etmek için her türlü yıkım aracını kullanmaya hazırlar ve kullanıyorlar da.
İnsanlık kültürüne savaş açılmış bu çağda onlar tam da nefret ettikleri ve yakıp yıktıkları doğaya, doğanın güçler hiyerarşisine, güçlünün (ve zenginin) diğerlerine sınırsızca tahakküm ettiği şiddet düzenine dönüşün yalvaçları. Asalarıyla bize toplu intihar kampımızı işaret ediyorlar.
Marx'ın müjdelediği toplumsal devrim çağına kadar dünyada ekonomi yağmadan, siyaset ise toplu intihardan ibaret olacaktır.