Cumhurbaşkanı Erdoğan haklı. Eğer birilerinin Amerikalı yerlilerin vatanlarına ulaşmasını bir “keşif” olarak niteleyeceksek ve bu konuda ihtimallere işaret edeceksek, doğrudur Amerika’yı muhtemelen İslam dünyasının denizcileri “keşfetmiştir.” İspanyol bayraklı gemilerle yola çıkan Cenovalı denizci ve kâşif Kristof Kolomb ise olsa olsa Amerika’ya en son ulaşmış kâşiflerden biridir. Zaten onun da bu “keşfini” elindeki Müslüman denizcilerin haritaları ve pusulaları mümkün kılmıştır. Ancak Cumhurbaşkanı tarih konusunda yanılıyor olabilir. Bu “keşfin” muhtemelen 1312-1420 tarihleri arasında gerçekleşmiş olması daha gerçekçi bir ihtimaldir.
Bilim dünyasında yüzlerce yıllık yerleşik Avrupa merkezli bakış açısı “Amerika’nın Kolomb tarafından keşfini” bugün dahi sanki İspanyol gemicilerin tek başlarına gerçekleştirdiği bir edimmiş gibi sunmayı sürdürüyor. Hatta daha da ileri giderek, Kolomb’un bu “keşfinin” Avrupa Rönesansı’nın öncülüğünü yaptığı bilimsel ve rasyonel düşüncelerin bir göstergesi olduğunu ileri sürüyor. Ne neyin öncüsü ya da göstergesi şimdi birlikte bakalım!
Müslümanların Kristof Kolomb’dan önce Amerika’ya ulaşmış olabileceklerine işaret eden ipuçlarından ilki, bir kopyası Topkapı Sarayı Kütüphanesi’nde bulunan İbn Fadlallah al Umari’nin (ölümü 1349) “Masalik al-abşar fi Mamalik el-amşar” adlı ansiklopedisidir. Bu ansiklopedide, Sultan Muhammed Ebu Bakr’in 1312 yılında büyük bir filoyu “okyanusun diğer tarafına ulaşması” amacıyla seferber ettiği yazılıdır. Yolda büyük bir fırtınaya tutulup batan gemilerden sadece biri kurtulup geri döner. Bunun üzerine aynı amaçla bu kez Sultan’ın da katıldığı çok daha büyük bir filo sefere çıkar. Ancak bu seferden kimse geriye dönemez. Varmışlar mıdır hedeflerine, onu hele hiç bilmiyoruz.
İlerleyen yıllarda, Müslüman denizciler İslam dünyasının egemenliğinde olan Portekiz’den Batı’ya çok sayıda sefer düzenler. Çeşitli kaynaklarda bunların bir kısmının Amerika’nın Batı kıyılarına ulaşıp geri döndüğü de ifade edilmektedir. Bir İtalyan haritasının notlarından öğrendiğimize göre de, 1420 yılında bir Arap gemisi Afrika kıyılarını dolaşarak bugünkü Amerika kıtasının doğusuna ulaşmıştır.
Aslında böyle bir keşfi Müslüman denizcilerin gerçekleştirmelerinde şaşırtıcı bir taraf yok. Çünkü, Frankfurt Üniversitesi Arap-İslam Bilimler Tarihi Enstitüsü Direktörü Prof. Dr. Fuat Sezgin’in araştırmalarıyla ortaya koyduğu gibi, İslam dünyası Amerika’ya Kolomb’dan önce ulaşabilecek her tür bilimsel altyapıya yüzlerce yıl öncesinde sahipti.
Prof. Dr. Fuat Sezgin’in şarkiyat çalışmalarının da en büyük kaynağı sayılan 13 ciltlik bir eseri var: “Geschichte des Arabischen Schrifttums.” Sezgin bu eserin “Mathematische Geographie und Kartographie im Islam und ihr Fortleben im Abendland” başlığını taşıyan 10., 11. ve 12. cildini 2000 yılında yayımladı. Bilimler tarihi çevrelerinde çığır açıcı nitelikte bulunan bu çalışmasında Sezgin, Amerika’yı ilk keşfeden kişinin adını ve kesin keşif tarihini veriyor değil elbette. Zaten onun bu eserlerinin asıl amacı İslam aleminin bir kültür çevresi olarak 9. yüzyıldan başlayarak matematik, coğrafya ve kartografya bilimini nasıl geliştirdiklerini göstermek.
Sezgin’in “Geschichte des Arabischen Schrifttums”adlı çalışmasındaki pek çok bilgi, onun 5 ciltlik (Türkçe) “İslam’da Bilim ve Teknik” isimli eserinde de yer alıyor. Sezgin’in bu titizlikle hazırlanmış çalışmasını okudukça İslam dünyasının 9. yüzyılda dahi Batı’nın 15. yüzyılda eriştiği teknolojik düzeyden ne ölçüde ilerde olduğunu görüyorsunuz. Dolayısıyla Amerika’nın keşfine giden yolun İslam dünyasına mensup alimlerin bilimsel katkılarıyla nasıl adım adım döşendiğini de fark ediyorsunuz.
Gelin şimdi, “İstanbul İslam, Bilim ve Teknoloji Müzesi”nin açılmasına da önayak olan Fuat Sezgin’in Avrupa merkezli yerleşik tasavvurları altüst eden bu çalışmasında hatırlattığı bilimsel katkıların izlerini sürelim.
Aslında, İslam dünyası daha 8. asrın sonunda dünyanın yuvarlak olduğunu biliyordu. Bu yüzden bilinen en eski küresel izdüşümlü dünya haritası Arap-İslam kültür çevresine aitti. Bu ilk harita 9. yüzyılın ilk çeyreğinde dönemin bütün bilim insanlarının çalışmalarını teşvik etmiş olan Abbasi Halifesi el-Me’mun’un (813-833) talebiyle hazırlanmıştı. Bilim dünyasına muhteşem bir yenilik getirmiş, çığır açıcı niteliğe sahip bu haritada küresel izdüşüm kullanımının yanı sıra kıtaları kuşatan okyanuslar da resmediliyordu. Hint Okyanusu ilk kez bir haritada iç deniz olarak gösterilmemiş, Afrika deniz yoluyla dolaşılabilir bir şekilde çizilmişti. Bu haritanın orijinali kaybolmuşsa da, 1340 yılından kalan bir kopyası 1980’li yıllarda günışığına çıkarıldı. Orijinal haritanın içeriği bu kopyalarda bir ölçüde bozulmuş olsa da, 1340 tarihli kopya dahi, Prof. Dr. Fuat Sezgin’e göre, “eşsiz bir kartografik âbide” niteliği taşımaktaydı.
Tabii İslam alimleri de temel coğrafya bilgilerinin çoğunu Yunan, Hint, Babil ve İran’dan almışlardı. Komşu kültürlerden devşirdikleri coğrafya bilgisini giderek geliştiren İslam âlimleri özellikle 11. yüzyıldan sonra çok sayıda orijinal harita hazırladılar. 1154 yılında tamamlanan Muhammed Şerif el-İdrîsî’nin metalik dünya haritası bunlar arasında anılacak bir diğer başyapıttır.
Müslümanlar 7.-15. yüzyıllar arasında Batı Atlantik’in haritalarını da son derece ayrıntılı bir biçimde ortaya koydular. Bunu o devirde İslam dünyasından başka yapacak güçlü bir kültür çevresi yoktu. Avrupalı coğrafyacılar zamanla bu haritaların imitasyonlarını hazırladılar. Avrupa haritaları bu şekilde 18. yüzyıla kadar doğrudan ya da dolaylı olarak Arap-İslam kültür çevresinden gelen modelleri temel aldı. Müslümanların 15. yüzyıla kadar yaptıkları haritaları günümüz haritalarıyla yan yana koyunca enlem ve boylam derecelerinin de önemli ölçüde örtüştükleri görülebiliyordu.
Aslında Kolomb’un 15. yüzyıldaki gecikmiş “keşfini” dahi bütün bir insanlığın mirası sayılması gereken bilimsel gelişmeler mümkün kılmıştı. Örneğin Kolomb’un kullandığı harita 1470-77 senesinde İtalya’dan Portekiz’e gönderilmiş bir harita idi ve o dönemde Müslümanların yaşadığı Java adasındaki yerli halkın diliyle yazılmıştı. Java adasında yaşayan Müslümanlar, Java ile Afrika arasını titizlikle haritalamışlardı. Zaten Portekizliler de bunun İslam dünyasına ait bir harita olduğu gerçeğini reddetmemişlerdi. Kristof Kolomb’un ilk coğrafi keşif seyahatinde yanında taşıdığı pusula dahi Güney İtalya üzerinden 15. yüzyılda Avrupa’ya ulaşmış olan bir Arap denizcilik bilimi ürünüydü. Ayrıca Vasco de Gama ve diğer Portekizli gemiciler de, haritalarını Arap denizcilerden aldıkları gerçeğini teslim ediyorlardı.
Portekizli kaşif Macellan’ın Ümit Burnu’nun “keşfi” ile sonuçlandığı iddia edilen ünlü seferine katılan ve bu seferin tarihini kaleme almış Antonio Pigafetti bu yolculukta 1507’den evvel yapılmış bir haritanın kullanıldığını (James Alexander Robertson tarafından 1906’da İngilizceye çevrilen) güncesinde belirtiyordu. Portekizli tarihçi Antonio Galvao da “Keşifler Tarihi” adlı kitabında, Kralın en büyük oğlu Prens Don Pedro’nun Avrupa ve Kudüs’e yaptığı seyahatten 1428 yılında dönerken beraberinde bir de dünya haritası getirdiğini, bu haritanın Ümit Burnu’nu ve sonradan Macellan Boğazı diye adlandırılan deniz geçidini gösterdiğini yazıyordu.
Kısacası, Vasco de Gama’nın Hindistan’a ulaşmasını sağlayan bütün gemicilik ve denizcilik teknolojileri kaynağını nasıl Çin’den ya da Ortadoğu’daki İslam toplumlarından alıyorsa, benzer bir durum Kolomb için de geçerliydi. Arap-İslam dünyasının sunduğu teknik imkânlar olmasaydı, Kolomb Atlas Okyanusu sularına açılmayı muhtemelen aklından bile geçiremeyecekti.
Kolomb’un Amerika’ya ulaştığı 1492 yılı aslında bir başka açıdan da milattı. Müslümanların İslam dünyasının batısındaki politik varlıkları Granada’nın düştüğü 1492 yılında sona eriyordu. Artık İber Yarımadası İslam dünyasına değil, Batı dünyasına ait olacaktı. Bu miladın sonrasında İslam dünyası coğrafi keşiflerdeki önderliğini kaybetti. 16. yüzyıldan itibaren İspanya ve Portekiz dünya sahnesinde politik ve bilimsel açıdan daha büyük bir rol oynar hale geldi. İslam dünyasından alınan denizcilik, astronomi ve geometri bilgileri üzerinde yükselen bu rol, Avrupa’yı zamanla dünyanın yeni hâkimi yaptı. Ve 1492’de (!) muzaffer olanlar gün geldi yeni bir tarih yazdı.
Ancak tabii günümüzde bilimsel olarak kesinmiş gibi gösterilen konularda yerleşik tasavvurları altüst edecek bulgulara dikkat çekmek başka bir şey, o bilimsel çığırları açan sizmişsiniz, bu sizin altyapınızmış gibi böbürlenmek ayrı bir şey. Siz bir kimlik üzerinden böbürlenmeyi tercih ederseniz, o zaman biri de tutar İnebahtı’da Haçlı donanmasının sol kanadını çökerterek Malta şövalyelerinin kaptan gemisini dahi ele geçiren büyük Osmanlı denizcisi Kılıç Ali Paşa’nın aslında Calabria’lı bir İtalyan olduğunu ve asıl adının “Giovanni Dionigi Galeni” olduğunu, ama İnebahtı’da diğer cephelerdeki deniz muharebeleri Osmanlı donanmasının yenilgisiyle sonuçlandığı için Giovanni Paşa’nın (yani bizim bildiğimiz adıyla Kılıç Ali Paşa’nın) da “yenik sayıldığını” söyleyiverir. Tabii sizin de yolunuz İtalya’nın Calabria bölgesindeki La Castella kasabasının meydanına düşmez, heykeltıraş di Dinami tarafından yapılıp 1989’da o meydana konulmuş heykeli görmezseniz, Tophane meydanında “Kılıç Ali Paşa Türk’tür, Türk kalacaktır” diye dolaşırsınız.
Tarihi muzafferler yazar. Ama asıl muzafferler esip gürleyenlerden değil, bilim ve kültür alanında yarın büyük keşifleri tetikleyecek bir aydınlanmanın önünü bugün açabilen özgür akıllardan çıkar! Bugün karanlık bir dönemden geçen İslam dünyasının böyle bir aydınlanmaya ne denli ihtiyaç duyduğuna bakmadan, yüzlerce yıl önceki “keşiflere” avunmak gayesiyle gözlerini çevirenler, kaşifler değil, o keşfin arkasında yatanı göremeyen körlerdir ancak.