Antalya Emniyet Müdürü, görevdeki tüm polislere emniyet kemeri kullanma zorunluluğu koydu. Aldı başını bir tartışma. Bazı polisler, “Emniyet kemerimiz takılı olursa acil bir durumda nasıl silah çekeceğiz? Başımıza bir iş gelir, sorumlusu kim olur?” mealinde dertlendiler.
Türkiye’de yaşanmış iki ayrı trafik kazasından bahsedeceğim. İkisi de Güneydoğu’da yaşanmış, ikisi de özel harekatçıların başından geçmiş ibretlik öyküler.
Öykülerden ilki Mardin Kızıltepe’de yaşandı.
Özel harekatçıların kullandığı araç hiç konforlu değildi. Taşların üzerinde ilerlerken, bozuk asfaltın üzerinden atlarken içindekilere böbrek taşı söktürürdü. İçi karanlık ve bazen de havasızdı. Gürültülüydü. Menteşeli ağır yan kapılarından girmek ve çıkmak için iki büklüm olunurdu.
Bütün bunlara rağmen çok sevilirdi ve insanlar sadece ona binmek isterdi. Çünkü bu aracın derdi içindekilere konfor değil güven sunmaktı. Defalarca testten geçmiş ve kendini kanıtlamıştı. O bölge için mükemmeldi.
Mayına, bombaya karşı dayanıklıydı. Gövdesinin üst bölümü mermi sızdırmaz şekilde zırhlanarak planlanmıştı. Altı da tamamen zırhlıydı. İçindeki polisler, silahlı bir saldırıya karşı güvenli bir kutunun içinde seyahat ediyorlardı. Bu araç 15 metre yüksekten düşse, muhtemelen gövde yapısı hiç bozulmayacak, tavan ezilmeyecek, camlar bile kırılmayacaktı. Pahalıydı. Ama buna değerdi çünkü asli görevi, içindeki personeli bir yerden diğerine sağ salim ulaştırabilmekti.
2011 yılının Ekim ayının başlarında Kızıltepe’de 5 özel harekatçı polis “Akrep” adı verilen bu araçlardan birine bindiler. Sabah 09.00 civarıydı. Sıcak bir göreve mi gönderilmişlerdi, görevden mi dönüyorlardı ya da sadece evlerine mi gidiyorlardı bilmiyorum. Ama şehirde ve normal trafiğin içindeydiler. Tabur komutanlığı yakınlarında araç kontrolden çıktı, yolun kenarına devrildi. “Akrep” yapması gerekeni yapmış, formunu korumuş, ezilmemiş, büzülmemişti. Camları bile kırılmamıştı. Sapasağlamdı.
Ama çarpma durumunda ya da devrilme başladığında, zırhlı, kurşun geçirmez pahalı aracın, içindeki personeli koruması mümkün değildi. Çünkü personelin emniyet kemerleri takılı değildi. O güçlü kuvvetli genç insanların bile, çarpma ya da devrilme sırasında aracın içinde tutunmaları, kendilerini durdurabilmeleri mümkün değildi. Öyle de oldu.
5 polis o sağlam kutunun içinde oradan oraya savruldular. Metal ekipmana, aracın iç köşelerine, belki de birbirlerine çarpa çarpa saniyeler geçirdiler. 4’ü hayatını kaybetti.
Haber, birçok kaynakta “Polisler mıcır kurbanı” başlığı ile verildi. Aslında tedbirsizliğin, eğitimsizliğin kurbanı oldular.
Yolda mıcır gibi, çamur gibi veya buz gibi kaydırıcı etkenlerin olması mümkün. Öncelikle bu etkenleri göz ardı etmeden sürüş gerekli. Ama bu kazada sadece emniyet kemerleri takılı olsaydı, çarpma ve devrilme sırasında koltuklarında bağlı kalır, aracın içinde savrulmaz, yaralanmaz ve çok büyük bir olasılıkla kapıyı açıp inerlerdi.
Emniyet kemeri kullanımını arttırmaya çalıştığımız eğitimlerde çok sık karşılaştığımız sorulardan biri şudur: “Araç suya düşerse ne olacak? Emniyet kemerini açıncaya kadar boğuluruz.” Veya, “Araçta yangın çıkarsa ne olacak? Anlık mesele, emniyet kemerini açıncaya kadar yanarız”.
Çok düşük bir olasılık ama evet, bunlardan biri olabilir.
Kazanın ardından bu tür olağandışı, yangın veya suya düşme gibi durumlarda asıl gerekli olan tüm yolcuların, şuurlarını kaybetmemiş olmalarıdır. Aracın içinde kendinden geçmiş birinin yangından ya da sudan kurtulması mümkün olamayacaktır. Hatta bu yolcu dışarıya çıkmaya çalışan diğerleri için de büyük sorundur. Tüm yolcuların emniyet kemerlerinin takılı olması durumunda ise, kazadan sonra yangın da çıkmış olsa, araç suya da düşmüş olsa prensip olarak herkesin şuuru açık olacaktır. Kurtulmak için yapılabilecek çok şey vardır.
Şimdi ikinci gerçek polis öyküsüne göz atalım.
Geçtiğimiz yılın başlarında 5 polis görevden dönüyordu. Bölge gergin ve çatışmaların olduğu bir bölgeydi. Araç, hepimizin kullandığı cinsten, standart bir araçtı. Derin bir vadinin içinde, virajlı asfalt yolda makul bir hızla ilerlerken konu kazalardan, emniyet kemerinin işlevinden açıldı. Önde ve sağda oturan polis, “Hadi hepimiz takalım şu kemerleri” dedi. Dördü kemerleri takmaya davranırken, arkada ve ortada oturan itiraz etti. Yolculuğun zorlaşacağını, zaten arkada oturduğu için çok gerekli olmadığını düşünüyordu.
Israr üzerine elini kemerin tokasına attı, çekti, yerine taktı ve “klik” sesi ile birlikte, ortalık karardı.
Aracın önce arkası hafifçe kaydı. Her seferinde daha da artan kuvvetle kontrolsüzce savruldu. Yolun solu dereydi. Önce arka sonra ön taraf yerden kesildi. Araç havadayken hafifçe sağ yanına döndü, ön sağ köşesi yere değdi ve havada takla atmaya başladı.
İçindekiler bin türlü badireye alışık insanlardı ama bu hiçbirine benzemiyordu. Tutunamıyor, gizlenemiyor, kollarını, bacaklarını hissetmiyor, başlarının savrulmasını durduramıyorlardı. Kırılan camlar, su şişeleri ve telefonlar, bağlı olmayan her şey aracın içinde uçuşuyordu. O çok uzun saliseler içinde sağ ve sol, alt ve üst kavramları birbirinin içine girmişti. Derin karanlık bittiğinde, yuvarlanma durduğunda ve uğultu kesildiğinde araç yarı beline kadar derenin içindeydi. Motordan bembeyaz yoğun bir duman yükseliyordu. Soğukkanlılıkla birbirlerine baktılar. 5’i de emniyet kemerlerini açtılar, açılabilen kapılardan, kırık camlardan dışarıya çıktılar. Üstlerini silkelediler ve şükrettiler. Ufak tefek sıyrıkları vardı.
Antalya Emniyet Müdürü Mustafa Sağlam, İstanbul’da, Adıyaman’da, Tunceli’de, Diyarbakır’da görev yapmış, polislik mesleğinin şartlarını da dünyayı da tanıyan bir bürokrat. Bu kararını uygulamada direnirse, tüm ülkeye örnek olacağı muhakkak. Böylece hem kendi meslektaşlarının çoğunun hayatını kurtaracak bir alışkanlığa liderlik edecek hem de polislerin örnek olacağı siviller açısından trafik güvenliğinde bir dönem başlatacak.
Hemen hemen tüm AB ülkelerinde ve Amerika’da birçok eyalette devriye polisleri emniyet kemeri takarlar.
Şimdi nasıl düşünelim? Türkiye’de polisler de emniyet kemeri takmalı mı?