Gözler henüz oraya çevrilmedi belki ama Asya-Pasifik’teki huzursuz “kıpraşma” son zamanlarda yerini giderek bir geri sayıma doğru bırakmaya başlıyor. Olan biteni belki kabaca şöyle özetlemek mümkün: Amerikalılar, Çin’e karşı, jeostratejik konumu ve tarihi itibarıyla Japonya’nın kilit rolü üstleneceği bir küresel koalisyon örgütlemeye ve Pasifik’te mevzi tutmaya çalışıyor. Savaş yaklaşıyor!
Geçen yıl “Tayvan için savaşı göze alacaklarını” deklare eden Beyaz Saray, -Türkiye’de dikkatlerimizden kaçtı belki ama- son zamanlarda Japonya’yı Çin’e karşı olası bir savaşta daha ofansif pozisyonlar alabileceği şekilde hizalama çabası içinde görülüyor. Bu çaba arzulanan sonucu vermiş olmalı ki, Japonya 2023 mali yılı için savunma bütçesini yüzde 25’e yakın oranda artırma kararı aldı. Hükümetin aldığı ve rekor düzeyde artış içeren karara göre, Japonya’nın 2023 mali yılında savunma harcamaları bir önceki yıla göre 1,4 trilyon yen (7,34 milyar dolar) artarak 6,8 trilyon yen olarak gerçekleşecek. Yeni bütçe Nisan 2023-Mart 2024 dönemini kapsayacak.
Artış bir seferlik bir şey de değil. Japonya senelik savunma giderlerini uzun süredir GSYH’sının yüzde 1'ine tekabül eden 5 trilyon yen ile (36 milyar dolar) sınırlı tutuyordu. Bu oranı iki katına çıkarma kararlığındaki Başbakan Fumio Kişida, 2027 yılına kadar bu rakamın ülkenin GSYH’sının yüzde 2’si seviyesine çıkarılması talimatını verdi bile. Bu şekilde Japonya önümüzdeki beş yılda toplam savunma harcamalarını yüzde 50’den fazla artışla 43 trilyon yene (318 milyar dolar) çıkarmayı planlıyor.
Washington’dan 400-500 civarında ABD yapımı Tomahawk seyir füzesi satın alma kararı da veren Japonya, Ocak ayı başında Britanya ile savunma işbirliği anlaşması da imzaladı. Çin’in Hint-Pasifik bölgesinde “kafa tutan” bir anlayış içinde olduğu düşüncesindeki iki ülke lideri, bunu anlaşmanın imza töreninde de dile getirdiler. Her ne kadar Beijing yönetimi, “bölgemiz jeopolitik oyunlar arenası değildir, Çin de ona buna kafa tutan bir ülke değil komşularının iş ortağıdır” şeklinde açıklama yapsa da, Tokyo yönetimi pek öyle düşünmüyor artık, belli.
Japonya’nın şahinleşen ABD dış politikasıyla “hizalanma” alameti olarak görülebilecek, yakın tarihli bir başka icraatı, Tayvan’ın sadece 108 km doğusunda olan Yonaguni’ye karadan havaya füze yerleştirme kararı almak oldu. Uzmanlar Çin’in bu hamleye kayıtsız kalmayacağı ve misilleme olarak, Japonya’ya en yakın noktalardan biri olan ve Yonaguni’nin 148 km kuzeydoğusunda yer alan Senkaku/Diaoyu Adaları'na füze bataryaları yerleştireceğini tahmin ediyorlar. Böyle böyle Pasifik’te gerilimin tırmanması kaçınılmaz görülüyor.
Yine son zamanlarda dikkatlerden kaçmış olabilecek bir başka gelişme ise, Biden yönetiminin ABD’nin Okyanusya’daki ayak izini artırmaya yönelik süregiden çabalarına geçen ay bir yenisini daha eklemesi oldu. ABD Hint-Pasifik Komutanlığı ile Mikronezya Federal Devletleri (FSM) arasında Honolulu'da geçen ay yürütülen üst düzey görüşmelerde, Washington’un Pasifik Okyanusu'nun ortasında yeni bir askeri üs kurması konusunda anlaşmaya varıldı. Böylece, bölgedeki 70’den fazla ülkede toplam 800 askeri üsse sahip Amerikalılar, Hawaii’den yaklaşık 3 bin 700 mil uzakta olan ve Batı Pasifik boyunca dağılmış 600’den fazla adadan oluşan bir takımada ülkesinde bir askeri üs daha inşa ediyor olacak.
Her ne kadar Mikronezya Devlet Başkanı David W. Panuelo yeni Amerikan üssünün bölge halkının çıkarına olacağını ifade etse de ABD ordusunun Pasifik’teki sicili pek öyle söylemiyor. Filipinler’in sömürgeleştirilmesinden nükleer testleriyle Marshall Adaları’ndaki radayoaktivite oranını Çernobil’in bin kat üzerine çıkarmasına kadar olan bitenlerden haberdar olanlar için, son atılan adımlar tedirginlik verici. Özellikle de ABD Hint-Pasifik Komutanlığının Asya-Pasifik genelinde çalışan yaklaşık 375 bin askeri ve sivil personeli varken.
ABD henüz Çin’e “düşman” demiş değil, ancak Rusya’dan daha büyük “tehdit” olarak algıladığı da bir gerçek. Bunu Washington’un 2022 yılında yenilediği Ulusal Güvenlik Strateji Belgesi’ndeki ifadelerde de görmek mümkün. Söz konusu belgede Çin’den, “hem uluslararası düzeni yeniden şekillendirme niyetiyle hem de bu hedefe doğru ilerleme yolunda giderek artan bir şekilde ekonomik, diplomatik, askeri ve teknolojik gücüyle ABD’ye ciddi bir rakip olarak beliriyor” ifadeleriyle söz edilmiyor sadece. Amerikalılar Rusya, İran ve Kuzey Kore’nin ABD için hala tehdit oluşturmasına rağmen asıl kafa tutanın Çin olduğunu ve bunun Hint-Pasifik ile sınırlı kalmadığını, giderek küreselleştiğini vurguluyorlar.
Kısacası Asya-Pasifik’te gerilim bu şekilde ufak ufak birikiyor ve Çin ile ABD’yi iki düşman güç şeklinde (doğrudan ya da dolaylı şekilde) karşı karşıya getirebilecek bir savaş giderek yaklaşıyor.
Tayvan meselesinin kızışmaya başlaması 2016 sonrasında gerçekleşti. Aslına bakılırsa Çin Halk Cumhuriyeti ile Tayvan arasında çok uzun yıllar kopuk olan ilişkiler 2008-2016 arasında ekonomik anlaşmalar yoluyla gelişiyordu. Ancak 2016’da iktidara gelen Demokratik İlerleme Partisi lideri ve Devlet Başkanı Tsai Ing Wen, bağımsızlık yanlısı bir yol izlemeye başlayınca ilişkiler ufaktan gerilmeye başladı. Çin ile Tayvan arasındaki hassas dengeyi onlarca yıl bir şekilde gözetmeye çalışan ABD, Donald Trump döneminde kantarın topuzunu kaçırmaya başladı. Beyaz Saray hiçbir başkan döneminde Tayvan’a Trump yönetimindeki kadar silah satışı yapmadı çünkü. Washington’un 2020 yılında Tayvan’a 1,8 milyar dolarlık silah satışını onaylaması Beijing yönetiminin tepkisine yol açtı. Anlaşma kapsamında, Tayvan 135 hassas güdümlü seyir füzesi, hafif seyyar roket rampaları, savaş uçaklarına monte edilebilen hava keşif sensör sistemleri alacaktı.
Bu gelişme, Tayvan’ı kendi toprağı olarak gören Çin ile ABD ile arasındaki gerilimi tırmandırmaya başladı. Çin Dışişleri Bakanlığı, silah anlaşmasının Çin-ABD ilişkilerine önemli bir etkisi olacağını ve gerektiği şekilde karşılık verileceğini açıkladı. Washington aldırış etmedi. Hatta ABD Sağlık Bakanı Alex Azar, 2021 yılı ağustos ayında Tayvan’a giderek Cumhurbaşkanı Tsai Ing-wen'le görüşen en üst düzey ABD'li yetkili oldu.
ABD'nin Tayvan’a silah satması ve adaya örtük bir şekilde güvenlik garantileri sunması, Çin ile arasındaki ilişkileri kademe kademe gererek “savaş korkusuna” sebep oldu. Ardından, Biden’ın Tayvan’ı Çin’e karşı koruyacaklarını açıklaması geldi. Beijing’de sert tepkiye neden olan açıklamanın ardından Çin, ABD’ye “tehlikeli hamlelerde bulunduğu” suçlamasını yöneltti.
Joe Biden yönetiminin BM tarafından tanınmayan Tayvan’ı 6-9 Aralık 2021 tarihlerinde ABD’de yapılacak olan ve Moskova ile Beijing’in çağrılı olmadığı “Demokrasi Zirvesi”ne daveti Çin yönetimi tarafından bardağı taşıran bir başka adım olarak görüldü. Çin, kendi vilayeti olarak gördüğü Tayvan’a yönelik böyle bir davetin bir “hata” olacağını dile getirerek ABD’yi uyardı. Gelgelelim bu davetin hemen ardından beş Amerikalı Kongre üyesi –Çin Büyükelçiliği’nin aksi yöndeki telkinlerine rağmen- hükümet yetkilileriyle görüşmeler yapmak üzere Tayvan’a geçti.
Bölgedeki harareti yükselten belki de en kritik adımlardan biri, geçen yılın ortalarına doğru geldi. “Kuşak ve Yol” projesine yönelik muhalefetine destekçi bulmak için 20-23 Mayıs 2022 tarihlerinde Asya seferine çıkan ABD Başkanı Joe Biden’ın “Çin eğer Tayvan’ı işgal ederse, askeri karşılık veririz,” şeklindeki sözleri oldu. Washington’u “stratejik muğlaklıktan” uzaklaştıran bu ifadeler, Beijing yönetiminin şiddetli tepkisine yol açtı ve gerilim artışı bu açıklamayı takiben ivme kazandı. Ardından Çin’e sert eleştirileriyle bilinen ABD Temsilciler Meclisi Başkanı Nancy Pelosi Ağustos ayında Çin’e gitti. Çin Devlet Başkanı Şi Cinping, ziyaretin hemen öncesinde ABD Başkanı Biden ile yaptığı telefon görüşmesinde, Tayvan konusunda yabancı müdahalesinin kabul edilmeyeceğini belirterek, "Çin hükümeti ve halkının Tayvan konusundaki tavrı tutarlıdır. (…). Ateşle oynayan kendini yakar,” diye konuştu. Pelosi'nin ziyaretinin hemen öncesinde de Tayvan ve çevresinde askeri hareketlilik arttı.
Tabii, Tayvan meselesinin yeniden ısınmasında ABD, Japonya, Avusturalya ve Hindistan’ın bir araya gelerek oluşturduğu “QUAD” ortaklığının Hint-Pasifik’in NATO’su olmaya aday hale gelme çabalarının ve bölgede gerçekleştirilen çok-uluslu ortak deniz tatbikatlarının, ayrıca ABD, İngiltere ve Avustralya’nın bir araya gelerek oluşturduğu AUKUS ortaklığının paylarını atlamamak lazım. Bir diğer deyişle, ortada planlı, bilinçli şekilde el yükselterek meseleyi bir yerlere taşıma gayreti olduğu belirgin bir biçimde görülüyor.
ABD ile Çin arasındaki ihtilafın geçmişine bakarken Tayvan’ın siyasi konumunu II. Dünya Savaşı’ndan ele alarak hatırlatmakta da yarar var:
Tayvan en temelinde II. Dünya Savaşı sonunda Japon işgalinin sona erdiği ve idarenin o dönemde Çin’i ABD ve İngiltere’nin desteğiyle yöneten Milliyetçi Parti’nin (Kominteng) himayesine verildiği, nüfusunun yüzde 95-97’si Çinli olan bir ada. 1949 yılında ana karada milliyetçi lider Çan Kay Şek'i yenerek Çin Halk Cumhuriyeti’ni ilan eden Mao Zedung yönetimindeki Çin Komünist Partisi, iç savaşta birkaç küçük ada ile Tayvan’da hakimiyet tesis edemeyince, Tayvan bağımsız bir ülke gibi hareket eder hale gelmişti. ABD Kongresi 1955’te Devlet Başkanı’na Tayvan’ın denizaşırı topraklarını koruma yetkisi veren Formoza Kararı’nı kabul edince, Tayvan bir hamiye de kavuşmuş oldu. Ancak Tayvan neticede Çin’in bir parçası idi ve 1971’de BM Genel Kurulu, Beijing hükümetini Çin’in tek meşru temsilcisi kabul edince, Tayvan’ın uluslararası örgütlerdeki konumu iyice belirsiz hale geldi. Bugün Tayvan dünya üzerindeki 193 ülkeden sadece 14 ülke ile Vatikan tarafından tanınıyor. Büyük devletlerin hiçbiri tarafından tanınmıyor. Türkiye de tanımıyor. ABD Tayvan’ı 30 yıl süreyle tanımış olsa da, 1979’da bu kararından geri adım attı. Washington, Tayvan’ı resmen egemen bir ülke olarak görmese de onun bugün en önemli uluslararası destekçisi ve silah tedarikçisi.
Amerikan ordusunda uzun yıllar üst düzey görev yapmış bir subay olan emekli Korgeneral Benjamin Hodges, Orta ve Doğu Avrupa’nın güvenlik temelli sorunları üzerine odaklanan ve ilki Ukrayna’daki Meydan Darbesi’nin gerçekleştiği 2014 yılında düzenlenmiş olan “Varşova Güvenlik Forumu”nun 2018 yılı birleşiminde şöyle demişti:
“ABD Pasifik’teki çıkarlarını savunmak amacıyla bu bölgeye daha fazla odaklanacağı için, Rusya yeniden dirilirken Avrupa ülkeleri böyle bir tehdit karşısında kendi savunmalarını sağlayabilmek adına daha fazla şey yapmalı.”
Hodges’un söyledikleri elbette bunlarla sınırlı kalmadı. Bugün hatırlayan olmayabilir ama emekli general sponsorluğunu NATO’nun yaptığı söz konusu forumda şu ifadeleri de kullanmıştı:
“ABD’nin çok güçlü Avrupa desteğine ihtiyacı var. Çünkü zannediyorum, 15 yıl içinde – kaçınılmaz da değil ama çok güçlü bir ihtimal- ABD olarak biz Çin’le savaşa tutuşmuş olacağız.”
Hodges, herhangi bir emekli asker değil. 2014-2017 arasında ABD’nin Avrupa’daki ordularına komuta etmiş, bugün de Washington merkezli “Center for European Policy Analysis” (CEPA) isimli bir think-tank kuruluşunda strateji uzmanı olarak görev yapan önemli bir isim. CEPA da kim deyip destekçisi olan kurum ve kuruluşlara baktığımızda, sadece ABD Savunma Bakanlığı, NATO Kamu Diplomasisi Bölümü, ABD’nin NATO Temsilciliği ve Avrupa Savunma Ajansı gibi merkezleri görmüyoruz. CEPA’nın destekçileri arasında, Lockheed Martin, Raytheon, Bell Helicopter, Textron Systems, BAE Systems gibi silah üreticileri ile Cheniere ve Chevron gibi büyük enerji şirketleri de yer alıyor.
Avrupa şimdi emekli Amerikalı generalin 5 yıl önce dile getirdiği şekilde, ABD’nin kendisinden istediği o desteği verir hale geliyor mu? Rusya ile köprüleri atıyor mu? Evet… Hatta Almanya’nın dışişleri bakanına “Rusya ile savaştayız” dedirtiyor mu? Evet, Washington Kiev yönetimine ne kadar teşekkür etse azdır. Kiev yönetimi Ukrayna’yı feda ederek yarın öbür gün Çin ile kapışmaya hazırlanan ABD’nin Pasifik davasına -Avrupa’yı Pentagon’a tutkallayarak- en büyük hizmeti (!) yapıyor. Onlara 14 Leopard değil asıl 31 Abrams tank feda olsun!
Bu arada olası ABD-Çin savaşı için verilen tarihi de bir güncelleyelim. Hodges çıtayı 2033’e çekmişti gerçi ama… Komutasında 107 bin asker bulunan ABD Hava Kuvvetleri’nin Seyyar Hava Komutası’na liderlik eden generallerinden Mike Minihan, geçen gün ABD ile Çin’in Tayvan Boğazı’nda tırmanan gerilimle birlikte muhtemelen 2025’te savaşacaklarını açıkladı.
Ajandanıza not edin!
(Not: Geçtiğimiz hafta babamın vefatı dolayısıyla arayan, yazan ve acımızı paylaşan tüm dostlara, okurlara şükranlarımı sunarım.)